AFYONKARAHİSAR'DA ARADIM
Her geldiğimde; mutlaka bir izine rastlarım,
Ararım kendimce, karşımda çıkmaz sokakların,
Bulamayınca her seferinde, baştan başlarım.
Acı tatlı anılarımı, buruk duygularımla yoklarım.
Uzun yıllar oldu özledim ben onu,
Kimlere sorsam? Acaba bulunur mu?
Karşımda Afyonkarahisar Kalesi,
Memleketimin hem babası, hem annesi.
Kollarıyla etraflıca sımsıcak sarar seni.
Koynuna alıvermiş kara bahtlı şanlı şehrini.
Emrine amade durur dev gibi,
‘’Dile benden ne dilersen ‘’ der gibi.
Ey haşmetli! Koca Kale’m arıyorum birisini,
Belki bilirsin, yıllar önce kaybettim izini.
Volkan bakışlarını daldırdı ufuklara,
‘’Evet’’ dedi, bende gördüm bir ara.
Dikti mağrur başını, diktikçe bulutlara,
Asırlardır meydan okuyarak yüzyıllara,
Uzun bir hikâye, ömrün yetmez anlamaya,
Anıları tazelendi başladı anlatmaya…
Tarihe uzanır yüzümdeki her çizgi,
Bilir misin evlat? Buradan kimler geldi, kimler geçti.
Anlatacak çok şey var aslında...
Düşmandan kurtulduk, sene 1922, 27 Ağustos'ta
Başkomutanın başparmağı dudaklarının arasında.
İşte zafer! Cumhuriyetin kazanıldığı bu topraklarda,
Dumlupınar, Kocatepe’de alevler içinde yaktılar beni.
Anıtmezarımsın diye şehitlerimin başına diktiler beni.
Dedim ''Hiç yorulmadan hep ayakta durursun,
Yüzyıllardır insanını güvenle korursun''
Gururlandım heyecanla ''Göz diken olursa toprağıma...
Kalkan gibi önünü keser, yolunda durursun''
Vakur duruşunla güç verdin, umut verdin yarınlara,
Dedi ‘’Hadi fazla oyalanma’’ dedi, ‘’Kimi arıyorsan git ara’’
Gölgesini düşürdü haşmetle, Zafer parkına,
Basamak basamak çıkışlarında mıydı acaba?
Güzel kokulu çiçeklerin arasında,
Yükseliyor bir abide, ''Zafer'' adında.
Dalıyorum anıtın görkemine,
Düşmanı işte böyle alt ederiz dercesine.
Seninle gezmiştik buralarda bilirsin,
Top arabasının üzerinde belki bir poz vermiştin.
.Faytonlar sıralanmış, süslü atlarla hiç binmiş miydin?
Düğün alayı ile şehri gezip inmiş miydin?
Habersizce yapışsam yine arkasına faytonun,
Arada bir yesem kırbacını faytoncunun.
Tıkır tıkır götürse taşlı yollardan,
Sesi karışsa yine bakırlar çarşısından,
Ne ahenkli vuruştu, bakırların sesi hep bir ağızdan.
Bedestenin araya girdin mi musikisi duyulur uzaktan yakından.
Ustaların alın terleri tek tek damlar,
İşlenmiş bakırlar, kapılarının önünde ışıl ışıl parlar.
Bedestene çok giderdik senine yolumuzun üstü,
Küçük küçük dükkanlar allı yeşilli, süslü mü süslü,
Yine çıktım birkaç basamak merdivenle kapalı üstü.
Yeni tamir oldu. Sandım ki yıllardır bize küstü.
Yoksun burada da karşı Hal'e bakalım,
Çok aradım yerini Hal'i bile bulamadım.
Göz kırptı Kale, gezinirken eteklerinde,
Hıdırlık'a fısıldadı, ''İşte geliyor sana bir eğlence''
Hıdırlık taşırken beni sırtında, Sarıkız'a pas attı,
El salladı Sarıkız, Keltepe'ye fırlattı.
Etrafı sarılı dağlarla, aradığım mutlaka burada,
Anadolu'nun kavşak noktası, yine de unutma!
Nereye gidecek? Yollara iyi bak, gelip geçerken,
Ambar yolu, Yeşil yol artık çok farklı dünden.
Aranırken Kadı Hamamını tanıdım, çarşı ortası,
Ne güzel kurnaları vardı, ortada göbektaşı,
Düğünlerden önce yapılırdı bir hamam sefası,
Kadın kız, çoluk çocuk . Hazırlanırdı bükmesi dolması.
Kalabalıksa burası, hamam çok, iki mahalle arası.
Millet Hamamı, Alaca, İmaret (Paşa) hamamı.
Buralar olmazsa yollara düşülürdü tatar arabalarıyla,
Ömer şifada, Gecek sefada, Gazlıgöl daha uzakta
Günübirlik ise o gün gidilir gelinir, piknik yapılır adeta,
Yatak yorgan, kap kacak, alındıysa kalınır yatıya.
Eğlencedir herkese sıcak suyu havuzu,
Dertlere derman diye bilinir burası.
Bir kültüdür kaplıcada hamam sevdası,
Temizlik imandandır, der ataların mirası.
Şimdilerde yapılmış oteli villası,
Yine de başkaydı o günlerin havası.
Giderken coşkulu canlılık,
Gelirken kese vurgunu ölü balık.
Altı yedi yaş arası çocuklar koşuşurduk,
Kızlı oğlanlı bir kadınlar hamamı, bir erkekler hamamı; doluşurduk.
(Her seferinde hamamcı teyze, hep kızardı nedense)
Akşamlara kadar havuzdayız, Hamamın dili olsa söylese,
Oğlanlara ‘’Ne işiniz var kadınlar hamamında’’
Alaylı bir dille ‘’ gelseydi babanızda’’
Gecek’te soğuk suyu doldururduk balıklı çeşmenin ağzında,
Salıncaklar kurulur, piknik yapılırdı ağaçların altında,
Dostluklar kurulur, tatil havasında,
Ömer’e geçilirdi, yürüyerek dağın ardında.
"Dühancızade El Hac Hasan Ağa bu hamamı, Müceddet yaptı, arzetti bu hayrı Mevlaya
Buyur tarihi inşasın bunun cevherle ey Fevzi, Hakikat bir büyük asar bıraktı dari Dünyaya
Adını veren Ömer dede burada yatarlar,
Gelirdi buraya dilek tutanlar, çocuğu olmayanlar,
İnancıyla duasını birleştirip medet umanlar,
Dertlerine şifa, hayallerine çare ararlar.
Baş bozmaya gelir yakın köylüler,
Hamama bir anda başka hava verirler.
Çalınır tefler, taslar, bakırca kovalar,
Oynatılır kızlar, amanın hamamda şenlik var.
Verirler ağız ağıza, türküler coşar,
Hamamda yankılanan sesleri bir başka çıkar.
Gazlıgölün hikâyesi de bir başka,
Dertlere derman aranır burada da.
Midas ‘ın kızında yaralar çıkmış,
Yaralar yüzünden kendini dağlara atmış,
Bulunca sıcak suyu yıkanıp bir bakmış,
Ne acısı kalmış ne yarası hepsi bitmiş.
Kral Midas kızına yaptırmış bu tarihi hamamı,
İyilesince, dinince acılarının tamamı.
Havasını soludum milattan önceki yılların ,
Hala seni arıyorum nerdesin? Bulamadım.
Sandıklı Hüdai kaplıcası daha da uzakta ,
Çamurlu banyoları hala revaçta
Heybeli kaplıcası onunda anlatılır hikayesi,
Severdin sıcak suyu gezindim buralarda bir bir.
Zaman dedi ki ‘’Değiştirdim buraları, git başka yerde ara’’
Döndüm çaresiz, düştüm tozlu yollara,
‘’ Bulamadan yine geldim’’ dedim Karahisar’a,
Yayılmış sere serpe, Kale görünmez’den bir uca.
Yürüdüm adım adım, Uzun çarşıya rastladım.
İki yana sıralanmış dükkanlarda anıları araladım.
Lokumcular’ şekerciler! Bana ondan haber ver,
Asmışlar kangal sucukları, manda kaymakları alıcı bekler
Mağazalar el değiştirmiş çoğu, ilk sahipleri nerdeler?
Bir ara sokaklara daldım, ‘’Buralar nereler’’
Hep pazarda kaybolurdun.’’Git oraya bak’’ dediler, yedim azarı.
Karılar pazarı, ot pazarı, yoğurt pazarı, Çarşamba pazarı, Tuz pazarı,
Keçecilerin boyasında, halıların nakışında,
Aradım seni, yaz aylarının o soğuk ayazında
Dolaştım durdum bir aşağı bir yukarı,
Yoktun oralarda, hepsine de baktım ayrı ayrı,
Taşpınar'dan soğuk suyunu doldurdum kalaylı güğümle,
Çavuşbaş, yorgun, hayata meydan okuyan emekçi mahalle,
Mecidiye, Örenbağ, Dumlupınar, Sahipata, dolmuş sokaklar,
Hani eski mahalleler, yeniden onarılmış tarihi konaklar.
O zaman bomboştu Marulcu mahallesinden gerisi,
Bu mahallede sondan üçüncü ev bizimkisi...
Büyüdükçe çoğalmış artmış mahallelerin,
İlk belediye otobüsünün ardından koşardık ''Kırmızı Gelin''
Ne kadar uzaktı Çimento fabrikası
Oralara kadar uzanırdı ekilen haşhaş tarlası.
Göbekli marullar yemyeşil sebzelerin bereketli,
Şimdi o tarlalar nereye gitti?
Mor beyaz açardı afyonun çiçekleri,
Kelle kelle olurdu sararınca ürünleri,
Sakızını çıkarırlar, geriye kalır taneleri,
Kum gibi yığılır boşa gitmezse emekleri.
Haşgeş derler ocakta kavrulur, özel taşı vardı özenle sürtülür.
Mis gibi kokusu mahallelerde savrulur.
İşte o koku beni düşürüyor peşine,
İki kadın götürürken hamuru teknede,
Gördüm fırını arada bir mahallede,
Ev ekmekleri, pideler yenirdi o zaman evlerde.
Fırından çıkıyor başkası, başında tepsisi,
İçinde ağzıaçık, bükmeler dizili.
Haşgeşi sürüp hamura, vereceksin yeni kızmış fırına,
Koca koca ev ekmekleri dökülecek peşi sıra.
Her mahallede bulunurdu. Bu fırınlardan çoktu o sıra.
Hepsi kaybolmuş. Şimdi tek tük kalmış hatıra.
Cücü diye pişirirlerdi teknenin dibindeki hamuru,
Çocuklukta sevinirdik o da bizim gibi yavru.
Karbonatlı hamurlar dönüşür öğmeye,
Mayasızsa hamursuz olur doyamazsın yemeye.
Bir de misafirin varsa alıkoy yemeğe,
Başka hiçbir şey gerekmez yemeye,
Akşamdan çömleklere konur fırında keşkekler,
Pazar sabahları iştahla yenmeyi bekler.
Ramazan ayında sahurda da açık fırınlar,
Tepsi tepsi böreklerle tutulur oruçlar.
Hele iftar zamanı gelince,
Atılan toplarla inler şehir kendince,
Kaleden atılan toplarla açılır iftarlar,
O ulvi havayı böyle yakalar Afyonlular.
Ezan sesleri birbirine karışır,
Müezzinler adeta birbiri ile yarışır.
Çınlatır ortalığı camilerin nefesi,
Ulu camii, , Otpazarı, Yoncaaltı, Türbe, İmaret camisi.
Mevlevihane’den yanan ışık, aşk ateşi ile döner,
Hepsi tarihi eser, beş vakit ‘’İşte bizde buradayız ‘’der
Kandillerde, mübarek günlerde dolar taşar türbeler,
Hayırlı ağızlarla ziyaret edilen tekkeler,
Konya’dan gelen Mevleviler dergahı,
Afyon’um uda sarmış sarmalamış maneviyatı.
Selcuklu Alaaddin Keykubad bin Feramuz’un kızları,
Kadınanalar yaşatmış su ile hayatları,
Efsanesi dolaşır adım adım sokakları,
Adı ile yaşarlar, geçmişte kalsa da yaptıkları.
Döne döne devrane oldum, Devrane yatırında,
O da kalmış işlek caddenin kıyısında,
Hele o Afyon’un şanlı Lisesi,
Bu tarihi bina acaba kimin eseri?
Yetiştirdi bir çok devlet adamı, siyasetçiyi,
Görkemli duruşuyla hala koruyor yerini.
Dolaştım ordu bulvarını, gördüm Paşa konağını.
Önünde çok beklemiştim, hatırladın mı durağını?
Dört bir yana yine ayrılıyor yollar,
Karşımda da tren istasyonu, gar var.
Yorgun gelip gidiyor vagonlar,
Ne çok binerdik trene bir zamanlar.
Gurbete attı bizi hoyratça rüzgar,
Hasretle kalırdık, bir daha ki kavuşmaya kadar.
Saklambaç, , istop, kovalamaca körebe,
En son ne zaman oynamıştık hep birlikte?
Lastik topum kim bilir hangi derede kaldı,
Kanalizasyondan önce lağım çukurları vardı.
O güzel günler artık çok geride kaldı,
Hatırlar mısın birde sarı saçlı bebeğim vardı.
Sıralanmış sandalyeler renk renk lambalar,
Koşun çocuklar bu mahallede düğün var!
Komşuların evinde yapılırdı kına geceleri,
Büyük oda dolardı tıklım tıklım giremezsin içeri.
Günler öncesinden sarar düğün telaşı,
Yemekler pişer, börekli pilavlı bamyalı aşı,
Kadınlara ayrı, erkeklere ayrı konan sofralar,
Bamyadan önce mutlaka ekmek kadayıf da var.
‘’Kınası karılır tasta’’ diye başlar kına havası,
Ağlatılır gelinin anası kardeşi babası,
Ellerine, ayaklarına yakılır bütünce kınalar,
Mutlu olsunlar diye edilir tüm dualar.
Zeybeği, kırık havası zordur oynaması,
Seyrine doyum olmaz, hele kaşıkların şakırtısı.
Şimdi sokaklara taşmış düğünler,
Artık salonlara gidiyor nazlı gelinler.
Gecenin bir vaktinde duyarsan şaşırma, şenliği
Dilenmeye giderler, tencere tava ne varsa o dur müziği,
Kız evi, oğlan evinde koparır bahşişi,
Oynatılmadan damat, dönülmez gerisin geri.
Ey Kale’m döndüm dolaştım geldim yine karşına,
Kurban olayım toprağına taşına,
Aramadık yer kalmadı, baktım her taşın altına,
Bir daha çıksam kalenin başına,
Tırmana bilsem dimdik yokuşuna,
Doya doya, kuş bakışı baksam, en ince ayrıntısına.
Belki bağırsam; Kızlar kulesinden,
Acaba anlar mı? Çağırma sesimden.
''Ahtım bahtım, altın tahtım,
Çocukluğuma dönmek vaktim''.
Dileğimi böyle tuttum.
Kız kule sindeydi son umudum.
O heybetli Kale’ de çaresiz,
Bana baktı umutsuz sessiz,
Olmayacak bir dilek, tutmayacak dua senin ki,
Kim aramıştı da geçmişini, çocukluğunu bulmuş ki;
Bıktırmıştım Kale'yi ''Boşuna arama yürü git işine''
Kızgın kızgın söyleniyordu arkamdan ‘’Deli mi ne?’’
Mürşide AYHAN