Durmuş Günay yazdı.
Ahlak problemini çözmeden hiçbir problemi çözemeyiz. Bu yargıyı temellendirmek için önce ahlak kavramı açıklığa kavuşturulmalıdır. Çoğu kez ahlak ve etik terimleri birbiri yerine kullanılıyor. Etik ve ahlak kavramlarının kolay anlaşılması için, önce varolan hakkında kısa bir ön bilgi vermek ve insan bilgisi bağlamında etiğin nerede konumlandığını belirtmek gerekiyor. Burada yapmak istediğimiz, ahlak konusuna felsefi bir perspektiften bakmaya çalışmaktır.
İnsan, bilen ve eyleyen bir varlıktır. Ve insan, bilgiye göre eyler. Eylemek fiili, yapmak ve davranmak fiillerini kapsar. Yapmak, yapma bilgisine dayanır. Yapmaya dair bilgi tecrübi bilgi ile teknolojiden oluşur. Davranmak ise, ahlak felsefesine veya etiğe dayanır. Davranmak fiziksel hareket değil, içine manevilik (tinsellik) katılmış harekettir.
Felsefe; ontoloji, epistemoloji ve aksiyoloji alanlarından oluşmaktadır. Ontoloji “varlık nedir?”, epistemoloji “bilgi nedir?” ve aksiyoloji “değer nedir?” sorusunun cevabını araştırır. Nedir sorusu felsefenin zembereğidir. “Nedir”’in başına getirdiğimiz isim ile, o ismi taşıyan şeyin/varolanın felsefesini yaparız. Bilim nedir sorusu, bilim felsefesi yapmaya götürür. Acaba, “nedir”in kendisi nedir? Nedir sorusunu yönelttiğimiz şeyin mahiyetinin en temel bilgisine varma çabasına çağıran bir soru sözcüğü. O halde nedir sorusu mahiyet araştırması talep eden bir sorudur.
Peki, “mahiyet” nedir? Mahiyet, bir şeyi “işte o” veya “kendisi yapan”dır, yani o şeyin “özü”dür. Kimi filozoflara göre, değişmez sabit bir öz vardır. Kimilerine göre varlık oluştur. Bir çekiç imal eden usta önce o çekici zihninde tasarlar. Çekici çizer, şeklini (formunu) tayin eder. Çekicin şekli (formu) onun özüdür. Çünkü çekici çekiç yapan onun şeklidir. O halde form (şekil) özdür. Yaratılışa, Tanrı’ya inananlara göre, doğal varlıklar ve insan, Tanrı’nın tasarımı ve yaratışı ile varolmuştur. Çekiç imalinde olduğu gibi, yaratılan varlık için öz, varoluştan önce gelir.
Jean Paul Sartre (1905-1980) gibi Tanrı tanımaz (ateist) varoluşçularda “Varoluş” “öz”den önce gelir”. Tanrıtanımazlara göre, Tanrı tarafından yaratılmadığından insan, özünden önce vardır. İnsan, özünü kendi kararlarıyla ve yapıp etmeleriyle inşa eder: “Varoluş özden önce gelir.” Varoluşçulara göre, insan, özgürdür ve kararlarından sorumludur. Dolayısıyla etik yargılarında da özgür ve sorumludur. Burada varmak istediğimiz husus, filozofun, ahlak felsefesini temel görüşüne göre kurduğuna işaret etmektir.
Estetik, güzel nedir; etik ise, iyi nedir sorusunun cevabını araştırır
Aksiyoloji, değer felsefesidir. Aksiyoloji, etik (ethics) + estetik’ten (aesthetics) oluşur. Değer felsefesinin (aksiyolojinin) dalı olan estetik, güzel nedir; etik ise, iyi nedir sorusunun cevabını araştırır. Değer, davranışlarımıza kılavuzluk eden (ön) yargılar toplamıdır. Etik, felsefe tarihi boyunca felsefenin meşgul olduğu çok önemli bir alan olagelmiştir. Felsefede etik, akıl zeminine oturur. Dinde etik, inanç zemini üzerine oturur. Dinler, özellikle ve öncelikle, ahlak ile meşgul olmuşlardır.
Girişte değindiğimiz, etik ve ahlak kavramlarına dair muğlaklığı gidermek amacıyla, yapılacak açıklama için gerekli olan kısa ön bilgiye gelelim. Felsefede üç varolan alanı vardır. Zihin/düşünme alanı, dil alanı ve dış dünya alanı. Varolan hangi alanda ise o alana göre adlandırılır: Düşünmede varolan, dilde varolan ve dış dünyada varolan. Örnek olarak “kalem”i alalım. Zihnimizde bir kalem kavramı vardır ve bu düşünmede varolandır. Kalem “sözcüğü” dilde varolandır. Kalemin kendisi fiziksel nesne olarak dış dünyada varolandır.
Biz kalemi görünce zihnimizdeki/hafızamızdaki kalem kavramı ile karşılaştırıyoruz. O nesnenin kalem olduğuna karar verince “kalem” diyoruz. Kavram olarak bütün insanların zihninde aynı ortak kavram vardır. Ancak insanların dilleri farklı ise varolanın adı farklı sözcüklerle ifade edilecektir. Bir İngiliz’in “pencil” dediği nesneye Türkçe konuşan bir kişi “kurşun kalem” diyecektir. Yani varolanın adı dillere göre farklı sözcükler olacaktır. “Kalem” sözcüğü terimdir. Terim, kavramın dildeki izdüşümüdür. Kavram, zihinde varolandır; terim, dilde varolandır.
Etik davranışa dönüştüğünde, görünüşe çıktığında, ahlak olur
Şimdi bu ön açıklamadan sonra, sıklıkla birbiriyle karıştırılan, etik (ethics) ve ahlak (moral) kavramlarının muğlaklığını kaldırıp daha anlaşılır kılabiliriz. Etik, ahlak felsefesidir (moral philosophy). Bilgi alanına aittir. Dilde varolandır. Etik davranışa dönüştüğünde, görünüşe çıktığında, ahlak olur. Ahlak dış dünyada varolandır. Tıbbın etiğinden, doktorun ahlakından; bilimin etiğinden, bilim adamının ahlakından, medya etiğinden, gazetecinin ahlakından bahsedebiliriz. Bir yapının mimari projesi etiğe, yapının kendisi ahlaka tekabül eder. Ahlak, etiği tazammun eder (içerir). “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisini bilen bir kimsede komşu etiği vardır, ancak komşusu açlık-yokluk içinde yaşamakta iken hiç ilgilenmiyorsa ahlak yok diyebiliriz. Bu açıklamalardan sonra, doğru terminoloji kullanılması bakımından, eğitim-öğretim müfredatında, bu alanda konulacak bir derse, “Etik” veya “Ahlak Felsefesi, Pratik Ahlak Felsefesi veya Ahlak Teorisi ya da Ahlak Bilgisi” dersi denilebilir.
Etik değerlerin sınırları aşıldı mı, varlık değerini kaybeder
Etik, Yunanca ‘ethos’ sözcüğünden; moral ise Latince ‘mos’ sözcüğünden gelir. Her iki sözcük de gelenek, görenek, alışkanlık anlamlarında kullanılmaktadır. Etik’in Yunanca’dan gelmesi kadim Yunanlıların soyut düşünce ile, moral’in Latinceden gelmesi ise latinlerin hayatın somut tarafıyla daha çok bağlantılı olduklarına yorulabilir. Moral’in karşılığı olarak kullanılan “ahlak” Arapça'da "seciye, tabiat, huy" gibi manalara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. Sözlüklerde çoğunlukla insanın fiziki yapısı için halk, manevi yapısı için hulk kelimelerinin kullanıldığı kaydedilir (Lisanu'l-Arab, "hlk" maddesi). ‘Hulk’ aynı zamanda, gelenek, görenek, alışkanlık anlamlarına gelmektedir (Doğu - Batı, Sayı 4, 1998, ss 12, İstanbul).
Etik ya da ahlak felsefesinin kurucusu Sokrates’tir (MÖ 469-399) (Uygulamalı etik, Ahmet Cevizci, Say Yayınları, ss.12, Istanbul). Etik, değer felsefesinin temel alt dallarından biridir. Eğer insanda değer, anlamını yitirirse, yani iflas ederse, hayatiyet sona erer, insan eyleyemez. Etik değerlerin sınırları aşıldı mı, varlık değerini kaybeder, değeri sıfırlanır. Akademik alanda, bir akademisyen ne kadar parlak olursa olsun, intihal suçu sabit oldu mu, bütün akademik birikiminin değeri akademik camia ve toplum nezdinde sıfırlanır adeta.
Etik, insanın dış dünya ile ilişkilerinde yöneldiği değer(ler)i inceler
Etik ve ahlak kavramlarının ayrımına değindikten sonra, mahiyetleri üzerinde durabiliriz. Etik, insanın dış dünya ile ilişkilerinde yöneldiği değer(ler)i inceler. Dış dünya ile ilişkilerde anlatmak istediğimiz, insanın toplum ile, çevresi ile ve Yaratıcı ile olan ilişkisidir. Etik’in ve dolayısıyla ahlakın yöneldiği temel değer, “iyiliktir”. Felsefi etiğin ve dinlerin getirdiği ahlaki ilkelerin amacı olan “iyilik” her iki etiğin buluştuğu mafsal noktasıdır. Burada iç içe geçmiş sorular vardır. İyi nedir? Etik ilkelerin dayanağı nedir? Etiğin uygulanmasında, yani ahlakta, filozofların etiği mi, yoksa dini etik mi iyiye giden yolda daha güçlü etkiye sahiptir?
İnsan, tarih bilmeden, coğrafya bilmeden, matematik bilmeden yaşayabilir. Ama, toplumsal bir varlık olan ve bir doğal çevre içinde yaşayan insan, bilincinde olsun veya olmasın etik kurallar içinde yaşamak zorundadır. Etik, kişinin doğal çevresi ile, toplum ile, diğer kişilerle ve Yaratıcı ile ilişkilerinde ortaya çıkan davranış ilkeleri ve kurallarıdır.
Bir eylemin ahlaki sorumluluğu
Bir eylemin ahlaki sorumluluğu için, kişinin özgür olması ve mümeyyiz olması (zihinsel sağlığa sahip olması) ve ahlaki bilinç sahibi olması gerekir. Ahlaki bilinç, iyi ile kötüyü birbirinden ayırma becerisi (melekesi)’dir.
Sokrates (MÖ 469-399), Platon (MÖ 427-347), Aristoteles (MÖ 384-322) ve Farabi (870-950)’ye göre ahlaki eylemde amaç mutluluktur. Sokrates’e (MÖ 469-399) göre, esas olan bilgidir, kimse bilerek kötülük yapmaz, mutluluğa ve iyiliğe giden yol bilgiden geçer. J.Stuart Mill’e göre iyi ve kötünün ölçütü “fayda”dır. Sokrates’in öğrencilerinden Aristippos (MÖ 435-355) ile Epiküros’a (MÖ 341-270) göre; “haz” en yüksek iyidir.
Kant’ın ahlak felsefesi, İslam etiği ile benzeşir
Kant (1724-1804) etiği herkese farklı olabilen mutluluk amacına göre değil, değişmeyen bir temel olarak, “iyi niyet” ile “ahlak yasası” üzerine kurdu. İyi niyet ile yapılan bir eylem amacına ulaşmasa bile önemli değildir. Aslolan iyi niyettir. Kant’ın ahlak yasası şöyledir: “Öyle eylemde bulun ki bu eyleminin kuralının herkes için genel geçer bir yasa olmasını isteyebilesin.”
Kant’ın ahlak felsefesi, İslam etiği ile benzeşir. İslam etiğinde şöyle bir ilke vardır: “Ameller (eylemler) niyetlere göredir.” Bu ilkeye göre, bir eylemin sonucu olumsuz olsa bile, eğer iyi niyet ile yapılmış ise kötülük yapılmış olarak değerlendirilmez. Kant’ın yukarda dile getirilen ahlak yasası ile, Rasulullah’ın (sav) “Kişi kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş sayılmaz” sözü arasındaki paralelliğe dikkat çekmek gerekmektedir.
İslam itikadında, ahirete (öte dünyaya) ve hesap gününe iman vardır. İnsanın bütün amelleri kaydedilmektedir. İslam düzeninde, insan hakkına büyük bir titizlikle riayet, yalan söylememe, emeğe saygı, insan öldürmeme gibi dinin kesin buyrukları vardır. Yönetimde, bir işi ehil olana verme ve insanlar arasında adalet ile hükmetme şeklinde temel yönetim ilkeleri vardır. İman eden kişi bu buyruklar ve ilkeler ile iç dünyasında murakabe altındadır. Hesap gününde vereceği hesabın sonucuna göre, mükâfat ve cezalandırma ile karşılaşacağı inancını taşımaktadır.
Felsefi ahlak ilkeleri akıl yoluyla ulaşılan aksiyomlara dayanır. Dine dayalı temel ahlak ilkeleri dinin buyruklarıdır. Her iki durumda bu temel ilkelerden tümdengelim (dedüksiyon) yoluyla etik kurallar çıkarılır. Görüldüğü üzere etik, aksiyomatik bir yapıya sahiptir. Aklın yargıları ile inanca dayalı yargıların insan iradesi üzerindeki etkisi karşılaştırıldığında inanca dayalı yargıların daha etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Eylemlerin güzellik ve iyilik idealarına kavuşması
Aristoteles’ten beri varlık, 4 (dört) neden ile varolur. Formal neden (the Causa Formalis), maddi neden (the Causa Materialis), fail neden (the Causa Efficient), ereksel neden (the Causa Finalis). Varolan varlığını bu 4 nedene borçludur. Ahlaki davranış da bir varolandır. Ahlaki davranışın formu ahlak yasası, malzemesi hareket (eylem, amel), faili eyleyen kişi, ve amacı niyet’tir.
Şiirde şair; şiire duygularını katarak ve form vererek, mânevilik kazandırır (tinsellik kazandırır), kelimeler sanat eserine dönüşür. Güzellik ideasına varır. Heykelde heykeltraş, form vererek ve duygularını katarak, mermer kütlesine tinsellik kazandırır, mermer kütle olmaktan çıkar, heykel şeklinde sanat eserine dönüşür. Güzellik ideasına kavuşur.
Ahlak için de benzer bir durum söz konusudur. Boğulmak üzere olan bir çocuğu kurtarmak üzere, kendi hayatını da tehlikeye atarak denize atlayan bir kişinin eylemi sonuca ulaşsa da ulaşmasa da eylemi tinsellik kazanır ve iyiliktir. Kişinin niyeti, ölmek üzere olan çocuğu kurtarmaktır. Davranışının kuralı, “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir” (Kur’an-ı Kerim, Maide 32) ilkesi olabilir. Böylece bu kişinin eylemi iyilik ideasına kavuşur.
Diriliş önce ruhta, inanışta, duyuşta, duyarlıkta olacaktır
Ahlakın esası, sevgidir. Platon’un, ontolojisini ve epistemolojisini dile getiren “Bölünmüş Çizgi Anaolojisi”nde düşünülür dünyayı, iyilik aydınlatmaktadır. Bilgi, iyilik ortamında varlık bulur. Düşünülür dünyayı, bilgi (bilimsel bilgi ve felsefi bilgi) oluşturmaktadır. Bilgi geçişi sevgi ortamında mümkün olabilmektedir. Sevgi iyilik kapsamı içindedir. Phisophia (felsefe) bilgelik/hikmet sevgisidir. Yunus’a (1238-1320) göre, insanın özü ruhtur. Ruhun özü, gönül; gönlün özü sevgidir.
İslam Dünyasının dirilişi önce ruhta, inanışta, duyuşta, duyarlıkta olacaktır. Sonra süreci, ahlak dirilişi izleyecektir. Rasululah’a (sav) gelen bir sahabi, şöyle sorar: Bana bir şey söyle kurtulayım. Rasulullah: “Allah’a inandım de ve dosdoğru ol”. Bu hadisin birinci kısmı inanca, ikinci kısmı ahlaka işaret etmektedir. Burada, Rasulullah’ın, doğru değil, dosdoğru sözcüğünü kullanmasına dikkat çekmek gerekir.
Eğer bir toplum yaygın ahlaki zaafiyet içindeyse…
İnsan ve toplum değerini, özünü, iyilikten almaktadır. Eğer etik sınırlar aşılırsa, değer boşalmakta ve insan hiçleşmektedir. Pisagor’un hırs kasesi gibi. Kaseye belirli bir çizgiden sonra sıvı konulursa, sınır aşılırsa, sıvının tamamı boşalmaktadır.
İslam Dünyasında, etik anlamında bilgi eksiliğinden söz etmek zordur. Etik ilkeler basittir. Kültürel olarak da bilinmektedir. Ancak ahlak alanı son derece sorunludur. Etik ilkelerle bağdaştırılması mümkün olmayan bir hayat tarzı söz konusudur. Nasıl oluyor da dinin emirlerine rağmen o emirlerle bağdaşmayan bir ahlak(sızlık) yaşanabilmektedir?
Öncelikle, bu sorunun mahiyetinin anlaşılması gerekir. İslam düşünürlerinin, aydınlarının, bilim adamlarının sosyologların, psikologların, konunun mahiyetinin anlaşılmasına yönelik araştırmalar yapması gerekmektedir. Eğer bir toplum yaygın ahlaki zaafiyet içindeyse, çürük tuğlalarla bir bina inşası mümkün olmadığı gibi sağlıklı işleyen sosyal kurumlar inşa edilemez. Hangi yasayı çıkarırsanız çıkarın, hangi kuralı koyarsanız koyun, iyi niyet ile uygulanmak istenmiyorsa istismarının bir yolu bulunabilmektedir.
Önce ahlak problemini çözmek zorundayız.
Prof. Dr. Durmuş Günay
(dünyabizim.com)
Kaynaklar
Ray Billington; “Felsefeyi Yaşamak”, Çev. Abdullah, Yılmaz, Ayrıntı Yayınları
Ismail Tunalı; “Felsefeya Giriş”, Altın Kitaplar
Immanual Kant, :”Ahlak Metafiziğine Giriş” Türkiye Felsefe Kurumu
Süleyman Hayri Bolay, “Felsefeye Giriş” , Akçağ Yayınları