Anıtlar, Heykeller ve Şehirler

Abone Ol

Son haftalarda Afyonkarahisar’ın gündemini oyalayan heykel konusu üzerine ben de merak ederek anıt ve heykeller ile ilgili kendimce küçük bir araştırma yaptım. Anıt denince; önemli bir olayın ya da büyük bir liderin, kişinin gelecek nesillerce anılması için yapılan büyük abide, yapıt ya da sembol akla geliyor. Ayrıca anıt, önemli eser ya da kişi anlamına da geliyor.

Heykel ise, bir kişinin veya nesnenin gerçek bir yapı modelini ya da sembolik temsilini yapan sanat eseridir deniyor. Heykeller, estetik güzellik sunmak, bir hikâyeyi anlatmak veya bir mesaj iletmek amacıyla yapılıyor. Kültürel ve Tarihsel Değer heykelleri; bir toplumun değerlerini ve inançlarını yansıtarak kültürel mirası koruma ve gelecek kuşaklara aktarma amacı taşır. Parklar veya şehir merkezlerinde süsleme ve dekoratif amaçlarla heykeller yapılabilir.

Heykel sanatı, insanlığın varoluşundan bu yana süregelen ve tarihin derinliklerine uzanan bir sanat dalıdır. İnsanların soyutlamaya ve somutlaşmaya olan doğal eğilimleri heykel sanatının ortaya çıkmasına neden olmuş. Heykeller, estetik değerleri ile birlikte toplumsal, kültürel ve dini amaçlar için kullanılmış.

Heykel sanatının kökenleri antik dönemlere kadar uzanıyor. Yontma, döküm ve inşa gibi farklı teknikler kullanılarak şekillendirilen heykeller, Mısır, Mezopotamya, Antik Yunan ve Roma gibi uygarlıklarda büyük öneme sahipti. Bu uygarlıklar tanrıları, kahramanlıkları, liderleri ve güç sembolleri gibi figürleri heykel sanatıyla temsil etmişler.

Orta Çağ’da, kilise ve dini yapılar heykel sanatının merkezi haline gelmiş. Gotik dönemde, katedrallerin süslemelerinde taş ve ahşap heykellerle görkemli eserler meydana getirilmiş. Rönesans dönemi ise heykel sanatının canlanmasına yol açmış. Ünlü heykeltıraşlar Michelangelo, Donatello ve Leonardo da Vinci gibi isimler gerçekçilik ve anatominin mükemmelliği ile heykel sanatına yeni bir soluk getirmişler.

Heykel sanatı, modern dönemde de gelişmeye devam etmiş. 19. yüzyılda Romantizm, gerçekçilikten farklı bir duygusal anlatım arayışını beraber getirmiş. Daha sonra 20. yüzyılın başlarında Dadaizm, Kübizm ve soyutlama gibi akımlarla heykel sanatında dönüşüm yaşandı. Sanatçılar, malzeme ve form açısından geleneksel sınırlamaları aşıp yenilikçi heykeller üretmişler. 

Dünyada bu şekilde gelişmeler olurken Türk toplumlarında genel bir yargı olarak heykel geleneğinin olmadığı vurgusu yapılır. Ancak bu söylem yakın tarih diyebileceğimiz Osmanlı Dönemi’nde heykel alanındaki yasak uygulamalarının bir yansıması ve yakın tarihin özellikle Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin Türklerin resmi tarihi olarak mevcut ideolojik yapılar tarafından ısrarla vurgulanması ve anlatılmasının toplum belleğinde yansımasından öte değildir. Oysa Türk toplumlarında ve Anadolu’da heykel geleneği çok eskilere dayanmaktadır.

Türklerde, anıt geleneğinin Göktürkler Dönemi’ne kadar uzandığını arkeolojik kalıntılardan öğrenmekteyiz. Orta Asya’da, Orhun Vadisi’nde, Göktürkler Dönemi’nden kalma Türk dili, tarihi ve sanatı açısından büyük önem taşıyan, üzerinde yazıtların da yer aldığı taş anıtlar ve mezar taşları (balballar) bulunduğunu göstermektedir. Göktürklerde anıt, düşmanlarla yapılan savaşları, büyüklerin mezarlarını simgeleştirme isteği olarak belirmektedir. Taştan insan biçimli heykeller olan balballar, ölünün hatırasını yaşatan mezar taşı anıtlardır.

Anadolu medeniyetlerinin (Hitit, Frig, İyon vb.) yüzyıllar boyunca vazgeçemediği heykel uygulamalarının örneklerini Anadolu’nun birçok bölgesinde görmek mümkündür. “Türklerin İslamlığı benimsemeden önce Orta Asya’dan Batıya gelirken Anadolu topraklarında pek çok sayıda heykel örneği verdikleri bu görüşün kesin belgeleridir”

X. yüzyıldan itibaren Müslümanlığın Türkler arasında güçlenmesi, mezarları anıtlaştırma geleneğinin başka biçimlere bürünerek yaşamasını gerektirmiştir. Kişilerin mezarlarını simgeleştirme; Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçuklu Dönemi’nde yaygınlık kazanmış ve birbirinden ilginç anıt mezarlar yapılmıştır. Selçuklu ve Beylikler Dönemi’nin insan, hayvan, kuş vb. figürlü kale kapıları, mezar taşları yerini soyut anlatımlı taş işçiliğine bırakmıştır.

Osmanlı Dönemi’nde ise heykel yasaklı bir sanat nesnesi olarak tanımlanmış; heykelin yerini anıtsal yapılar, türbeler, çeşme ve şadırvanlar almıştır. Osmanlı döneminde başlayan heykel–tasvir yasağı uzun yıllar Anadolu topraklarını hegemonyası altına almıştır. Bu nedenle Avrupa da heykel sanatı gelişim sürecini tamamlarken Anadolu’da heykel sanatı duraklama dönemini yaşamıştır. Bu süreç küçük birkaç denemenin dışında Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar devam etmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde anıt heykeller ve heykel çalışmalarına yeniden başlanmış, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu bu anıt heykellerin temel konularını belirleyen unsurlar olarak kamusal alanda yerini almıştır.

Günümüzde, heykel sanatı çağdaş bir ifade biçimi olarak varlığını sürdürmektedir. İnsan figürleri, soyutlamalar, doğal formlar ve deneysel yaklaşımlar gibi çeşitli temalar heykel sanatının evrensel dilini oluşturur. Heykeller, açık hava sergilerinde, müzelerde ve kamusal alanlarda yer alarak toplumun sanatsal deneyimini zenginleştirir.

Heykel sanatının tarihçesi, insanlık tarihine paralel olarak şekillenmiş ve evrilmiştir. Sanatçıların yetenekleri ve yaratıcılığı, bu sanat dalını sürekli olarak ileriye taşımıştır. Heykel sanatı, geçmişten günümüze kadar insanların duygularını ifade ettiği hikâyeler anlattığı ve estetik bir deneyim sunduğu için kültürel mirasımızın önemli bir parçasıdır.

Bir şehrin parkları çiçeklerle donatılmış, ağaçlarla yeşillendirilmiş, sanat eserleri ile süslenmiş, tarihi anıtları iyi bakılmış ve korunmuşsa, mimarisi, müzeleri, kültürel zenginlileri, yaşam alanları, sosyal etkinlikleri ön plana çıkabilmişse böyle şehirlerde yaşamak insana huzur ve güven verir.

Türkiye’nin en yaşanabilir şehirlerinin başında gelen Eskişehir, yalnızca Türkiye sınırları içinde değil, Avrupa’da da tanınan bir şehirdir.  Öğrenci ve memur şehri olarak tanınan Eskişehir, tarihi ve doğal güzellikler açısından zengin bir şehir. Bunun yanı sıra birçok heykele ev sahipliği yapmasıyla “Heykel Şehri” olarak da bilinir. Bu heykeller; şehre zarif bir güzellik katıyor,  şehrin estetik bir dokusuna katkı sağlayarak, hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Gezdiğim, gördüğün yerlerde benim en çok dikkatimi çeken o ülkenin, ya da o şehrin tanıtımını, kültürünü ve tarihini ön plana çıkaran meydanlardaki heykelleri olmuştur. Nereye gidersem gideyim o yerin tarihini, kültürünü hep merak etmişimdir. Bu merakımı da, gezerken ilk gözüme çarpan; cami, tarihi kalıntı,  heykel, doğa güzellik vb.yeler hayranlık uyandırır, aklımda kalır.

Kulaktan kulağa aktarılan efsaneler, sözlü anlatımların yanı sıra, yazılı tarihi olaylar, bir araştırmayı öğrenmeyi gerektirirken anıt veya heykellerle ilk görüşte merak uyandırır, konunun hikâyesini görüntüsü ile vurgular, daha akılda kalıcı olur.

 Mesela, Amasya; Ferhat ile Şirin’i simgeleştirmiş, Ferhat’ın deldiği dağlara heykellerini yansıtmış. Yüzyıllar öncesine ait olan efsaneyi bir çırpıda gözlerinizin önüne seriverir.

Kastamonu’da Kurtuluş Savaşımızın kahraman kadınlarından Şerife Bacı, diğer kahramanlar ve Atatürk ile tasarlanmış heykeli ve anıtı sizi o zorlu yıllara götürür, minnet ve şükranla önünde saygı ile eğilmenizi sağlar.

Sarıkamış’ta donan askerlerimizi biliriz, üzülürüz. Bir de yapılmış anıtlarını görünce o günlerin acısı içinize bir başka işler.

Samsun’da Atatürk ve yanındakilerin Bandırma vapuru ile Samsun’a ayak bastıkları heykellerle canlandırılmış. Bize o günleri yaşatan bu anlamlı görüntü ile tarihimi bir başka açıdan öğrenmiş oluyoruz.

Canlandırılmaya çalışılan tarihi bir mekân, ciltler dolusu kitapları bir solukta okumak gibidir. Afyonkarahisar’ın Frig vadisi, doğal güzelliği ile tarihin birleştiği bölge size milattan önceki yılların izini sürdürür.   Aslantaş kaya mezar odasının ön yüzündeki kapı boşluğunun her iki yanında ayağa kalkmış, karşılıklı iki heybetli aslan ve ayaklarının altındaki birer yavru aslan ile kapının üzerindeki hayat ağacı, kanatlı güneş kursu kabartması gibi diğer anıtlarda bizi yüzyıllar öncesine götürür.

Mevlevihane’yi gezerken, manevi huzuru hissettiğimiz duygularımızın yoğunluğuna, yaşanan o dönemlerin görüntüsü eklenir. Müzesinde bulunan balmumu heykeller ile mekânın tarihine göre döşenmesi daha akılda kalıcı olmuyor mu?

Kadınana’nın elinde testisi ile suyu getirdiği tasvir edilen heykel bize bir efsaneyi anlatmıyor mu? Hiç bilmeyenler, duymayanlar “Nedir bu?” diye merak etmiyorlar mı?

Bunun gibi şehrimizde ve Anadolu’muzda daha pek çok tarihi ve doğal güzellik anıtlaştırılmayı, gözler önüne serilmeyi bekliyor. Bunun için bütçe, araştırma, yenileme, proje, koruma planları, eğitim ve farkındalık, işbirliği gereklidir. Turizmin getirisinin farkına varanlar kaybolan tarihi kültürleri yeniden ortaya çıkartma çabasındadırlar.

 En son gezdiğim, yerlerden olan Üsküp’teki Büyük İskender heykeli… Dünya tarihinde yer alan Büyük İskender’i sahiplenerek, Makedonya Meydanı’nın merkezinde yerleştirmişler. Yaklaşık 15 metre uzunluğundaki heykelde Büyük İskender, atının üzerinde kılıcını göğe kaldırmış bir şekilde tasvir edilmiş. Vardar Nehri’nin diğer kenarında yer alan babası II. Philip’in heykelini selamlıyor.

Üsküp’te eski şehirdeki Türk Çarşısı bitiminde taş köprüye gelmeden bulunan meydanda Büyük İskender’in babası II. Philip’in görkemli heykeli yer alıyor. O büyük meydanda heykelin alt kısımlarında havuz kenarında Büyük İskender’in anne babası ile oturuşu, orta bölümde savaşçı İskender ve diğer heykeller var.  Makedonya’da özellikle Üsküp’te olağanüstü bir heykel dikme seferberliği oluşturulmuş.   Büyük bir alanda gördüklerin sizi tarih öncesine götürüyor; dünyanın en büyük askeri dehaları arasında sayılan Büyük İskender’i, annesini babasını, kısa hayatına rağmen hüküm sürdüğü 12 yıllık hükümdarlığına götürüyor.    

Demek istediğim, şehrin sadece meydanındaki eserlere bakarak o şehrin tarihini, kültürünü merak ediyorsunuz, öğreniyorsunuz. Bazılarına taş yığını gibi gelse de, tarihi ve estetik değerleri göremese de, en çok turistlerin ilgisini çekiyor, akın akın görmek için turlarla geliyorlar bu meydana. Bol bol fotoğraf çekiniliyor, bir o kadar da döviz bırakarak ayrılıyorlar.

Memleketimize sanat ve kültürel açısından güzel bir heykel yapılmak istenmiş. Atasına olan bağlılığı bir şekilde göstermek için. Fikir olarak Afyonkarahisar’ın şanına yakışacak Büyük Taarruz ’un ilk durağı, zaferin şehrini iyice akıllara kazıyacak, yeni nesillere Atasını anlatmak adına gerçekleşeceğine inandığım güzel bir düşünce.   Şehirlerimize heykel dikilmesinin birkaç nedeni olabilir.  Bunlardan biri Anma ve saygıdır. Önemli kişilerin anısını yaşatmak ve ona duyulan saygıyı göstermek için yapılır heykeller. Yapan sanatçının hayal gücünü ve yeteneklerini kullanarak bir sanat eseri, sanatsal ifade yapabilme isteği önemlilik kazanıyor burada.

 Afyonkarahisar Belediyesi tarafından, Ambaryolu ve Yeşilyol Caddelerinin birleştiği “Kantar Kavşağı” olarak bilinen yere Atatürk Heykeli konulmuş, konulması ile birlikte tartışmalara yol açmıştır. Çok iyi niyetten kaynaklanan, art niyet olmaksızın amatörce bir çalışma olmuş. Kavşağa tasarlayanlar, sanırım sürücülerin dikkatini dağıtmamak için devasa bir heykel dikmek istememiş olabilirler.

 Hâlbuki Atatürk ve atı denince gözümüze ve gönlümüze yakışan bir görüntüye sahip olması bekleniyor. Belki istenilen görüntüde bir Atatürk heykeli bu kavşağa dar gelebilir. Daha küçük yapılınca da istenmeyen görüntü ortaya çıkıyor.

İyi niyetle yapılmak istenmiş belli. Fakat olmamış, hata dolu heykeli memleketimize yakıştıramayan, ideolojik amaç güdülmeksizin beğenilmediğini ifade eden duyarlı hemşehrilerimi kutlamak gerekir.  Yapılmışken memleketimize yakışanı olsun.

Daha önceki köşe yazılarımın birinde bahsetmiştim. Ankara Etimesgut’ta Türk Tarih Müzesi ve Parkının girişindeki iki dev yapıt; Türk mitolojisinin uçan ikiz atları; Ak Burşun ve Kök Burşun’a binmiş Göktürk Devletinin en güçlü hükümdarı olarak yansıtılmış Bilge Kağan ve eşi İl-İlmiş Bilge Hatun, sizi alıp tarihin derinliklerine götürüyor. Bilge Kağan atının üstünde öyle haşmetli duruyor ki baktıkça gurur verici bir ürperti duyuyorsunuz.  Biraz daha baksam sanki atlar uçacak, Kağan cenklere koşacak… Heykeller, Etimesgut Belediyesi Heykel ve Seramik Atölyesi’nde çeşitli sanatçılar tarafından yapılmış.

Burada ki heybetli duruşu gördükten sonra bundan sonraki heykeller, özellikle Atatürk heykeli adına şanına yakışır bir şekilde olmalı diye düşünüyorum. Bu genel bilgilerin doğrultusunda, benim naçizane önerim Afyonkarahisar’ımıza yapılması düşünülen Atatürk heykeli ya da başka tasarımlar için Ankara Etimesgut Belediyesi iş birliği ile yapılabilinir.

Kompozisyonlu anıtlar o ülkenin, o yörenin ya da o şehrin tarihini size görüntülü olarak kısa bir anda bilgilendiriverir. Sonra sen merak edersen araştırır öğrenirsin. Benim yine naçizane önerim; Atatürk, Sakarya isimli atıyla Kocatepe’den Afyonkarahisar’a girişi, Büyük Taarruzda bulunan bütün komutanları ile birlikte, arkasında Türk ordusunun yer aldığı bir kompozisyon oluşturularak Şuhut Afyonkarahisar yönünde şehre giriş anı canlandırılmalı. Bunun için Üsküp’te olduğu gibi heykel yapma seferberliği oluşturulabilir. Büyük Taarruzun, kurtuluşun, Cumhuriyetimizin bir simgesi olarak Valimiz, Belediye Başkanımız, iş insanlarımız, sivil toplum örgütleri, kısaca halkımız, gerekeni yapacaklarına inanıyorum.

Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum. Madem şehrimizi güzelleştireceğiz, yaşanır şehir haline getireceğiz, herkesin el birliği ile dayanışma içinde olması gerekir. Şehrimize ayrı bir güzellik katan Akarçay’da akıntı yoluyla gelen atık ve balçıkların temizlenmesi, kötü görüntüyü ve çevrede oluşan kötü kokuyu engellemek amacıyla kapsamlı temizlik çalışması başlatılmış. Suları kesilen Akarçay’da ki görüntü, özellikle Devlet Hastanesi tarafındaki dere yatağı inanılmaz kirli durumda. Cam şişeler, plastik pet su kapları, bidonlar, teneke kutular, yenilmiş atılmış meyve kabukları ve daha sayamayacağım pek çok çöp birikmiş bataklık oluşturmuş. Bu bataklığın içinde ölmüş balık sürüsü de, dibe çökmüş kalmış. Bütün pislikler gün yüzüne çıkmış. Bu çöpleri kim atıyor anlamak mümkün değil. Hâlbuki kamelyalarla süslü Akarçay’ın kenarlarında adım başı çöp kutuları konmuş.

Ne ümitlerle, ne emeklerle, ne masraflarla yapılan; her şehre nasip olmayan Akarçay’ımıza sahip çıkmamız gerekir. Temizlik, şehrin sürdürebilirliğe, halk sağlığına ve insanların yaşam kalitesine olan bağlılığını yansıtır. Birçok şehir, yaşadığı bölgeleri temiz ve sağlıklı tutmak için çabalamaya devam ederken, bizde memleketimizin tertemiz, bakımlı bir şehir olması için elimizden geleni yapmalıyız. Daha yaşanabilir şehir olabilmek arzusuyla, el ele, gönül gönüle, birlik beraberlik içinde olabilmek dileği ile…