ASR-I SAADET ÖRNEĞİMİZ

Abone Ol


HAY-DER Gen. Başk.



Mutlu yuvanın kurulması yazı serisi                                              

 

              Peygamberimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) in yaşadığı döneme “Asr-ı Saadet” denir. Bu asır, fert ve toplumun cehaletten ilme, vahşetten insanlığa, zulümden adalete, kin ve nefretten şefkat ve merhamete, kabile ve aşiret taassubundan bütün insanlığı kucaklayıcı cihanşümul bir düşünce ve inanç bütünlüğüne yöneldiği asır. Bu asırda en büyük muallim (öğretici, eğitici ve terbiyeci) önder ve örnek insan Hazreti Muhammed (s.a.v) efendimizdir.

 

Kendisine Peygamberliğin verilmesi ile başlayan ve vefatına kadar devam eden 33 yıl gibi kısa bir zaman diliminde peygamberimiz, getirdiği inanç ve ahlaki değerler manzumesi sistemiyle sadece kendi döneminin sorunlarını halletmekle kalmamış, kıyamete kadar gelecek çağların sorunlarını da çözecek ölçüler ve esaslar konmuştur.

 

Bu ifademizi; tarih boyunca insanlık, karşılaştığı olayları ve problemlerini tahlil etmek, bunlara çözüm bulmak isterse “Asr-ı Saadete baksın.” Orada kendisi için mutlaka bir çözüm bulacaktır, şeklinde de söyleyebiliriz.

 

Mutlak doğru, diğer adıyla hak fikirlerin dinamizmi kendi içerisinde bulunmaktadır. Bu nedenle karşı taraf ne kadar eziyet ve zulüm yaparsa yapsın taşınan fikirler “engellenemez bir yükselişle” yayılır. Alıştıkları, saltanatlarını sürdürdükleri ve üzerinden maddi imkânlar elde ettikleri yanlış ve batıl inançlarını, hak fikir ve inançtan koruyamayacaklarını anlayan nasipsizler, bu defa işin başındaki insanı yok etme ve ona inananları kendi evlerinden ve yurtlarından sürüp çıkarma yolunu denemişlerdir. Bu döneme Mekke devri, bu dönemde inen ayetlere “Mekkî ayetler” demektedir. Bu dönem ayetlerinin temel özellikleri, iman esaslarını ele almasıdır.

 

İSLAM BÜTÜNDÜR

Bu noktadan sonra inanç hareketinin ikinci evresi başlamıştır. O da “Hicret” le başlayan ve Mekke’nin fethiyle kemâle eren dönemdir. Strateji olarak mekân değiştiren ve inananları, zorbaların elinden kurtararak onları sosyal, siyasal ve askeri alanda eğiten Peygamberimiz, zorla atıldıkları şehirlerini, evlerini ve eşyalarını bu defa askeri güç kullanarak geri almışlardır. Bu devreye de Medine devri, inen ayetlere de “Medenî ayetler” demektedir. Bu dönemde inen ayetlerin temel özellikleri de “Ahkâm ayetleri” dediğimiz adalet, iktisat, siyaset ve muamelat (insanların karşılıklı davranışları) esaslarını ele almasıdır. Özetlersek; İslam, Mekkî ve Medenî ayetlerin tamamıdır. Böylece Allah (c.c) “İnsandan iman, toplumdan nizam istemiştir”

 

FETİH VE İŞGAL

Mekke’nin fethi, zamanımızda Amerika’nın Irak’ı veya Afganistan’ı işgaline benzemez. Irak ve Afganistan işgallerinde binlerce asker ve masum halk katledilir, mallar yağmalanır ve ırzlara tecavüz edilirken, Peygamberimiz Mekke’nin fethinde bir damla kan dökmemiş, dökülmesine izin vermemiş, kimseye tecavüz edilmemiş mal, can, din ve inanç hürriyeti verilmiş ve suçlular bile affedilmişlerdir. İşte bu asırda fert ve toplum hayatında ve her sahada öyle büyük devrimler yaşanmıştır ki biz bunları okuyunca yâda duyunca hayrette kalıyor, cahil ve zalim bir topluluk kısa zamanda en mükemmele erişebilmelerini kavrayamıyoruz.

 

 Bu gün bile idaresi ve adaleti ile bütün dünyaya örnek olan Hazreti Ömer’in kendi ifadesi ile iki hatırasını anlatması, karanlıklar içindeki bir çağın en mükemmele doğru nasıl değişmiş olduğunun en güzel bir örneğidir.

 

İKİ DÖNEMİN FARKI

“Cahiliye dönemime (İslam’a girmeden önce) ait iki hatıram var. Bunlardan birini anınca, gözlerime yaşlar dolar ve büyük üzüntü duyarım. Diğer hatıramı anınca da, gülmekten kendimi alamam. Cehalet dönemimde kız çocuğu olan bir baba toplum içerisinde utançla yaşar ve örflere göre onu diri diri torağa gömerek öldürürdü. Benim de bir kız çocuğum oldu ve utanç duyduğumdan bir gün onu aldım ve gömerek öldürdüm.

 

          İkincisi ise, cahiliye döneminde putlara tapar ve onların bizi yaratıcımıza kavuşturacaklarına inanırdık. Seyahatlerimizde tapınmak için, ‘Helvadan putlar yapar, onlara yol boyunca tapar, acıkınca da o helvadan yaptığımız putlarımızı yerdik.”

 

            Kadının ve kızın hiçbir hakka sahip olmadığı bu “Cehalet dönemi”nden sonra gelen adalet, ilim, irfan döneminde kadın, toplumda hürmet gören, eğitim ve öğretimden yararlanabilen, sözü dinlenen, şahitliği kabul edilen, kocanın hak sahibi eşi, çocukların “cennet ayakları altında olan annesi,” kendi malının idaresini kendi yapabilen insan durumuna yükselmiştir. Allah (c.c) “Nisa suresi” adında başlı başına bir sureyi hanımlar için indirmiştir.

 

IRKCILIK YOK

İslam öncesi toplumun bir başka çarpıcı örneği de kabilesiyle, aşiretiyle veya ırkıyla övünen ve karşısındaki başka insanları küçük görerek aşağılayan bir insanın,  İslam’la birlikte eriştiği yüksek ahlak ve karakteri göstermektedir. Bu büyük insanlardan biri de Peygamberimizin ashabından Ebu Zer-i Gıfari (R.A) hazretleridir.

 

Diyor ki Ebu Zer (R.A.) ; “İslam’la şereflendiğimiz dönemdeydi. Yolda giderken Bilal-i Habeşi ile karşılaştım. Kendisi eski Habeşli bir köle olup derisinin rengi simsiyah idi. Ben kendisine hitaben; ‘Nereden böyle siyah kadının oğlu’ diyerek takılmak istedim. Ancak o, bu sözüme alınmış olacak ki beni Peygamberimize şikâyet etmiş. Peygamberimiz beni çağırarak; Sen de cahiliye döneminin izlerini görüyorum diyerek, beni ve yaptığım işi tenkit etti. Bunun üzerine; mutlaka Bilal’den özür dilemeli ve O’nun gönlünü almalıydım diye düşündüm ve doğruca Bilal’in evine gittim. Başımı, Bilal’in kapısının eşiğine koyarak; ‘Bilal, siyah ayağıyla başıma basmadıkça vallahi başımı buradan kaldırmayacağım’  dedim”.

 

KURALLAR MANZUMESİ

Asr-ı Saadet’in en önemli hususlarından birisi de insanların saadet ve mutluluğu için konulmuş bulunan kural ve kaidelerinin birbirleriyle güzel bir uyum içerisinde olması ve kesinlikle bir tenakuzun (çelişkinin) bulunmamasıdır. Bir noktasında dahi uyumsuzluk olması, o noktada zulme sebep olacaktır.

 

Asr-ı Saadette sağlanan adalet, sadece Müslümanlar için değildir. Medine de yaşayan Yahudiler, Münafıklar ve müşrikler de bu adaletten yararlanmışlardır. Özellikle Yahudilerle yapılan anlaşmalar, onların topluma ve sisteme adapte olmaları sağlamış ancak Yahudiler anlaşmaya sadık kalmayarak, Mekkeli müşriklerle birlikte hareket ederek Medine’deki Müslümanları arkadan vurmuşlardır.