Annem biz küçükken masallar anlatırdı. Üç çocuğunu etrafına toplar, annesine babasına karşı gelenlerin, büyük sözü dinlemeyenlerin başına gelenleri anlatırdı. Evden kaçan çocuğun maceralarını, dönüp dolaşıp evine geldiğini “anamın çorbasına duru, babamın ekmeğine kuru demeyeceğim” diye sonlandırdığı ana fikrini bize bıraktığı masalları…
Annem, her konuşmasını bir atasözü, bir deyim ile süslerdi. Yüzyıllar boyunca aktarılan, halkın bilgeliğini ve deneyimlerini yansıtan özlü sözleri sade, akılda kalıcı yapıları sayesinde hayatın çeşitli yönleri ile ilgili değerli dersler veriyordu anlayana.
Pratik uygulamalardan ahlaki öğütlerine kadar; karar verme, problem çözme, kişisel gelişim konularını, geleneksel değerleri ve inançları yansıtırdı çoğu kez. Yaşadığımız toplumun tarihini, dünya görüşünü, yaşayış biçimini anlamamızı sağlayan özlü sözleri, atasözleri ve deyimler (Darb-ı Mesel hikâyeleri ) annemin yerel kelimeleri ile daha da anlam kazanıyordu.
Annemin; yaptığın her işin, her hareketin karşılığında bir lafı vardır mutlaka. Diyelim ki; bir iş yapıyorsun, “yapacağın işi kılıklı yap, yaptığın bana ise öğrendiğin kendine” ya da “işini güzel yap, kalırsan el beğensin, ölürsen yer beğensin.” diyerek ilk öğretmenimiz olurdu. Bizi çevresinin düzenine göre edepli, ahlaklı yetiştirmeyi amaçlardı mutlaka.
Yaramazlık mı yapıyorsun? Laf hemen gelir. “ Ağır taşı el kaldırır, yeğni (hafif) taşı yel kaldırır.” İyice taşkınlıklarda “Ekmek Bedir’in aş Bedir’in yiyin yiyin kudurun.” dediğinde kendimize bir çeki düzen verirdik. Sözünü mü dinlemedin, “sakalım yok ki sözüm tutulsa” der büyük sözünün dinlenmesi gerektiğini hatırlatırdı.
“Anasına bak kızını al kenarına bak bezini al” yaptığın işin acemisi isen “usta tez dokur, çırak bez dokur.” diyerek o işi yapmaya yüreklendirir seni.
“Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır” “Aş Sabahın iş Sabahın. Sabah kapısı açık gerek, akşam kapısı örtük gerek” çalışmaya her zaman erken başlanması gerektiği üzerinde dururdu.
İsraf etmeyi önlemek için “dene deneye eş olur iki dene bir kaşık aş olur.” Tabağımızda yemek bıraktırmaz, arkamızdan ağlayacağını söyler, tabağımızı sıyırttırarak nişanlımızın güzel olacağına inandırırdı. Ekmeğe saygı göstermemizi ister yerde bulduğumuz ekmeği üç kere öperek alnımıza götürürdük, sonrada ayakaltı olmayan yere bırakırdık, kuşlar yesin diye. Bütün bunları yaparken hissettiğimiz duygu bir başka olurdu.
Bazen lafı alaya alır. “Unun yoksa çörek et, yağın yoksa börek et.” Aslında “unun çoksa börek et, yağın çoksa börek et. “Azı çocuğuna, çoğu kocana gösterme.” “Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde gelmez”, “Çarşıdan gelecek ete soğan doğranmaz”, “Dereyi görmeden paçaları sıvama” der tedbirli olmamızı aşılardı.
İşler istediği gibi olmazsa “Banamın (banar mısın) ayran mı edersin?”, “Akıl yok fikir neynesin, Abdi karıyı boşamış Bekir neynesin?”
Birisi sonradan görme olduysa “Bana ne oldu ben bilemem, eski halimi hiç göremem.”
“Herif yok evde aş bizi neyne sokaklar tene baş bezi neyne”
“Beni bilen beni almaz, delikli taş yerde kalmaz”, “Ne evde kalanımız var, ne yüzü gülenimiz var.”
“El sana taşınan gelirse, sen ona aşınan (aş ile) var.”, “Elti eltiyle -hamamda bohçası bile-kakışır.” “Bunalan bunda kalmaz, bulamaç dona girmez“ bu deyiminde hikâyesi ile anlatır bizi düşündürürdü. ( yokluk zamanında kadının biri bulamaç yapmış, çocukları ile yerken eltisi gelir. Yediklerini görmesini istemeyen kadın, hemen bulamacı şalvarının içine saklar. Fakat elti görmüştür. Elti de yokluk içindedir)
“Erine göre bağla başını, çoluk çocuğuna göre pişir aşını.”, “Eşeğinin kuyruğunu elin yanında kesme. Kimi uzun der, kimi kısa.”
“ Derdi olan deveyi görmezmiş.”, “Kardeş kardeşin ne öldüğünü ister, ne onduğunu.”
“ Keçinin uyuzu suyu pınarın başından içer.”, “Leyleğin ömrü laklağınan geçer.”
“Kuruya kurt düşmez. Acı patlıcanı kırağı çalmaz”, “ Öküz ölünce ortaklık biter.”
“A benim armudum eskiden var mıydın?”, ”Arı buğdayı eski çuvala da koysan belli olur.”
“Eşeğe altın semer bağlasan da eşek eşektir.”, “Emanet Eşeğe binen tez iner.”
“Ben umarım bacımdan bacım ölür acından”, “El deliye, biz akıllıya hasret”, “Hep deli hüp deli beşikteki başını sallar.”
*At nallanır eşek nallanır, tosbağa bacağın kaldırır.”
“Emmim, dayım hepsinden aldım payım”,*Terazi var tartı var her işin bir vakti var”
“Kendi saçını tarayamayan gelin başı düzmeye gider.”
“Rüzgârlı günün kuytusu, yağmurlu günün uykusu (iyi olur).”
“Başa baş olacağına git bir köşeye taş ol.”, “Biz çıracı olduk ay akşamdan doğdu.”
“Yiğidin şaşkının beyaz giyer kış günü”, “Alıştın Hacı Kavas keşkeğine.”
“Hacı Kavas yeni havas”
“Anan güzel idi hani yeri, baban güzel idi hani evi”
“Anamın bitli yorganı, uykusu tatlı yorganı, elin cicili yorganı uykusu acılı yorganı”
“Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar.”, “Ananın bastığı yavru incinmez”
“Analı kuzu, kınalı kuzu”, “Ananın bahtı kızına”
“Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz”
“Cennet anaların ayağı altındadır. “
Anneler sadece darb-ı mesellerle çocuklarının yetişmesine yön vermez, duaları da dillerinden eksik olmaz. “Allaha emanet ol evlat!”, Ayağına taş, gözüne yaş değmesin.”, “Allah seni hayırlı insanlarla karşılaştırsın.”
Birkaç gün önce yine bir anneler gününü kutladık. Anneler üzerine söylenen güzel sözler havalarda uçuştu. Annelerine yakın olanlar sarıldı kucaklaştı, karınca kararınca bütçesine göre hediyesini sundu. Uzakta olanlar özlemle aradılar sordular. Annesini kaybedenler buruk hüzünle andılar. Kimi zaman üzdüğümüz, kimi zaman, kızdırdığımız, kimi zaman sevindirdiğimiz çilekeş annelerimizi her daim sevgimizi göstermek, hatırlarını sormak varken yılda bir kere zorunlu anmakta varmış. Eh bu da bir şey...
Dışarıdan gelen kutlamalara nedense “gâvur âdeti” diye karşı çıkanların bile kutladığı bu özel günü, ben de “Annemin Lafları “ ile ( aslında kitap dolusu yazılabilir) Anneler Gününü kutluyorum.