Yaz aylarının ortasındayız. Turuncu temmuz, bütün sıcaklığı ile yakmaya devam ediyor. Fırsatını bulanlar tatil yerlerine çoktan gittiler bile. Kimi memleketine, köyüne, kimi yazlığına, denizine kavuştular. Çeşitli nedenlerle tatile gidemeyenler hafta sonları bulundukları yerin mesire ve piknik alanlarına, tabiat parklarına, ağaçlık yerlere, dere ve çay kenarlarına, bağına bahçesine çoluk çocuk aileleri ile kendilerini atıyorlar.
Evden getirilen yiyecekler içecekler sere serpe yeniyor, içiliyor. Bazen mangallar yanıyor, etler pişiyor, güzel kokular etrafı sarıyor. Açık havanın verdiği enerji ile oyunlar oynanıyor, akşama kadar pikniğin tadını çıkarıyorlar.
Buraya kadar her şey iyi güzel… Dönüş zamanı döküp saçıp, çöplerini toplamadan evlerinin yolunu tutuyorlar. Madem yedin içtin, lütfen çöplerini de adım başı bulunan çöp kutularına atıver bir zahmet. Sonrada umumi tuvaletlerin pisliğinden, muslukların bozukluğundan, boşuna akan sulardan, akmayan çeşmelerden, çevrenin temiz olmadığından yakınır dururlar. Bakımsız buldukları bu yerlerin temizliğinin düzgün yapılmadığından şikâyet ederler birde.
“Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” özellikle tuvaletlerde sıklıkla görülen bir yazı… Bazı kamu kurumlarında, okullarda, hastane tuvaletlerinde görülür. İnsana “güç senin elinde, istediğini yapabilirsin ama doğru olanı seçmelisin” mesajını verir. Ama bu mesaj ne yazık ki herkese hitap etmiyor.
Hâlbuki bizler tarihler boyunca temiz bir millet olarak tanınmış, Avrupa’ya belki de dünyaya bu konuda örnek olmuştuk. Temizliği biz öğretmiştik en batılı saydığımız toplumlara. Çoğu medeniyeti bizden öğrenmişlerdi. Ama nedense geri kalmayı benimsedik.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a gelen bir Alman rahibi, 1560 tarihinde yazdığı bir eserinde;
“İstanbul’un temizliğine hayran oldum. Burada herkes günde beş defa yıkanır. Bütün dükkânlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiselerinin üzerinde en ufak leke bulunmaz. Ayrıca ismine hamam dedikleri sıcak su bulunan binalar vardır. Buraya gelenler bütün bedenlerini yıkarlar. Hâlbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler. “
Bugün ise Müslüman diyarları denilen yerlerde seyahat eden yabancılar, yayınladıkları kitaplarda “ bir Doğu ülkesine gittiğimiz zaman, önce burnumuza kokmuş balık ve süprüntü kokusu geliyor. Her taraf pislik içindedir. Yerler tükürük ile doludur. Ötede beride toplanmış süprüntü ve ölmüş hayvan leşlerine rastlanılır. İnsan böyle bir doğu memleketinden geçerken iğreniyor ve Müslümanların iddia ettikleri gibi temiz olmadıklarını anlıyor “ demektedirler. (Bakınız Osmanlı Hikâyeleri Temizlik)
Temizlik konusunda “nereden nereye gelmişiz?” diyebileceğimiz bir sürecin gidişatı hiç de iyi görünmüyor. Sen temizlik konusunda Avrupa’ya örnek ol, sonra onlar seni beğenmesinler.
Peki, toplumumuzda neden bazı insanlar duyarsız davranıyor? Bunun pek çok nedeni olabilir. İnsanlar genellikle her zaman yaptıklarına ve alışkanlıklarına bağlı kalmayı tercih ediyorlar. Bu nedenle çevreyle ilgili değişikliklere karşı duyarsız hale gelebiliyorlar. Ayrıca insanın çevre sorunlarına karşı duyarsız olması bilgi eksikliği, aileden, okulundan yeterli eğitimi alamayanlar çevre kirliliğine karşı vurdumduymazlığından kaynaklanıyor.
Peygamberimiz “temizlik imanın yarısıdır” diye buyurarak, inanan bir insanın, temizliğine dikkat etmesi gerektiğini vurgulamıştır. Temizlik, aklın, kalbin, bedenin, yiyeceklerin, içeceklerin, giyeceklerin ve çevrenin maddi pisliklerden arındırılması, manevi kirlerden uzak tutulmasıdır. Bunu da herkes biliyor mutlaka.
Bu arada çevresini temiz tutan, çevre bilinci ile yaşadığı yeri temiz tutanlar, yeşili koruyup gerekli hassasiyeti gösterenler de var.
Onlara, onları yetiştiren ailelere, öğretmenlerine ve hassasiyet gösteren kişiliklerine teşekkür ederim. Sayılarının artması dileği ile…