Geçen hafta geçmişte yayınladığımız bir yazıyı paylaşmıştım. Aşağıda söz konusu yazının devamı vardır. (Yazının yaklaşık dokuz yıl öncesine ait olduğu dikkate alınarak okunmalıdır).
Ortadoğu'da İran'ın Değiş(mey)en Rolü-2
Türkçemizde gerçekten güzel deyimler atasözleri var: Maşa varken ne diye elinizi ateşe sokacaksınız ki… ABD üst aklı ABD’nin “dünyanın jandarması” rolünü son derece maliyetli gördü ve strateji değişikliğine gitti. Yeni strateji iki temel argümana dayanmaktaydı. Bunlardan birincisi, bölgesel anlaşmazlıkları, çeşitli etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkları kullanarak veya böyle bir zemin oluşturarak tarafları çatıştırmaktır. Bir diğeri ise geçmişte oluşturduğu nüfuzu sayesinde dostlarını kullanarak kamuoyu oluşturmak, çıkar çatışması içerisindeki farklı gruplara silah temini, hava desteği ve lojistik-politik destek sağlamak suretiyle daha az maliyetli ve ABD askerinin risk almadığı bir stratejidir. Bu stratejinin bir gereği olarak Amerika 1950’li yıllarda Kore’de, 1960 ve 70’li yıllarda Vietnam’da, 1990’lı ve 2000’li yıllarda Irak’ta olduğu gibi doğrudan çalışmaktan kaçınmaktadır. Ukrayna’da, Gürcistan’da Kuzey Kore ile olan ilişkilerinde olduğu gibi anlaşmazlık içerisinde olduğu ülkeleri yaptırım, siyasi soyutlama gibi global etkisi olan diğer politik araçlarla “karantina” altına almayı tercih etmektedir.
Devrim sonrası soyutlanan İran, savaşın da bitmesiyle bir taraftan içerdeki muhalifleri ortadan kaldırırken, diğer taraftan da uzun vadede bölgede söz sahibi olmak üzere özellikle savunma sanayiinde güçlenmek için hamleler yaptı. Başarılı da oldu. Balistik füze programı, nükleer teknoloji alanındaki çalışmaları, konvansiyonel gücünün ulaştığı seviye, hatta uzay çalışmaları kendisini yeniden bölgesel güç konumuna yükseltmiştir. Afganistan’da, Pakistan’da, Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta, Yemen’de, Tacikistan’da, Bahreyn’de, Suudi Arabistan’da yaşayan “Şii nüfus” hem İran’ın hem de bu ülkeyi kullanmak isteyen global güçlerin dikkatini çekmiştir.
İranlılar şimdi “beş adet” başkentlerinin olmasının mutluluğunu yaşıyor. Öyle ya; sınırındaki Irak’ta bütün varlığıyla operasyon yürütebiliyor. Zayıf ve düzensiz olan Irak ordusu beceremeyince ABD-İsrail ikilisinin bölgede yine bir başka amaçla destekledikleri IŞİD’le mücadele için İran’ın önü çoktan açılmış durumda… Sizce İran’la ABD’nin çıkarı uyuşmasa, ABD İran’ın Irak’ta etkinlik sağlamasına göz yumar mı? Tahran’dan sonraki ikinci başkent Bağdat…
Suriye diğer bir cephe… İran’ın ve Rusya’nın aktif desteği olmasaydı Esed yönetimi bölgedeki diğerleri gibi çoktan yok olmuştu. İran bir taraftan Hizbullah, bir taraftan da özellikle devrim muhafızları vasıtasıyla sağladığı askeri destek, diğer taraftan da diplomatik destekle Esed yönetiminin ömrünü uzatmaya devam ediyor. Bu yüzden üçüncü başkent Şam...
Dördüncüsü Hizbullah eliyle fiilen sahip olduğu Beyrut... Bir diğeri de ‘San’a…’ Burada Husiler vasıtasıyla yönetimi fiilen ele geçirmiş olan İran’ı bölgede kendisine tehdit olarak gören Suudiler diğer Arap ülkelerinin de desteğini alarak hava harekâtı ve sınırlı kara operasyonu yaparak İran’ın yayılmasını durdurmaya çalışmaktadır.
İran’ın tehdit ettiği diğer bir ülke ise Bahreyn… Pakistan, Afganistan, Tacikistan gibi ülkeler bu kategoridedir. İran’ın “kendisine açılan alana” nüfuz etme politikaları, bölgedeki diğer ülkelerde yaşayan Şii azınlıkları tahrikiyle devam etmektedir.
Bölgedeki diğer bir değişken olan İsrail’e gelince; bu ülke İran’da mevcut yönetimden elbette rahatsızdır. İsrail’in amacı bölgede kendisine ciddi tehdit oluşturan İran’ı yine bölgesel bir çatışmanın tarafı yaparak ortadan kaldırmak ya da en azından zayıflatmak, uzun süre kendine gelemez hale getirmektir. Bunun yolu da İran’ın zayıflaması değil, güçlendirilmesidir. Çelişki gibi gözüken bu durum İsrail ya da ABD’ye karşı değil, Sünni İslam anlayışına karşıdır. Zira Şii dünyasını temsil eden İran’ın Sünni İslam dünyasına karşı denge oluşturabilmesi için güçlendirilmesi gerekmektedir. Muhtemel bir çatışma ancak bu şekilde uzun sürecek ve taraflar en fazla kaybı verecektir. Bu bir risktir ama uzun vadeli stratejiler risk almayı da gerektirir.
Kişisel kanaatime göre İsrail’in ve ABD’nin planı, İran’ı Türkiye ile karşı karşıya getirmektir. Zira bu güçler iki ülkenin yönetimlerine de karşıdırlar. Suriye iç çatışması nedeniyle böyle bir zemin oluşmuşsa da her iki ülkenin köklü devlet geleneğine sahip olmaları, şimdilik bunu mümkün kılmamıştır. Bölgedeki gelişmeler en fazla İsrail’in işine gelmektedir. İsrail neredeyse hiçbir bedel ödemeden, etrafında oluşmakta olan çemberleri bir bir ortadan kaldırmaktadır.
İran-Irak Savaşının bitiminin akabinde, İran’ı Irak eliyle ortadan kaldıramayan ABD-İsrail ikilisi, elindeki onca silahı “yanlış” yerlerde kullanmaması için o zamana kadar kendi eliyle besleyip büyüttüğü Saddam’ı Kuveyt işgali ve Körfez savaşıyla ortadan kaldırdı. Böylece İsrail hiç değilse tehdidin birisinden kurtulmuş oldu. Şimdi ise sınırındaki diğer tehditle meşgul; Suriye… Bu ülkedeki iç savaşın lehine sonuçlanması için büyük bir çaba içerisinde… Bu amaca ulaşmak için bölgede bütün aktörlerle işbirliği yapıyor. İsrail’in birinci tercihi yönetimleri değişen bu ülkelerden her birinin “Eski Türkiye’de” olduğu gibi İsrail yanlısı olması… İkinci tercihleri ise birbirine düşman, her an çatışma potansiyeli taşıyan küçük ve halkından kopuk diktatörlükler.
İsrail hiçbir zaman komşularında halka yakın, halkın değerlerine dayanan bir yönetim istemez. Ancak İsrail açısından kaybedilmiş ülke olan Türkiye İsrail’in bütün planlarını bozmaktadır. Bölgede Türkiye’nin hesap edemediği gelişmeler olmuş olsa da o büyük “devin” adeta uyanması İsrail’e kâbuslar yaşatmaktadır. Türkiye’nin bölgede yükselişi ve “hinterlandında” yeniden etkili olmaya başlaması global güçleri fena korkutmuşa benziyor. Bu korku; İran’ı, İsrail’i, ABD’yi “konjonktürel” olarak bir araya getirmiş durumdadır.