ÇOCUKLARIMIZA NELER OLUYOR?!..
Öğretmenlerin çaresiz olması demek!
Öğretmenlerin can güvenliğinin olmaması demek!
Sendikalarının öğretmenine sahip çıkmaması demek!
Meslektaşı öldürülen diğer öğretmenlerin esaslı bir tepki vermemesi demek!
Şımartılmayı hak bilen öğrencilerin ailesine verdikleri en hazin diploma katillik demek!
Çocuğuna sahip çıkma yerine onu sokağa salıp bundan rahatsız olmayan ailelerin bilinçsizce hareket etmesi demek!
Çocuğun kulağını çeken öğretmene akıl almaz davranış sergileyen, veli, müfettiş ve yargının ikiyüzlülüğünün ispatı demek!
Öğrenciye dokununca Türkiye'yi ayağa kaldıran medyanın öğretmen öldürülünce sessiz kalması demek!
Para kazanmak için dizi çekenlerin çektikleri diziyle bir nesli ne denli heba ettiğinin farkında olmaması demek!
Şiddet eğilimli dizilere izin veren RTÜK gibi kurumların işlevini yitirmiş olması demek!
Eğitim sisteminde öğrenciye yönelik ciddi ve caydırıcı disiplinin olmaması demek!
Her türlü şikâyeti anında işleme konulan velinin gittikçe daha da azgın hale gelip saldırının boyutunu artırması demek!
Öğretmene atılan iftiraların iftira olduğu kesinleşmiş olsa bile iftira atana herhangi bir bedel ödetmeyen ve öğretmenlerin hamisi olduğunu söyleyenlerin yalancı olduğunun teyidi demek!
Dayak yiyen ve iftira atılan öğretmene, ''Git hakkını ara arkandayız'' diyerek onu ateşe atanların sorumluluktan kaçması demek!
Eğitim camiası olarak tüm bunlara kıyısından köşesinden bulaşmış olan hepimiz o katil öğrenci kadar suçluyuz!
Testi kırılmadan önlem almak herkesin boynunun borcu! Ve bu kırılan kaçıncı testi?
Toplumumuzu derinden etkileyen ahlak çöküntüsü, günümüzde almış başını gidiyor. Hemen her gün dehşet verici olayları duyuyoruz, görüyoruz, okuyoruz. Esrar, eroin, uyuşturucu, alkol kumar ve fuhuş, sektörü artıkça toplumda manevi bir çöküntü başlıyor. Hırsızlıklar, tecavüzler, cinayetler, kadın düşmanları, bunalımlı insanlar; özellikle son yıllarda büyük artışlar gösteriyor. Belki kendi kendimize üzülüp, gelecek adına kaygılanıyoruz…
Bunların nedenlerini araştırmak tabii ki psikologların, sosyologların, toplum sağlığı ile ilgili birimlerin görevidir mutlaka. Bir eğitimci gözü ile okullarda gördüğüm; çoğuna çare olamadığımız sorunlu çocukların yetişip, başkalarına zarar vererek toplumda karışıklık oluşturmalarıdır.
Öğretmen olarak görev yaptığım yıllar içinde öğrencilerimle ilgili unutamadığım pek çok anı yüreğimin bir köşesinde sıkışıp kaldı. Karınca kararınca konuyla ilgili olduğunu düşündüğümden paylaşmak istiyorum.
Bunlardan bir kaçı;
Derslerine ilk defa girdiğim öğrencilerin hepsini hemen tanıyamam. Bazıları ilk günden kendini gösterir, bazılarını da zaman içinde öğrenirim. Genellikle ilk göze batanlar, ya sınıfın çalışkanlarıdır ya da en haylazlarıdır.
Boyu uzun olduğu için en arka sırada tek başına oturan öğrencim; sınıftaki diğer öğrencilere göre daha büyük görünüyordu. Sanki bir hareketle döner koltuğundan dönüverecek, emirler yağdıracak mafya lideri gibi duruyordu. İlk günlerde pek dikkatimi çekmese de, sonradan; sırasında olmadığı zamanlar gözlerim onu arıyordu sınıfta. Birinci dersimde görüyorsam ikinci derste yoktu. Derslere devamsızlığı artıyordu. Derste olduğu günlerde ise başı daima önünde, dersle ilgisiz, kayıtsız, deftersiz kitapsız öylece oturuyordu. Yanına gidip defterini kitabını sorduğumda, sıranın altından isteksiz hareketlerle bir defter çıkarıyor, ceketinin iç cebinden çıkarttığı kalemi parmaklarının arasında çevirerek, ‘’Çıkarttım işte ne olacak?’’ havasında tek bir kelime etmeden, dediğimi yapıyordu. Saygısız değildi. Temiz yüzünün bakışlarında derinlik vardı. Besbelli kimselere anlatmadığı ya da anlatamadığı sıkıntılarını, gözünü ayırmadan baktığı, oturduğu sırasının üzerinde saklıyordu.
Yazılılara girmedi, dönem ortasında da kayboldu gitti. Sırasını sınıftan başka öğrenciler doldurdu. Yokluğu zaten belli değildi, daha sonra yoklama defterinden adı silindi. Okul idaresinden disiplin cezası aldığını söylediler. Okulu bırakmıştı. Annesine, babasına ulaşılamadı. Parçalanmış ailenin ortada kalmış bir ergeniydi.
Yılsonuna doğru, öğretmenler odası, sınıflar; bu öğrencinin iki kişiyi öldürdüğü haberi ile çalkalandı. Ani bir öfkeyle hiç yok yere katil olmuştu. Suçlusu kimlerdi? Dünyaya getirdiği çocuklarını ortada bırakıp kendi yollarına giden annesi, babası mıydı? Onu okuldan atan okul idaresi mi? Kendisine rehberlik edemeyen öğretmenleri mi? Yoksa toplumun kaybettiği değerler mi?
Bir başka anıdan;
Okulları evlerine uzak olduğu için servisle gidip geliyordu öğrenciler. Güzergâhı bizim semt olan servisi bende kullanıyordum. Sabahları, öğrencileri evinin önünden alıp, okul çıkışı yine evlerinin önüne bırakıyordu servis. Hepsi kız öğrenci olan lise öğrencileri okulun genel kurallarına uygun kıyafetleri içinde okulun bahçesinde toplanır, öğrenciler sınıflarına göre, nöbetçi öğretmenler gözetiminde içeri alınırlardı.
Aynı serviste gelip gittiğimiz kız öğrencilerden biri, teneffüste sınıfta bayıldı. Bütün nöbetçi öğretmenler koştuk, ayıltmaya çalıştık. Bir süre sonra ağlayarak kendine geldi. Bayılmalar gittikçe artmaya başladı. Yerli yersiz derslerde de devam edince; bazı öğretmen arkadaşlar, öğrencinin numaradan bayıldığı kanaatine vardılar. Velisi arandı telefonla, telefon hiçbir zaman açılmadı. Derslerdeki devamsızlığı artınca merak ettim. Çünkü her sabah servisine binerek okula geliyor, okul çıkışında yine servisle evine dönüyordu. Okul idaresinin iş birliği ile bu öğrenciyi takibe aldık.
Öğrenci servisle okula geliyor, okul kapısından girmeden başka yöne çekip gidiyor. Okul çıkış saatinde de geliyor, okuldan çıkmış gibi servisle evine gidiyordu. Okulda olduğu günler de bayılıyordu. Okul müdiresi bizzat kendisi takip edip, başıboş gençlere takıldığını gördü. Öğrenciyi düştüğü bataklıktan kurtarmak için çok uğraştı. Ailesi ile görüşmek istedik, öğrenci aracılığı ile velisini okula çağırdık. Annesi ve babasının ayrıldığını, başkaları ile evlendiklerini, ikisinin de bu şehirde olmadığını, kendisi de çok yaşlı babaannesi ile birlikte kaldığını anlattı. Babaanne kızlarının okuduğunu sanıyordu. Bir süre sonra bu kız öğrencinin evden kaçtığını öğrendik. Sonucu malum…
Bir diğer anım;
Geçici olarak, dersleri boş geçen bir ortaokulda görevlendirilmiştim. Gireceğim sınıfın birinde yetiştirme yurdunda kalan bir öğrenci diğer öğretmenlere illallah dedirtmişti. Derse girmeden beni uyardı öğretmen arkadaşlar. ‘’ Ders işlemek istiyorsan onu iyice döveceksin, sonra ders anlatacaksın. Yoksa ne ders işleyebilirsin, ne de anlatabilirsin’’ dediler. O sınıfa girdiğimde gerçekten de adı geçen öğrenci yerinde hiç oturmuyor, ders dinlemek isteyen öğrencilerin defterini, kitabını alıyor, kızların saçını çekiyor, kimine kalemini dürtüyor, kimini sırasından düşürüyor. Biraz izledim kendisini. Sonra yanıma çağırdım. Döveceğimi düşünerek, yüzünü ve başını korumak amacıyla eliyle siper ederek çekinik adımlarla yaklaştı.
Ela gözlerini kırpıştırarak gelirken, yüzünün çocuksu masumluğu, sevgi arayıp ta bulamadığı için derin çizgilerin temel atmaya başladığı hüzün gölgeliyordu. Yüzü gözü kabuk bağlamağa yüz tutmuş yaralar içindeydi. Başını okşayarak, ‘’Gel bakalım, senin yerin neresi bana göster’’ dedim. Başını okşarken, vuracağımı sanarak geriye irkildi. Adını biliyordum. Adıyla hitap ettim. Dövülmeyeceğini anlayınca yerini gösterdi. Oturmasını söyledim. Defterini kitabını çıkarttı çantasından. Hiç kapağı açılmamış bir kitap, yazı yazılmamış yepyeni defter. Kılık kıyafeti diğer öğrencilere göre daha iyi idi. Defterin ilk sayfasına adını soyadını yazmasını istedim. 6.sınıf öğrencisi olarak çirkin bir yazı ile eksik yazdı adını. Anladığım kadarı ile öğrenme güçlüğü vardı.
Teneffüslerde yanımda benimle beraber yürümek istiyordu. Arada abartılı bir şekilde kucaklıyordu. ‘’Benim annem olur musun?’’ diyerek. Öyle sevgiye, şefkate ihtiyacı vardı ki; teklifini bir şartla kabul ederim dedim. ‘’Dersleri iyi dinleyeceksin, yerinden hiç kalkmayacaksın’’ anlaştık. Karnının aç olduğunu söyledi, kantine indik bir şeyler yedi.
Artık derslerimde uslu duruyor, sırasının yanına geldikçe sevgi gösterisinde bulunuyordu. Bazı günler bakışları dumanlı gibi şuursuzca davranıyordu. Birkaç kere okulun arka bahçesinde kuytu yerinde, saklanmak istiyor gibi bir hali varken gördüm. Ne yaptığına anlam veremedim. ‘’Bali içiyor’’ dediler, çok şaşırdım. Bacak kadar çocuk, ne zaman alışmış, nerden buluyor, okulda içmeye nasıl cesaret ediyor bilemedim. İdare ile görüştüm. Yetimhanede kaldığını, kendisinin bebekken bir battaniyeye sarılı olarak sokakta bulunduğunu anlattılar. İçim acıdı.
Bir gün, öğleyin okuldan çıkışta, bütün çocuklar bağrışarak yakında bulunan tren yolunun olduğu yöne doğru koşuyorlardı. ‘’Ne oluyor?’’ demeye kalmadan, tren geçti bütün gürültüsü ile. Öğrencinin ‘’kendimi trenin altına atacağım’’ diye koşarak tren yoluna doğru gittiğini söyledi arkadaşları, görenler arkasından yetişmiş faciaya saniyeler kala kurtarmışlardı. Aynı çocuk defalarca ilgi çekmek için ‘’Kendimi öldüreceğim’’ tehditlerinde bulunmuş ve bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı.
Kısa bir süre sonra o okula atanan yeni öğretmenden sonra asıl görev yerime döndüm. Daha hayatının başında annesiz babasız kalmış, terk edilmeyi hazmedememiş bu öğrencimden bir daha haber alamadım. Sevgiye muhtaç olduğu yaşlarda, aile sıcaklığını sığındığı uyuşturucularda araması, kendi ruhunun acısını, büyüdüğünde çevresindekilerin ruhunu acıtarak dindirmeye çalışması olası bir çocuk…
Gözden ırak parklarda kümeleşmiş sokak çocuklarının, poşetlerin içinde bali çektiğini gördüğünüzde kendilerine müdahale etme şansınız yoktur. Öyle ki rastladığınızda yolunuzu değiştirirsiniz. Bir sigara için adam öldürebilecek kadar gözü dönmüş olurlar. Köprü altlarında ıssız sokaklarda kendi haline bırakılmış çocuklar…
Sınıfta zaman zaman kaybolan ufak tefek eşyalar, cep telefonu ve paraya dönüşünce çalan öğrenci bulundu. Kendisinin böyle bir şeyi yapamayacağını düşündüğümüz bu kız öğrenci; ailesi ekonomik sıkıntı içinde olduğunu, zengin arkadaşlarına özendiğini ifade etmiştir. Tedavi ettirmek yerine ‘’Sakın bir daha yapma’’ diyerek uyarı mahiyetinde nasihatler edildi. Diğer öğrencilere de ‘’Eşyalarınıza sahip olun’’ denildi. Kleptomani: Çalma Hastalığına aday olabilecek bu çocuğun hastalığından ne yazık ki ailesinin hiç haberi yoktu.
Çoğumuzun bildiği bir hikâye vardır;
Anamas Dağı Hikâyesi
Anamas dağı Beyşehir Gölü’nün batısında olup 2110 metre yüksekliktedir. Bu dağın eteklerinde köyler vardır. Buralardaki halk geçimini diğer dağ köyleri gibi odunculukla hayvancılıkla sağlarlar. Fakat çoğu fakirdir, kıt kanaat geçinmektedirler. Böyle fakir ailelerden birinin küçük yaşta bir oğulları vardır. Annesi bunu daha küçük yaştan itibaren hırsızlığa alıştırır. Çocuk komşularının kümeslerinden tavuk bulur, tavuk çalar yumurta bulur yumurta çalmaya başlar
Derken çocuk büyür onunla beraber çaldıkları da büyür. Delikanlı artık tavukla yumurta ile uğraşmaz. Dağda yol kesmeye adam soymaya alışır. Düpedüz eşkıya olur bu küçük tavuk hırsızı. Sonunda hükümet kuvvetleri tarafından yakalanır. Çaresizce hâkime yalvarır “beni annem alıştırdı beni asmayın anamı asın” der. Bundan sonra dağın ismi Anamas kalır.
Bunlara benzer pek çok anılarımı sıralamak mümkün, yukarıda bahsettiğim sadece birkaç anım. Ailesi tarafından ilgi gösterilen ve sevilen çocukların beyninin daha iyi gelişip, zeki, sosyal ve başarılı bir hayat sürdüğü görülürken; ilgiden ve sevgiden yoksun yetişen çocukların daha az zeki, daha az sosyal, suça ve kötü bağımlılıklara daha yatkın şekilde yetiştiği görülmüş. Her parçalanan ailenin çocuğu, ya da annesiz babasız büyüyenlerin, potansiyel suçlu olacak diye bir şey yok ama istisnalar kaideyi bozmaz.
Ergenlerin duygularının frenine basmayı ve kendilerini ayarlamayı öğrenmeleri; duygularını doğru zamanda, doğru oranda ve doğru durumlarda kullanmaya çalışmaları gerekir. İşte bu konularda onlara yardımcı olmak için söyleyebileceğiniz ve bununla ilgili olarak, ergenlere yaklaşımın nasıl olacağı konusunda eğitimpedia sayfasından aldığım önerilere göre altı şey:
1. Seninle gurur duyuyorum.
Bunu mümkün olduğunca sık söylemenin bir yolunu bulun. Onların bilgileriyle, yaptıkları ya da yapmaya çalıştıkları şeylerle gurur duyun. Maçlarına, müsabakalarına gidin. Oyunlarını, gösterilerini ya da konserlerini izleyin. Bunlar bittikten sonra onlar dört adım önünüzden yürüyüp, size gezegendeki en utanç verici kişiymişsiniz gibi davransalar bile onlarla gurur duyduğunuzu söyleyin. İsterseniz bunun için arabaya binene kadar bekleyin ama mutlaka söyleyin!
2. Hatalıyım.
Bunu söylemek kolay olmayabilir ama çocuğunuzla bir yetişkin ilişkisi kurabilmenizin temeli budur. Ergenler sanki size sanki hiçbir şey bilmeyen aptallarmışsınız gibi davranırlar ama aslında sürekli sizi izler ve onlara yol göstermeniz için size güvenirler.
Aslında bu dönemde ergenler sizin dünyanın en güzel lazanyalarını yapmadığınızı ya da arkadaşlarının anne babalarının bazı şeyleri daha farklı yaptıklarını anlamaya başlarlar. Bir zamanlar siz onun tüm dünyasıydınız, şimdiyse her şeye açıklar ve sizi farklı bir bakış açısıyla görmeleri gerekiyor.
Bu, “bilmiyorum” ya da “hatalıyım” demekle başlar. Böylece onlara yanılabildiğinizi ama aynı zamanda doğru davranabilmek için elinizden geleni yaptığınızı göstermiş olursunuz. Sürekli elinden geleni yapmaya çalışan ama sık sık çuvallayan bir ergene bundan daha güzel ne söylenebilir ki!
3. Hatalısın.
Ergen çocuğunuza hata yaptığını ya da daha iyi davranabileceğini söylemek, gelişme dönemindeki ergeninize verebileceğiniz önemli bir mesajdır. Ergenler her zaman haklı değildir. Ama mesele onların hatalı olduğunu kanıtlamak ya da hatalarını düzeltmelerini sağlamak da değildir. Asıl mesele, onlarla dürüst konuşmalar yapmaktır. Bu konuşmalarda, birinci maddedeki “seninle gurur duyuyorum” cümlesini sık sık kullanın ama mutlaka dürüst olun.
Elinden hiçbir iş gelmeyeceğine ve hiçbir şeyi beceremeyeceğine inandığınız yetişkin adayı ergen çocuğunuzu gerçek dünyaya göndermenin bir anlamı yoktur. Çocuklarınız hedeflerine ulaşabilirler mi? Elbette ulaşabilirler! Ama hayatlarında tek bir şarkı söylememişken bir pop yıldızı olup milyonlar kazanamazlar. Ya da matematikten nefret edip bütün gününü insanlarla birlikte geçirmekten hoşlanan bir ergen muhtemelen ileride bir muhasebecilik yaparsa çok mutsuz olacaktır. Çocuklarınızı övün ve onları yönlendirin. Her şeyi değil, iyi yaptıkları şeyleri övün ve onları sizin gitmelerini istediğiniz yöne değil, onlara uygun olan yöne yönlendirin. Ergenlerin yol gösterilmeye ihtiyacı vardır. Yol gösterin.
4. Seni dinliyorum.
Ergenler ya hiç durmadan konuşurlar ya da hiç konuşmazlar. Sadece gaz pedalları olduğu ve frenleri bulunmadığı için bir şeyin ortasını pek bilmezler; onlar için ya hep ya hiçtir. Bu yüzden onların ender, dur duraksız konuşma anlarından birine denk geldiyseniz telefonunuzu kenara koyun, bilgisayarınızı kapatın, ne yapıyorsanız bırakın ve onları dinleyin.
Yalnız çok önemli bir nokta var. Ne yaparsanız yapın, sakın bütün dikkatinizi onlara vererek dinliyormuş gibi yapmayın. Tenceredeki çorbanızı karıştırmaya, önünüzdeki kâğıda bir şeyler çiziktirmeye devam edin ya da arabada giderken yolu uzatın. Onların konuşmaya devam etmesini sağlamanın püf noktası, onları sanki yarım kulak dinliyormuş gibi davranmanızdır. Böyle dinlenmek onların zoruna gitmez ya da onları incitmiş olmazsınız. Ergenlerin, akıllarına bir şey takıldığında ya da bir düşünce ve fikir hakkında konuşmak istediklerinde sizin onların dinlemeye hazır olduğunuzu bilmeye ihtiyacı vardır sadece.
5. Bu senin işin!
Bu sizin sorumluluğunuz ve bununla başa çıkabilirsiniz. Neden söz edildiğini anladınız! Ergenlerinizin yapabilecekleri şeyleri onların yerine yapmayın. Ergen çocuklarınızın nasıl İngilizce dersinden geçmeleri, sürücü eğitimi almaları ya da standart testleri aşmaları gerekiyorsa, aynı şekilde yaşam becerileri ve duygusal beceriler konusunda da ustalaşmaları gerekir. Bırakın, çamaşır yıkamak, yemek menüsü planlamak, alışveriş yapmak ve ev temizliği gibi yaşam becerilerini edinsinler. Bu becerilere sahip olmaları onlar için çok iyidir.
Ancak duygusal beceriler de diğerlerinin yanında fazla bahsi geçmese de çok önemlidir. Ergenlerin arkadaşlarıyla yaşadıkları aşırı duygusal durumlarla başa çıkabilmesi gerekir. Ya da hayal kırıklığına uğrattıkları bir öğretmen ya da komşuyla ilişkilerini düzeltebilmeli, bir şey bırakmayı unuttukları büyükannelerini arayarak özür dileyebilmeliler. Bir şey korkutucu ya da üzücüyse ağlayabilmeli, komikse gülebilmeliler. Suçluluk duymak, utanmak ya da üzülmek gibi, hayatın karşılarına çıkartabileceği zor duyguları da hissetmeleri gerekir. Onlar bunları yaşarken bir ebeveynin sadece oturup onları izlemesi gerçekten zordur. Ergen çocuklarınız sizin yanlarında olduğunuzu, her zaman olacağınızı ama yaşadıkları şeylerle kendilerinin başa çıkabileceğini bilsinler.
6. Seni seviyorum.
Bir ergenin dünyasında her gün duygu ve değişim doludur. Bütün gün bir madalya almak için uğraşırlar. Dünyayla sosyal medya aracılığıyla sürekli irtibat halindedirler, yani dünya kelimenin tam anlamıyla parmaklarının ucundadır. Ergen çocuklarınız için sizin onların yanınızda olduğunu bilmelerinden daha da önemlisi, sizin onlarla gurur duyduğunuzu, onlarla birlikte ilerlediğinizi ve ilişkinizin ilerideki aşamalarını heyecanla beklediğinizi bilmeleridir. Tüm bunlar, “seni seviyorum” cümlesiyle anlatılabilir. Bu yüzden size bıkkınlıkla da baksalar, sizi duymamış gibi yapsalar ya da homurdanarak karşılık verseler bile bunu söylemekten vazgeçmeyin!
Günümüzde nasıl yapabildiklerine akıl sır erdiremediğimiz canilikleri yapanlar, ahlak ve vicdan sınırlarını zorlayanlar, insanlıktan çıkmış olanlar, büyük olasılıkla çocukluk yıllarında yaşadıkları sevgisizlik ve ilgisizliğin sonucunda bu hale gelmişlerdir. Çocuklarımızı bu tür yanlışlardan kurtarmak başta ailelere düşüyor. Toplumda kendi haline tek başına bırakılmamalı. Okullarda ki rehber öğretmenler çocukları iyi analiz etmeli. Okul idaresi, yanlışı olan çocukları okuldan atmak yerine onu sahiplenerek gerekli eğitiminin verilmesi için ilgili bakanlıklarla iş birliği içinde çocuğu kazanma yoluna gitmeli. Unutulmamalıdır ki; elma kasasında bir çürük elma, bütün elmaları zamanla çürütür. Önemli olan çürütmemek…
Mürşide AYHAN