ÇOCUKLUK İŞTE
Nefes nefese kalmıştı koşmaktan,
Evdekiler haberi alacaktı çocuktan.
Misafirleri geliyordu Ankara’dan,
Herkesten daha heyecanlıydı kara gözlü oğlan.
Gelen dayısıydı köyünü çok özlemiş,
Doğduğu köye çocuklarını da getirmiş.
Yıllardır görmemiş baba ocağını,
Bağları kopacaktı olmasa kardeşiyle, bacısı.
Kucaklaşmalar hasreti bir anda bitirdi.
Misafirler, evin halkına bir başka telaş getirdi.
Ne var ne yok ortaya döküldü,
Ne pişirsem ne yedirsem ev sahibi şaşırdı.
Çocuklar birbiri ile çabuk kaynaştı.
Köy meydanında oradan oraya koşuştu.
Çok değişik geldi köy havası şehirlilere,
Bahçelere gittiler binip te eşeklere.
Elleri ile topladılar taze sebzeleri
Akşama güzel bir ziyafet verilmeli.
Buz gibi kaynak sularında üşüdü elleri,
Bir günde bitmesin daha çok gezilecek yerleri.
Baba şereflerine kesti evdeki horozu,
Keşke ellerinde olsaydı devirseydi kuzuyu.
Mantılar, dolmalar hazır ikrama
Tatlılarda fırında, döndü bayrama,
Küçük oğlan iştahla bekliyor sofrayı,
Bugün nedense ayrı ayrıydı herkesin tabağı.
Büyük küçük herkes sofraya oturdu,
Annesi dumanı üstünde yemeği getirdi.
Bekledi kara gözlü oğlan sabırla sırasını,
Tabağına koca bir parça et gelince gözleri parladı.
Büyük bir iştahla iyice yerleşti yerine,
Hep severdi böyle yemeği, kaşığını alıverdi eline,
Birden annesi tabağından aldı eti,
Yanındaki misafir çocuğa veriverdi.
Dondu kaldı elinde kaşığı; çocuğun,
Hesabını soramadı yapılan haksızlığın.
Yokluğun gözü kör olsun, misafirden misafire yenirdi
Ev sahibi, yemez yedirirdi.
Kalktı gitti sofradan hıçkırarak,
Ağladı… Ağladı… Karnı da çok aç.
Küstü herkese, her şeye, böyle böyle alışacak
Yokluğun faturası hep çocuklara çıkacak…