Halktan (Avam) birisi ile karşılaşırsanız. Adam kendi durumuna bakmadan sizin meslek ve müktesebatınıza bakmadan hemen bir hüküm koyar. “Elin gâvuru her sahada ileri gitmiş azizim. Daha biz bir toplu iğne bile yapamıyoruz. Veya siz Mühendissiniz de neden bir icat yapamıyor veya ülkemizin sanayileşmesini sağlayamıyorsunuz?” gibi...

Adama diyoruz ki bir ülkede ki siyasi güç yani iktidar o ülkeyi ya mamur ülke yapar, ya da muhtaç ülke yapar. Mesleği ne olursa olsun ferdin gücü kendi başına bir iş yapmaya yetmez.

Biz bu cümleyi söylüyoruz ama biliyoruz ki karşımızdaki adam ne dediğimizi, neyi kastettiğimizi anlamamıştır, bile. Ve gider seçimlerde yine partizanca davranarak Televizyonlarda, gazetelerde kendisine iyi olarak takdim edilen partiye oyunu verir, onlar da ayakta kalmış tek tük milli kuruluşlarımızın baltalanarak yok edilmesini sağlar.

ORDUDA İHTİŞAM SÜNNETTİR

1987 seçimleri. Ben Denizli’den RP Refah Partisi Milletvekili adayıyım. Çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz. Ankara’dan RP Genel Merkezinden bir haber geldi. “Genel Başkanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız Aydın’a mitinge geliyor.”

Hocamızın Aydın’a geleceği gün seçim çalışmalarımızı keserek biz de Denizli teşkilatı olarak arabalarla ve otobüslerle Aydın’a gittik. Aydın mitingi öğleden önce.

Mitinge katıldık hem kendimiz şarj olduk ve hem de Milli Görüşçüler olarak Aydın da bir gövde gösterisi yaptık.

Dergâhtan başka yer bilmeyen ve “bir lokma, bir hırka...” diyenler, bizim yaptığımız bu aksiyonun ne manaya geldiğini yine anlayamayacaklardır. Bizim bulunduğumuz makamın bir dergâh olmayıp bir askeri makam olduğunu da bilemeyeceklerdir.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) Mekke’nin fethine giderken Mekke yakınlarında mola verdirerek; “Geceyi burada geçireceğiz. Ordumuzda ki her asker bir ateş yakacaktır” emrini verir. O gece Mekke yakınlarındaki dağın bütün yüzeyini yakılan ateşlerin ışıkları kaplar. Bu büyük ihtişamı gören Mekkeliler ister istemez bir korkuya kapılırlar. Hemen bütün Mekkeliler, “Biz bu büyük orduya asla karşı koyamayız” derler.

Ertesi günü sabah Mekke elçisi olarak Mekke ulularından Ebu Süfyan’ı, Müslüman ordusunda Hazret-i Muhammet ile görüşmek üzere gönderirler.

Peygamberimiz, Ebu Süfyan için İslam ordusuna bir geçit resmi tertipler. Orduyu oluşturan bütün askerler disiplinli bir şekilde, ellerinde bayrak ve flamalarla ve kabile kabile Ebu Süfya’nın önünden geçerler. Ebu Süfyan İslam ordunun bu ihtişamı karşısında hayretini gizleyemez ve “Muhammedin meğer şanı ne kadar büyümüş” der. Sahabe-i Kiram bu cümleye “Bu Peygamberlik şanıdır” derler.



BAKARSAN BAĞ, BAKMAZSAN DAĞ OLUR

Hocamızın mitingi tamamlandı biz tekrar Denizli’ye dönmeye hazırlandık. Ancak miting de kendileriyle karşılaştığımız ve Aydın Elektronik Sanayisinde görevli Mühendis arkadaşlarımız; “Aydın kadar gelmişken ve size bir yemek yedirmeden buradan salmayız. Bir de Elektronik sanayi fabrikamızı size göstermek istiyoruz” dediler.

Aydın Elektronik Sanayi Erbakan Hocamızın ülkemizin her yerinde 1975 başlattığı ve 345 ağır Sanayi kuruşundan biriydi. TESTAŞ Türkiye Elektronik sanayi Anonim Şirketi bünyesinde kurulan fabrikalardan biriydi.

Bu esnada İktidar da ANAP ve Başbakan olarak da Turgut Özal bulunmaktaydı.

Fabrika İzmir yolu üzerinde meyilli bir arazi üzerine kurulmuştu. Fabrikaya girdiğimizde makinaların ve tezgâhların büyük bir kısmı çalıştırılmayarak, bekletildiğini gördüm. Ortada büyük bir masa etrafına 10 -15 kadar kızımız oturmuşlar çalışıyorlardı. Bu kızlar ne yapıyorlar, dedim. Bana; “Diyot yapıyorlar” dediler. “Diğer makine ve tezgâhlar niçin çalışmıyorlar?” dedim. “Hele biraz daha sabredin” dediler.

Beni fabrikanın bodrumuna götürdüler. Bodrumda bazı sandıklar vardı ve bunların kapakları bile açılmamıştı. Sonra benim yanımda sandıkların bir kısmının kapakları açtılar ve bana açıklamada bulundular.

“Bakın Nevzat Bey” dediler. “Bu sandıkların içinde elektronik sanayisinde imalatı yapılacak çok küçük parçaların kaynak edilmelerinde kullanılacak gümüş ve altın kaynağı yapabilen kaynak makinaları var. Ama bunları işletmeye alamıyoruz.”

“Niçin?” Dedim.

“O günün parasıyla 50 milyar TL (bu günün parasıyla 50.000 TL) işletme sermayesine ihtiyacımız var. Ancak bu parayı Hükümetten alamıyoruz. Dolayısı ile tezgâhlarımız ve makinalarımızı da çalıştıramıyoruz, dediler.”

Bu ifade üç şekilde benim içimi sızlattı. Birincisi ülkemizi kalkındırmak için büyük emeklerle fabrikalar kurmuşuz ama bu fabrikalar şu veya bu sebeplerden dolayı çalıştırılmıyor.

İkincisi, aynı zamanlarda Ankara Belediyesi 50 milyar lira ile ANFA Altın parkı adında bir park yaptırıyor ve milletin parası buralara harcanıyordu.

Üçüncüsü ise “Ben burada gördüklerimi köylü Ahmet ağaya, çiftçi Mehmet ağaya, bakkal Ali ağaya, ev hanımı Hacer Yengeye nasıl anlatacağım. Acaba ben anlatsam onlar anlayarak ülkemizi doğru yola götürecek siyasi varlığı gösterebilecek yönde oy kullanabilecekler midir?

Ya Rabbi bize akıl ve iz’an ver. Bize hak’kı hak bilip ona bağlanmayı, batılı da batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip et.



Nevzat Laleli

Makine Mühendisi

RP Denizli Milletvekili adayı