GEZMEYİ ÖZLEYENLER İÇİN             

Abone Ol
  GEZMEYİ ÖZLEYENLER İÇİN             

 

’Hayat bir kitap gibidir, gezip görmeyenler hep aynı sayfayı okur. ‘‘

 

Çoğumuzun evlerine kapandığı ilkbaharın bu güzel günlerinde sizlerle birlikte Kars’a doğru yolculuğa çıkmak istiyorum. Gezip gördüklerimi sizlerle paylaşarak biraz olsun sıkıntılardan uzaklaşmak dileği ile… Biz bu tura çıkarken henüz Türkiye’ye Coronavirüs uğramamıştı. Ta Uzak Doğu’da,  Çin’de kendini gösteriyordu. Buralara gelmez sanıyorduk. Önlemlerimizi alıp evde kalıyoruz; virüsten kurtuluncaya dek. Gezmeyi özleyenler için yola çıkıyorum yazılarımla.

 

Tren; çocukluğumun ve gençliğimin anılarında başköşeye oturmuş, hiç kalkmayan, Konya-Afyon arasında gidip geldiğimiz hasretlik yollarının kahramanıydı.   Belki otuz, belki otuz beş yıldır tren yolculuğu yapmadığımdan mıdır nedendir? TCDD’nin Turistik Doğu Ekspresi seyahati bana cazip gelmişti. 36 saat tren yolculuğu yapacaktık. Bunun için seyahat acentesini sık sık arıyor tren kompartımanı hakkında bilgi alıyorduk. Götüreceklerimiz sınırlı olmalıydı, çünkü uçakla döneceğimiz için kişi başı 15 kg. eşyaya izin veriliyordu. Nevresim, yastık isteyen götürebiliyordu. Kıyafetler konusunda tedirgindik. Kışlık manto, paltonun yanı sıra kazak hırka vs. ile doldurduk bavullarımızı. Mevsim bahara giriyordu ama biz kar manzarası görmeyi umuyoruz. Müracaat aylar öncesinden yapılıyor, sıraya alınıyor, kışın gitmeyi planladığımız gezimiz Mart ayının ilk haftasına denk geliyordu. Kısmet böyleymiş diyerek yola çıkıyoruz.

 

İstenilen saatte Ankara tren garındaydık. Cumhuriyetin ilk yıllarında; mimari tasarım yarışması sonucunca elde edilen bir proje ile inşa edilmiş1940’ların başlarında yapılmış. Tarihin canlı tanığıdır. Benim için tren garlarının romantik bir yanı vardır. O gardan bugüne kadar gelip giden insanları düşünmek bana biraz hüzün, biraz mutluluk verir. Kalkan trenler ve sallanan mendillerden, online alınan biletlere ve QR kodlarına (karekod)  geçilmiş olsa da hâlâ o gar şehre aittir.

 

 Bizim gibi tura katılacakların da beklediği salonda her turda olduğu gibi birbirine yabancı insanların ‘’tanıdık var mı?’’ bakışıyla herkes birbirini süzüyor, nezaketen gülümsüyordu. Nihayet kompartımanlara yerleşme zamanımız geldi. Tur organizasyonun görevlisi genç bir kızın elindeki listeden; küçük çaplı kargaşadan sonra; önce vagon numaramızı sonra kompartıman numaramızı öğrendik.

 

Hemen kalacağımız kompartımanı bulup eşyalarımızı yerleştirdik. Trenin hareket saatine daha vardı. Trenden geri indik. Dışarıda vagonlar arasında insanlar numaralarını öğrenmek için ellerindeki eşyalarla bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyorlardı.  Görevli kızcağız tek başına o kadar yolcuyu yerleştirmekte baya zorlandı. Nihayet herkes yerleşti. Biz de yerimize geçmek için tekrar vagona bindiğimizde bizim kapının önünde birikenler kapıyı zorluyorlardı. Çoktan emekli olduğu belli olan kadın, ‘’kapıyı örttüm indim şimdi açılmıyor ‘’ diye dışarıda kalmış olmanın telaşı ile demiryolcu görevlilerine dert yanıyor, görevliler kapıyı açmaya zorluyordu. Kalabalık koridordan geçemeden olanlara bakıyorduk. Eşim elindeki anahtarı göstererek ‘’ bir de bununla deneyelim’’ dedi güç bela kalabalığı yararak kapının önüne geldi ve anahtarla açtı kapıyı.  ‘’Bütün kompartımanların anahtarı aynı mı? ‘’ demeye kalmadı açılan kompartıman bizim kalacağımız kompartıman. Kadın yanlışlıkla kapıları şaşırmış.  Onun kompartımanının hemen bitişiğimizde ki kompartıman olduğu anlaşıldı. Daha tren kalkmadan maceralarımız başlamış oldu.

 

Kompartımanımız iki kişilik;   ranza tipi, üst üste yataklı (yataklar duvara kaldırılınca iki koltuk oluşuyordu.) Kompartımanda, duvara monte edilmiş, çekilince uzayan bir masa, masanın altının bir kenarda minicik buzdolabı, kapının köşesinde sadece el yıkanabilen lavabo üstünde ayna, yanında priz... Demir yollarının amblemi ile işlenmiş iki tane el havlusu, sabunu,  tek kullanımlık terliklere kadar her şey düşünülmüş.

 

Tren hareket saatine kadar yataklarımıza nevresimlerimizi çarşaflarımızı geçirdik. Aslında temiz nevresim ve çarşafları vardı ama biz getirdik diye serdik. Kompartıman kutu gibi iki kişi ayakta durması zor... Getirdiğimiz yiyecek içeceklerimizi de yerleştirdik. Artık gidebiliriz. Saate bakıyorum 15.55 hareket saatimiz. Trenimiz yavaş yavaş hareket ederken;  kompartımanımız geçmişte gittiğim trenlerin kompartımanlardan çok farklı gelse de trenin tanıdık düdüğü, gürültüsü, kendine has sesinin tınısı alıp beni götürüyor.

 

Kompartımanın penceresinden geçip gittiğimiz yerlere bakıyorum. Gözüm dışarıyı seyrederken aklım anılara karışıyor. Daldan dala atlayarak sessiz sakin arkama yaslanmış trenin sallantısına kendimi bırakarak huzurlu bir bakışla gidiyorum.  Tren Doğuya doğru giderken ben geçmişe doğru yol alıyorum. Önce Konya geliyor gözlerimin önüne sonra telefonumdaki görüntüyü büyütmek için yaptığım hareket gibi detayları aralıyorum. İşte Konya şehir istasyon garı…

 

Evimiz, Konya Şehir istasyonuna yakındı. İstasyona paralel uzanan Eşref Saat sokağındaydı. Bir cadde ayırıyordu istasyonla bizi.  Çocukluğumuz trenlerin, rayların arasında geçti diyebilirim.  O zamanlar bana sıradan gelen demir yığınlarının kıymetini sonradan anlayacaktım. Çığlık çığlığa gelen trenin sesinin ayrılık olduğunu, trene binenlerin hüzünlerini, geride kalanların kırılgan küskün bakışlarını, yorgun, neşelerinin tükenişlerini, oynadığım oyunların arasında zihnime nasıl yerleştiğini gitmek fiilinin öznesi ben olunca anladım. Rayların iki çizgisiyle altını çizerek…

 

Konya’nın o yılları canlı mı canlı. Sinemalarda iki film birden bazen üç film oynuyor, kadınlar matinesinde, kadınlar doldurup taşırıyor sinemaları. Yaz günleri açık hava sinemaları var. Yaz geldiği zaman İstasyon Aile Gar Bahçesine sanatçıların biri geliyor, biri gidiyor. Açık havada, ağaçların arasında bir gazino, şimdi ki kır bahçeleri gibi. Yüksek duvarla çevrilmiş, tren istasyonunun bitişiğinde yer alıyordu. Yüksek duvarlarında gelen sanatçıların boy boy afişleri sizi konsere davet ediyordu.  Konserlerin arasında gelip giden trenlerin tiz düdükleri ve trenin o yerleri sarsan gürültüsü sazlarla nağmelere karışıp gidiyordu.  Gündüzleri kadınlar matinesi, geceleri ailelere konserler veriyor. Bedia Akartürk, Yıldız Ayhan, Erol Büyükburç, Kutlu Payaslı, Şahin Gültekin gibi sanatçıların yanı sıra Konya Bozkır ekibi,  folklor grupları her yıl mutlaka geliyorlar yaz günlerini şenlendiriyorlardı.  

 

Komşu kadınlar birbirini ayartarak gündüz matinesi için Aile Gar Bahçesinin yolunu tutarlardı. Tabi yanlarında biz çocuklarda... Yüksekçe T biçiminde sahnenin etrafına U şeklinde sıralanmış tahta sandalye ve masalar; en önde oturmak kaygısıyla kadınlar tarafından kapışılmıştır. Sahneye çıkan Bedia Akartürk’ün bülbül sesi ile okuduğu ‘’Eremedim vefasına dünyanın, Bülbül konmuş sarayına Konya’nın’’ türkü ile efkârlanır, ‘’Amanın gel gel aslan Mustafa’m aman ‘’oynak hareketli türkülerle kurtlarını dökerlerdi.

 

Yıldız Ayhan, eşi Ahmet Gazi Ayhan’la sahne aldığında ‘’Ağam İstanbul’u mesken mi tuttun? Gördün güzelleri beni unuttun’’ türküsünü söylerlerdi. Türkünün hikâyesini yazan da söyleyen de bu ikiliymiş gibi türkünün içinde onları bulurduk. Kayseri’nin bir köyünden gurbete giden yeni evli genç, güzeller güzeli karısını tek başına bıraktığını, geri dönmediğini hazin hazin çalıp söylerlerdi. Ardı ardına gelen pek çok türküler…

 

Onu ilk defa Konya’nın İstasyon caddesinde bulunan Aile Gar Bahçesinin duvarlarının afişlerinde gördüm. Sazının gövdesini kucaklamış, sapına başını dayamış, garip bir bakışla hüzünlü duruşu vardı. Afişte; ‘’ GARİP BÜLBÜL NEŞET ERTAŞ ‘’ yazılı resmi gerçekten de garip garip bakıyordu. Yeni yeni adını duyuruyor, teline vurduğu sazın tellerinden bozkırın tezenesi havalanıyordu. ‘’ Neden garip garip ötersin bülbül’’  ‘’Karadır şu bahtım kara, sözüm kar etmiyor yâre,’’ derken çığırmıyor, haykırıyordu. ‘’Bahçe duvarını aştım, sarmaşık güle dolaştım’’’ O şirin sözlerine, hayranım gözlerine, Bakma el sözlerine gel yanıma gel gel ‘’  ‘’Niye çattın kaşlarını ‘’ ‘’Tatlı dillim güler yüzlüm’’ ‘’ Zülüf dökülmüş yüze’’ ‘’ Gönül dağı’’ ‘’Mühür gözlüm’’ ‘’ Zahide’m’’  türküleri ile gönüllerde yer ediyordu.

 

Bu anılar içinde trenimiz bozkırlara doğru ilerliyor. Kurakçıl otsu bitkiler geniş alanlara yayılırken ağaçlarda artık kaybolmuştu. Ara sıra bazı istasyonlardan geçiyoruz. Eşimin;

 

-Birer kahve içelim…

 

demesiyle getirdiğimiz poşetlerden kahve makinasını arıyorum, bulup çıkarıyorum. Kâğıt bardaklarımız, hazır ve Türk kahvelerimiz yol boyunca keyifle içilecek. Çaydanlık ve çay da olmazsa olmazlardan yerini aldı. Şarj ve traş makinası için konulmuş prizde elektrikli kahve makinamızda suyumuzu ısıtıyoruz. Bununla çay da demleyeceğiz. Trende ısıtıcıya izin veriliyor. Daha önce su ısıtıcıyı almamızı söylemişlerdi. Bol bol çay ve kahve ikram ediyoruz kendi kendimize.

 

 Gerçekten harika görüntülerle içiyoruz kahvelerimizi.  Trenin restoran vagonunda da yiyecek içecek mevcut. ‘’Evden bir şeyler getirmeye gerek yokmuş’’   diye düşünüyorum. Yolculuğunuzun daha ekonomik olmasını istiyorsanız kendinizin getirmesinde fayda var. Oturmaktan sıkılınca restoranda gidiyoruz dörder kişilik masalar tertemiz beyaz örtüsü ve demiryolu amblemli ranırı ile şimdiden dolmuş. Bizde oturuyoruz masanın birine. Burası daha geniş ve ferah… Bir süre buranın havasını da aldıktan sonra tekrar kompartımanımıza dönüyoruz. Aklımıza estikçe ziyaret ediyoruz restoranını.

 

Sürekli dışarıyı seyrediyoruz. Hava yavaştan yavaştan kararıyor. Akşamın oluşunu saniye saniye yaşıyoruz. Normal hayatta akşam olmuyor mu sanki? Oluyor ama bir telaşla çoğu zaman farkına varamıyoruz. Akşam olmuş diyoruz, sabah olmuş diyoruz günler nasıl geçiyor anlamıyoruz diyoruz. Uzaklarda görünen dağlar birden yanında bitiveriyor. Küçük tepeler halinde bizimle yarışıyor, sonra birden kısalıyor kayboluyor loş aydınlık içinde çıplak bozkırın az ötesinde çelimsiz köyler görünüyor. Beş ya da altı haneli evlerin birdenbire ışıldayarak esrarengiz görüntüsü ile gerilerde kalıyordu. Şehrimizin griye çalan beton binalarından sonra, uçsuz bucaksız eşsiz el ayak değmemiş doğallığına alışıveriyorsunuz. Bu görüntü trenin penceresinden kendimi görünceye kadar devam ediyor. Karanlık basmış, kompartımanın ışıkları yanmış, dışarı görünmüyor. Camda kendimi görüyorum.  Masalsı bir tren yolculuğunda uzun bir gece bizi bekliyor… Sadece güneşli günlerde yürürsen hedefe ulaşamazsın. Karanlıkta olacak tabi...

 

Devam edecek…