GÖRDÜM YOLUN YOKUŞUNU
Oldum olası özenirim, köylere, bahçeli evlere... Apartman dairelerine sıkışıp kalmış hayatımızın tekdüzeliğinden kurtulup, kendimizi yaylalara, çiçekli kırlara atmak, doğayla baş başa kalmak isterdim hep. Şırıl şırıl akan bir derenin sesine karışan kuşların sesini, rüzgârın hışırtısını duyarak, bir köy evinde doğa ve doğallıklar içinde olmayı hayal etmişimdir. Sanki inek, koyun sağabilecek gibi, tarlada, bahçede çalışabilecekmiş gibi. ‘’Davulun sesi uzaktan hoş gelir.’’ derler ya bunu birde köyde yaşayanlara, çalışanlara sormak lazım.
Köylerini, kasabalarını bırakıp şehirlere göç edenler, okumak için köylerinden ayrılanlar ve bir daha dönemeyenler, emekli olunca; çocuklarının okulları bitip evlendirince büyük şehrin karmaşasından kurtulup köylerine dönmek, anadan, babadan kalma toprağı varsa; hiç değilse bahardan gidip ekip biçmek istiyor. Şehirde doğup büyüyenler köy nedir bilmeyenler de son zamanlarda doğaya dönme çabası içinde gün geçtikçe artan doğaya, toprağa dönme isteği duyuyor. Yaşadığı şehirlere yakın, trafikten, kalabalıktan uzak, havası temiz yerlere rağbet etmeye başlandı. Yıllardır hormonlu sebze ve meyvelerin genetiği ile oynanmış, sentetik kimyasal maddelerin zararlarını duya duya, kimi ufak bahçesinde, kimi balkonunda üretimini kendisi yapmaya çalıştı, çalışıyor. Son aylarda yaşanan salgın nedeniyle şehrin kalabalığından uzaklaşmak, eve kapanıp kalmak yerine hiç değilse hafta sonları pikniğe gidebilmek için istiyor bir avuç toprağının olmasını. Bahçesine ağaç dikmek, domates, fasulye gibi bir, iki bir şeyler ekmekle, toprakla uğraşmaktan haz alacağı, huzur bulacağı keyfi yaşamak istiyor. Ancak verimli tarım arazilerini hobi bahçesine çevirerek getirim düşkünü fırsatçıların mağduru olmamaya dikkat etmek de gerekiyor.
Bir hevesle bizde istedik böyle bir bahçemizin olmasını. En çokta torunumuz için... Gri betonlar arasında çocuklar toprağı göremiyor. Plastik çim döşeli oyun parklarında oynamaya çalışıyorlar. Uzun yıllar önce aldığımız projeli arsayı hobi bahçesine çevirdik. Suyu olmamasına rağmen ağaç diktik. Bir bahçe evi derken dökme suyla geçen yıl ilk defa domates biber, mısır, ay çekirdeği, patates ektik. Neyse ki suyumuz hemen bağlandı. Haftada iki üç gün bahçeye gitmek şart oldu. Toprağın içinde, temiz havası, doğayla baş başayız artık. Yakınlarında bulunan köyden ihtiyacımız olan süt ve yumurtayı sağlayabiliyoruz. Çevremizde bizim gibi hobi bahçesi yapmaya meraklı beş altı komşumuz var.
Bahçeye ne ekeceğimizi şaşırdık. Koyun, kuzu mu beslesek, tavuk mu? Her gören bir fikir atıyor ortaya. Ektiklerimizi kontrol ediyoruz. Domatesler çiçek açmış, mutluluğa bakar mısınız? Ağaçta iki tane kiraz, sevincimizi görmelisiniz. Yabani otlar çıkmış, çapala. Şimdiye kadar hasret kaldığımız bin bir çeşit çiçekli otlar yolup atmaya kıyamıyorsunuz. Güller açıyor, çiçekler kokuyor. Kuşlar konuyor dikenli tellerin üzerine, mısırı ya da ay çekirdeğini bekliyor. Onlara su koyuyoruz. Köstebek mi var? Yakala yakalayabilirsen. Armudun yapraklarına ne olmuş üzül, çare ara. İnternetten araştır, yerli tohum, bahçecilik gibi sayfalara üye ol, akıl danış. Doğa ile iç içe iken hayatımızdan mutluyuz. Fakat uğraşırken her seferinde ‘’doğal hayatı neden daha gençken yaşamadık’’ diye hayıflanmadan edemiyorum.
Doğayla iç içe olmak güzel. Emeklerinin karşılığını alırsan daha da güzel… Yorucu oluyor tabi, vücudun yoruluyor ama ruhun dinleniyor. Dalından koparttığın bir domatesin kokusu, biberin tazeliği insana yaşama sevinci veriyor. Elinin emeği bir başka oluyor. Fide aşamasından ürün verme aşamasına kadar gözünün önünde büyüyor. Toprak gibisi yok diyorsun. Âşık Veysel’i hatırlıyorsun.
Karnın yardım kazmayınan belinen,/Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen/Benim sâdık yârim kara topraktır…
Gerçekten de öyle. Bahçe olmadan önce arsamız; taşlı, kıraç topraklı üzerinde cılız otlar, dikenler biten bir tepe görünümündeydi. Sabırlı çalışma ve emekle bahçeye dönüştürüldü. ‘’Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur’’ atasözünün gerçekleşmiş halini gördük bir kez daha.
Bu arada çiftçilerimizin, köylülerimizin değerini daha iyi anladım. Emeklerinin, alın terinin karşılığını alamadıklarını düşünüyorum. Yağmur, dolu, kuraklık gibi doğal afetlerle emeklerinin boşa gittiğini, hasatlarının da aracılar yoluyla yok pahasına alındığını, tüketiciye ulaşana kadar ateş pahası olduğunu... Köylüler olmasa millet aç kalır. Hayatımızı sürdürdüğümüz beslenmemizdeki önemini; ekmeğin, yemeğin, meyvenin, yoğurdun, sütün, yumurtanın ve daha fazlasının soframıza geliş serüvenini, neden nimet olduğunu bir kez daha anlattı hobi bahçemiz. Kısacası gördüm yolun yokuşunu…
Belki bilirsiniz… Eskiden tuzu olmayan köye uzak dağlardan tuz getirirlermiş. Yeni evli adamın biri eşeği ile tuz bittikçe dağa çıkarmış, akşama kadar kayadan tuz kazar, eşeğine yükler getirirmiş. Yeni gelin karısı da kocasının getirdiği tuzları konu komşuya dağıtırmış. Tuzu biten kapılarını çalarmış tuz istemek için. Adamın bir ay yetecek tuzu iki üç günde bitermiş.
Bir böyle iki böyle, adam tuz getirir karısı dağıtırmış. Sonunda dayanamamış kocası, havanın sıcak olduğu gün karısına ‘’ haydi hanım bu sefer tuz getirmeye beraber gidelim, benim belim ağrıyor bana da yardım edersin ‘’ demiş. Düşmüşler yola. Saatlerce sıcağın altında yürümüşler, dağı tırmanmışlar. Güç bela kayadan tuzu çıkarıp, çuvallara doldurmuşlar. Kocası; ‘’Hanım benim belim ağrıyor sen yükle eşeğe çuvalları’’ demiş. Ağır çuvalları zorla eşeğe yüklemiş kadın. Yüklemiş yüklemesine ama ter içinde kalmış. Nihayet uzun yolculuktan sonra evlerine gelmişler. Tuzun geldiğini gören komşular tuz istemeye gelmişler yine. Gözü açılan gelin;
Gördüm yolun yokuşunu,/Baş aşağı sarkışını,
Erim getirdi veremem,/Kendi getirdiğime de kıyamam.
Sonunda o da anlamış emeğin kıymetini… ‘’Köylü milletin efendisidir.’’ diyerek herkes anlayabilse yolun yokuşunu… Yerli tohumlarımızla, doğal üretsek besinlerimizi, kurtarsak kendimizi organik olmayan her şeyden... Bereketli topraklarımız, alın teri ile buluşunca sağlıklı yaşam üretir. Unutmamak gerekir, yarınlarımızın, üretimin, gıdanın ana kaynağı tarımdır. Sebze ve meyve üreticilerinin feryadını duyabiliyor muyuz?