GURBETTEN SILAYA...

Abone Ol


İşte o zaman, türkülerini çağırırsın sılanın, şiirlerini yazarsın, depreşir yaşanmışlıkların; taşına toprağına kurban olursun…

Babamızın tayini Konya’ya çıkıp, Afyonkarahisar’dan ayrıldığımızda; çocukluğumuzun en güzel, en parlak günlerini anılarımıza kazımıştık. Geride; Atatürk İlkokulunun ikinci sınıfı, koşturduğumuz sokaklar, oyunlarına doyamadığımız çocukluk arkadaşlarımız, hasretleri ile unutamadığımız akrabalarımız kalmıştı.

Bu hasrete birkaç yılda da olsa, gittiğimiz bayramlar, düğünler ve özel günlerin hatırası; özel altın yaldızlı çerçeve ile belleklerimde yer alıyordu. Her gidişim de erkek kardeşimle, eski mahallemizi ziyarete gider, sanki hiç gitmemiş gibi oyunlarımıza kaldığımız yerden devam edeceğimizi sanırdık.

 Konya’da ne zaman, erkek kardeşimle; 03 plakalı kamyon,  otobüs görsek Afyon’umuzu görmüş gibi olurduk. Eğer duruyorsa araç, etrafını dört döner, tekerleklerinde Afyon havası var derdik, memleketimizin havasını almaya çalışırdık.

Memleketinden ayrılmayan bilemez duyduğumuz sıla sevgisini. Ayrılmayanlara sıradan gelen her yaşayış, bizim için yeni keşfedilmiş bir güzellik, tadına doyulmayan, bitmesini istemediğimiz rüya idi. ‘’Afyon’a gidiceğiz’’ denildiği zaman yüreğimizden taşan heyecan, içimize sığdıramadığımız sevinç Konya tren istasyonundan başlar, sabırlı, sabırsız bekleyişlerimizle Afyon garına kadar süren;  bize upuzun gelen tren yolculuğu ile devam ederdi. Hele Karahisar kalesini uzaktan görür görmez;  görkemi ile güven veren, onuru ile dimdik duruşu;  şehrini sardığı kolları,  seni de sarıp sarmalayarak sıcaklığını hissettirirdi… Surlarındaki ay yıldızla dalgalanan bayrağı; vakur bir şekilde selamlar, kucaklar ‘’hoş geldin’’ der, bağrına basıverirdi. 

Taşlıklı yolların çıkardığı tıkırtılarla, bakırlar çarşısının ritimli ahengi birbirine karışıp giderken, burnunda tüten,  haşhaşlı taze ev ekmeği kokusunda, kamyonun tekerleğinde aradığımız memleket kokusunu hissederdik.  Bedestenin naftalinli kokuları arasında geçmişe duyduğumuz özlem yatardı.

Uzun çarşının, uzunluğunu aynı yerden birkaç kere geçtiğimiz den midir? Nedendir? Ölçemezdik. Salkım salkım sarkan lokumlar, sucuklar, bembeyaz kaymaklar, vitrinlerini başka şehirlerden ayıran renklerdi. Bir arkadaşım kavşak noktası olan Afyonkarahisar’dan gece geçerken ‘’Şu Afyonlular ne kadar zengin, şehrin girişinden yol boyunca sıralanan renkli ışıkları ile kuyumculara çok şaşırdım. Şehirden çıkıncaya kadar devam ediyor’’ dediğinde çok düşünmüştüm kuyumcuları. Sonunda buldum. Kuyumcuya benzettiği lokumcularımızın dükkânları idi.

Afyonkarahisar’in dört bir tarafında oturan akraba ziyaretleri ile bütün mahallelerini gezerdik adeta. Taşpınar’dan Mecidiye’ye;  Örnek evlerden, Ataköy’e; Sahipata’dan, Cumhuriyet Mahallesine kadar… 

Afyonkarahisar’a gelip kaleye çıkmadıysanız olmaz. Ön yüzü dimdik sarp kayalık olan kaleye arka tarafından çıkardık. Surlarının hemen yanında yer alan Kız kulesinin gizemine ayak uyduruyor, Dileğimizi bizde bağırıyorduk, kale kapısının kemerinde bulunan oyuğa üç taş atıp...

Şehri kuş bakışı seyretmeye doyamıyorduk. Kalenin yüksekliğine erişmeye çalışan, boyunlarını uzatabildikleri kadar uzatan minareleri ile ilk göze batan camileri incelerken;  İmaret Camisinin yivli burmalarını hep mor lacivert karışımı kadifeden sanırdım. Ne güzel de parlıyor ışıl ışıl.  Hamamı ve külliyesi ile diğer camiler gibi tarihi ve kültürel varlıklarımız içinde yer alır.  En büyük camilerinden olan Ulu caminin ayrı bir özelliği var. Ahşap yapısı ile kırk direkli cami; mimarisi ve manevi havasıyla büyüleniyorsunuz.   Eğer birde ezan vakti ise; huşu içinde okunan ezanların ulvi sesleri birbirine karıştığını; bir anda ortalığın aynı makamda değişik seslerle çınladığına şahit olursunuz.

Memlekete misafirliğimiz sayılı günlerdir, o da göz açıp kapanıncaya kadar biterdi. Hasretliğimizi gideremeden, düşerdik yine gurbetin yollarına… Sevgimizi, sevdiklerimizi Afyon’umuzu geride bırakarak, bir daha ki sefere kadar…

 

Mürşide AYHAN