HAMAM SEFASI

Abone Ol


      

Kar yağıp da yerler donunca hep aklıma gelir kardeşim Yalçın’ın Hamam macerası. İşte onun ağzından Hamam sefası.

       

Biz yedi arkadaş, nasıl bir araya geldik? Nasıl arkadaş olduk? Doğrusu bende anlamadım. Bir günde olmamıştır mutlaka… Matematik dersinde öğrenmiştik,  kümelerin geçişme özeliğini, Hasan benim arkadaşım, Ali’de Hasan’ın arkadaşı ise Ben Ali ile arkadaşım. Tamı tamına bu özeliği uygulamışız farkında olmadan. Ali’nin arkadaşı, Hüseyin, onun arkadaşı Selahattin derken yedi arkadaş oluvermişiz.

       

Yaz olsun, kış olsun hiç fark etmez. Yedi arkadaş bir araya geldiğimiz zaman ‘’Bugün ne yapıyoruz’’ dedik mi?  O gün aklımıza ne geldiyse, ne estiyse onu yaparız. Gençlik işte. Bazen aylak aylak geziniriz. Bazen toplanırız birimizin evinde çay kahve. Kimi zaman balık tutmaya gideriz güle oynaya, kimi zaman futbol oynarız kendi mahallemizde. Hiçbir şey yapmazsak pazılarımızı şişirir kim daha kuvvetli denemesi yaparız.

      

Biz yedi arkadaş;  iyi anlaşıyoruz. İlkokuldan beri arkadaş olduğum da var, akraba olanı da var…  Yıllar içerisinde edindiğimiz yedi arkadaş… Şimdilik gelecek korkumuz yok. Daha doğrusu gelecekten haberimiz yok. Günümüzü gün etmeye bakıyoruz. Öyle haşarı yaramaz çocuklar değiliz. Kendi aramızda şakalaşır vara yoğa güleriz.   

    

Yaşlarımız da aynı,  akranız. Birimiz hariç hepimiz askere gideceğiz. Askere gitmeyen tecil ettirdi sonra gidecek. Askere gitmeden diye kendi aramızda eğlenceler düzenliyor, şenlik havasında yarı buruk, yarı gururlu askere gitmeye hazırlanıyoruz. Özkan tecil ettirdi ya;  şimdilik gitmeyecek ya;  bize takılmadan duramaz. ‘’ Yazık size, askerde ananızı ağlatacaklar,  nöbet tut, mıntıka temizle, erkenden kalk yaylalar yaylalar diye koştur. Öyle iki dirhem bir çekirdek giyinip kızlara hava da atamayacaksınız’’ Desin dursun, pekte taktığımız yok.

      

Yine, askere gitmeden kaplıcaya gidelim dedik. Afyonkarahisar’da kaplıca çok. Atladık hamama giden otobüse, doğru Ömer hamamına… Şehre çok yakın olduğu için her zaman burayı tercih ederiz. Soğuk kış günü, yerler buz. Şöyle iliklerimize kadar ısınalım diye düştük yola. Hamam umumi. Havuzu şifalı suyla dolu, havuzunda yüzeriz atlarız, her türlü akrobatik marifetlerimizi gösterip yıkanır, keselenir külçe haşgeş gibi çıkarız. Bütün yorgunluğumuzu giderir dinlendirir bizi.

    

Geldik hamama, hamamın daha kapısından girmeden buhar alevi yüzümüzü yaladı. İçeride göz gözü görmüyor. Dışarının buz gibi soğuğuna rağmen içerisi tam hamam… Soyunma kabinlerinde mayolarımızı giyip acele acele havuza girme derdindeyiz ki; yavaşlamak zorunda kaldık. Ayağımızda hamam takunyaları ile koşulmuyor. Yerler mermer kayıyor. Sis bulutu içinde dikkat ederek adım adım girdik içeri.

      

Havuzu yeni doldurmuşlar su kaynama noktasında nerdeyse, üzerinde dumanlar tütüyor. Havuzun içi bomboş kimse cesaret edip girememiş sıcaklığından. Havuzun kenarına oturup ayaklarımızı sarkıttık. Suya sokmamızla çekmemiz bir oldu. Sanki haşlandı ayaklarımız kıpkırmızı oldu.  Anlaşılan havuza giremeyeceğiz sıcaklığından. Havuza sokmadan kenarında oturmaya devam ettik. Suyun biraz soğumasını bekleyeceğiz çaresiz. Havuza soğuk su da vermiyorlar şifası gitmesin diye.

       

Arkadaşlar bunaldıkça hamamın araya gidip geliyorlar. ( Hamama gidenler bilir, ilk girişte soyunma kabinleri, vardır, kocaman ağır tahta kapıdan girilip soğuklanacak yerler; aralar yapılmıştır daha sonra havuzu, kenarlarında kurnaları olan hamama girilir. ) Ben biraz terleyeyim diye havuzun başından ayrılmadım. Ayaklarımı toplayıp bağdaş kurdum oturdum. Gözlerimi de kapatıp kendimi sıcaklığın kollarına salıverdim…

       

Nerdeyse içim geçmiş. Ne olduğunu anlamadan,  arkamdan biri beni havuza itekledi. O kaynar suyun içine tepem aşağı düştüm. Bütün vücudum bir anda iğne batmış gibi titredi. Yandım kavruldum. Debelenip çıkma sürem belki birkaç saniye ama ben sandım ki saatler sürdü. Nasıl çıktım kenara, nasıl zıpladım bilmiyorum.  Kıyısına oturduğum da baktım ki bizim Hasan, gülme krizinden yerlere yatıyor. Her tarafım kırmızı pancar gibi olmuş. Kızarmış ıstakozlara dönmüşüm. Beni suya itekleyenin Hasan olduğunu anlamam zor olmadı.

    

‘’ Eh, Hasan ben sana sorarım’’ diye içimden savaş baltalarını biledim. İntikamımı almalıyım. Ben de onu kaynar suya atacağım. Fırsatını kolluyorum. Hasan bir türlü havuzun kenarına oturmuyor, biliyor benim onu suya atacağımı. Biraz unutsun diyorum. O çıkıyor araya, ben çıkıyorum peşinden. O giriyor hamama, ben de giriyorum. Kurnanın başına oturup sabunlanıyoruz yıkanıyoruz. Araya çıkıyoruz. Oyalanıyoruz. İşim gücüm Hasan’ı takip etmek oldu. Havuzdan hala buharlar çıkıyor. 

       

Hasan’ın babası da çok şakacıydı. Hep anlatırlar, hamama günü birlik gelindiği gibi, yatıya da gelinirdi. O zamanlar tatillerini geçirmek için yatak yorgan, kap kacak yüklenilir, tek odalı evler tutulur, bir hafta on gün, kalınırdı. Hem şifa hem, sefa diyerek eğlenceli günler geçirilirdi. Kadınlar hamamı, erkekler hamamı diye iki hamamı var. Erkenden kalkılıp hamama girilir, sabahın en güzel vaktinde havuzun kaymağı alınır diyerek şifalı sularında yıkanılırdı.

       

Zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın. Bütün dertlerini sıkıntılarını su alıp götürüyor. Yatıya gelenler şehirde ki akrabalarını da davet eder kaplıcaya, etmezlerse küser akrabalar. O yüzden hamamın son gelen otobüsünde misafirler beklenir gelen olursa sevinilir.

       

Öğlenden sonra çaylar demlenir, herkes kapısının önüne bir kilim serip üzerine minderleri atarak keyif yapardı. Sürekli aynı yüzleri gördüğün için de komşuluk başlardı. Birbirine çay ikram etmeler, mutlu mutlu tertemiz sohbetler uzar giderdi. Bükme, börek ne varsa tabaklar bir o yana bir bu yana dolaşır, yemekler paylaşılırdı.. Dostluklar kurulur, yardımlaşmalar başlardı. Öyle ki hamam günleri bitip şehre döndüklerinde bile dostluklarını sürdüren pek çok aile vardır. Kız alıp verenler, dünür olanlar bile çıkmıştır.

    

Çocuklara da gün doğar kaplıcalarda… Sabahtan bir girerler;  kollarında hamam kabağı bağlı, ya da can simidi… Akşama kadar havuzda yüzerlerde yüzerler. Ne acıktıklarının farkına varırlar, ne yorulduklarının. Kendileri gibi çocuklarla da arkadaş olup hamamın içinde koştururlar. Ta ki anneleri arayıp buluncaya kadar, çağırıncaya kadar… Yine de gelmek istemezler. O zaman anneler ellerinde ekmek arası bir şeyler getirip yedirirler. 

      

Böyle bir günde Hasan’ın babası evdeki hanımın kıyafetlerini giyinip başına da atkıyı bürünüp dalmış erkekler hamamına. Hamamcı bağırmış,’’ Teyzee! Teyze!  nereye gidiyorsun? Burası erkekler hamamı!

       

Hasan’ın babası; aldırış etmeden yürümeyi sürdürüp,  sesini incelterek, ‘’Benim oğlana bakıcen, ( bakacağım) sabahtan beri gözükmüyor merak ettim ‘’ Elinde de kocaman ev ekmeği, silkinerek havuza doğru yürümüş. Hamamdaki bütün erkekler kaçacak yer aramış. Bağrışmışlar, ‘’ Ne işin va len (Ne işin var) senin burda’’

       

Hamamcı bin bir güçlükle çıkartmış. Hâlâ söyleniyormuş Hasan’ın babası. ‘’ Ben oğluma hem ana oldum, hem baba, goyverin baken,  bi bulen ben onu, dutmen beni’(Bırakın bir bulayım ben onu Tutmayın beni)’ yaygarayı kopartmış,  der der tepinmiş. Dedim ya çok şakacıydı babası. Hasan’da onun kadar olmasa da ani çıkışları vardı…

      

Hasan’ın sezdirmeden peşinde dolanırken babasının anıları geldi aklıma.  Neyse, epey vakit geçti.. Hasan’ı havuza atamayacağım her halde derken,  hamamın aradan içeri girerken, bir de ne göreyim Hasan havuzun kenarında oturuyor.  Hiç vakit kaybetmeden koşturarak Hasan’ı havuza ittim. İttim itmesine de Hasan, can havliyle ellerini arkadan dolayıp beni de peşinden sürükledi. Zaten koşarak geldiğim için dengemi sağlayamamıştım. Bende onunla beraber doğru havuza düştüm.

      

Yandım ki ne yanış. Zaten ilk atılışımda haşlanmış olan derilerim, keseden sonra iyice incelmiş ta ciğerim yanıyor. Ama intikam hırsı gözümü döndürmüştü. Hasan’ı sıcak suyun içine batırıp biraz bekletiyordum, sonra nefes alsın diye çıkarıp geri suya batırıyordum. Birkaç kere tekrarladım. Batırma işini. Suyun sıcaklığına aldırış etmeden devam ediyordum.  ‘’E, bir daha beni kakcen mi?  havuza ee... bi daha etcen mi?’’ diye de söyleniyordum.

      

Diğer arkadaşlara bakıyorum bu arada, bana yapılanın intikamını nasıl alıyorum görsünler…

       

Öyle bakınırken Hasan, hamamın kapısından girmesin mi? Batırdığım kimdi?  Kaldırdım yüzüne baktım tabi ki Hasan değil. Hasan’a benzeyen kıvırcık saçlı başka biri, kıvırcık saçları yüzünden Hasan sanmışım.  Kıpkırmızı olmuş yüzünden bizden daha genç biri olduğu anlaşılıyordu. Hemen çıkarttım havuzdan bende çıktım.  Mermerin üzerine uzattım. Biraz soluklandıktan sonra‘’Abe nettim ben sana? (Ağabey ne yaptım ben sana)’’ Zavallı, haşlanmak bir yana can korkusundan titriyor. İkide bir ‘’Abe nettim ben sana?’’ diyor başka bir şey demiyor.

    

’Koçum kusura bakma yanlışlık oldu’’ dedim ama, çocuk nefes almakta zorlanıyor.  Gittim buz gibi bir gazoz aldım içirdim. Soğuk suyla elini yüzünü yıkadım. Bayılacak nerdeyse. Kendimi unuttum bu arada. Delikanlıya kral muamelesi yaptım, adeta kölesi oldum. Hâlâ ‘’Abe nettim ben sana?’’  diye sayıklıyordu uzandığı yerden…

      

Havuz soğumadı. Hiç kimse de cesaret ederek giremedi havuza. Yıkandık keselendik çıktık hamamdan. Çıkarken kaşkolümü unutmuşum hemen dalga geçtiler, özelliklede Özkan, ‘’Oğlum senin beynin sıcaktan erimiştir. Kaşkolü maşkolu unuttun, kendini de unutacaksın, eve varabilsen bari. ‘’

      

Kaşkolümü çok seviyordum, yakışıyordu da şöyle boynuma dolayıverdim mi benden yakışıklısı yok havalarındayım.  Kaybetsem üzülecektim. Neyse hemen fark edip buldum kaşkolümü,

      

Otobüste hazır kalkmak üzereydi. Koştuk yetiştik. En arka sıraya yedimiz de sıkış tepiş oturduk. Hamam yormuştu bizi. Sıkışık otursak ta neredeyse uyuyacaktık. Gözlerimiz kapalı otobüsün sesi ninni gibi geliyordu…

      

Bu arada ‘’Şipidik şipidik’’ sesine gözümü açtım. Tam ortamızda oturan Özkan bacak bacak üstüne atmış, havada kalan ayağını sallıyor. Salladıkça; şipidik şipidik ses çıkıyordu. Hiç farkında değil,  ayağında hamam takunyaları… Kara tasmasıyla tahta takunyalar üstelik ayağına büyük gelmiş. Ha bire sallıyordu. Çıplak ayak, tahta takunyaya değdikçe ritimli şipidik şipidik sesi otobüsün gürültüsü ile yarışıyordu.

     

Bana da fırsat doğdu hep bizimle o dalga geçecek değil ya. ‘’Len!  Ayakkabın nerde? ‘’ der demez fırladı yerinden, Özkan. Ayağında ki takunyaları takırdata takırdata şoföre doğru koştu. Şık kıyafetinin altında takunyaları görenlerin, sesini duyanların şaşkın bakışları altında vardı şoförün yanına. Şoför ; ‘’Geri dönemem, nerdeyse geldik.’’ Bizim ki yalvarıyor, ‘’Gözünü seveyim kaptan abi,  eve ben nasıl gideceğim bu takunyalarla’’ dediyse de olmadı.

    

Yerler buz, ayna gibi parlıyor. Çorapsız ayaklarına hamam takunyaları da pek yakışmıştı doğrusu…  Hele evlerine doğru gidişi…