HAVA NASIL ORALARDA?

Abone Ol
HAVA NASIL ORALARDA?

 

Hayrettin DURMUŞ

 

Edip Akbayram “Hava nasıl oralarda üşüyor musun?” diye soruyor cevap Pir Sultan Abdal’dan geliyor;“Bu yıl bu dağların karı erimez. Eser bad-ı saba yel bozuk bozuk.”

 

Âşık İpek Mehmet de çaresizliğini; “Yine karlar yağdı gönül dağıma/ Kime ne söyleyim kime ne deyim?” türküsünde anlatır.  Üstelik yalnız da değildir. “Kar mı yağmış yüce dağlar başına/  Merhamet et gözlerimin akan yaşına” der bir başka âşık.

 

Âşık Veysel sevdiğinden aldığı mektubun heyecanını ; “Yine mektup aldım gül yüzlü yârdan/ Gözletme yolları gel deyi yazmış” diye anlatmaya başlar. İyi de nasıl gidecek sevdiğine? Yola çıkacaksan havaların güzel olması gerekir. Onun için “Beserek’te lale sümbül yürüdü / Güldede’yi çayır çimen bürüdü/ Karataş’ta kar kalmadı eridi/ Akar gözüm yaşı sel deyi yazmış.”der.

 

Herkes onun kadar şanslı değildir. “Kar yağar bardan/  Yollar kapandı kardan / Ne gelen var ne giden / Haber gelmedi yârdan” diyen âşığın gözü yollardadır. Kar kapamıştır yolları.

 

Trakyalı ozanın yâri çoktan çıkmıştır yola. Bir dua gibi türkü dökülür dile:

 

“…Yağma yağmur / Esme bre deli rüzigâr /Yârim yoldadır.”



        Bir de bekleyip de sevdiğine kavuşamayan var ki, hali duman. Yine de kıyamaz sevdiğine ve : “Yollarına kar mı yağdı gelmedin?” diye sorar.

 

Afyon’dan bir ses yükselir, ateşi içinize düşer:

 

“Zalım poyraz gıcım gıcım gıcılar / Yüreğime düştü goygun acılar/ Su yolunda suya giden bacılar / Bacılar içinde yârim var benim.”

 

Karacoğlan’ın aşkı, sevdası dillere destandır zaten. O da Elif’ini karlı bir havada arar:

 

“İncecik’ten bir kar yağar/ Tozar elif elif diye/ Deli gönül abdal olmuş/ Gezer elif elif diye…” İncecik Maraş’ta mıdır, başka bir yerde mi? Edebiyat tarihçileri araştıradursun, o çoktan kavuştu Elif’e.

 

Abdurrahman Kızılay  “Altın Hızma Mülayim” türküsünde “Yaz günü Temmuzda/ Sen terle ben sileyim” derken Kerkük havaları sunar. Âşık Mahzuni Şerif “İnce ince bir kar yağar fakirlerin düzüne” türküsüyle bizi kar altında solan köylere götürür. Köye gitmek o kadar da kolay değildir. “Bir ay doğar ilk akşamdan geceden/ Şavkı vurur pencereden bacadan. Dağlar kışımış yolcum üşümüş/ Nasıl eden ben?” diye mırıldanırsınız yollarda. “Erzurum dağları kar ile boran” dediğiniz zaman yüreğinizde fırtına kopar. Gönül kimi zaman aradığını dağlarda bulur ve “Emirdağlarına kara gidelim” diye seslenir, ince bir hüzün sarar içinizi. “Pencereden kar geliyor” türküsünü duyduğunuz zaman yüreğinizdeki gurbet derinleşir.

 

Ervah-ı Ezelde Levh-i Kalemde türküsünde Aşık Sümmani :

 

“…Herkes dosta vermiş arzuhalini/ Benimkini ürüzgâra yazmışlar” diye seslenir. Ne diyelim belki de rüzgâr onun dilekçesini ulaştırmıştır nazlı yâre. Âşıkların sırdaşı, kıratıdır rüzgâr. Boşuna mı ;“Seher yâre nazlı yâre/ Bildir beni bildir beni” diye umutlanır türkü. “Seher yeli bizim ele varırsan/ Nazlı yâre küstüğümü söyleme/ Hatırlayıp o yar beni sorarsa/ Ne hallere düştüğümü söyleme” diye verir sırrını yele.

 

“Kağızman’a ısmarladım nar gele” diyen âşık mikro klimayı anlatmıyor mu? “Maden dağı dumandır” türküsü sisten, pustan haber vermiyor mu? Ozan “Taze karlar yağmış karın üstüne” diye “bulutların kaynadığı” Sivas’tan haber verirken sert ve çetin kış şartlarını, karın aylarca yerden kalkmadığını ne güzel anlatır. Beklenmedik yağışların sele, tufana dönmesi, hayatımızı allak bullak etmesi “Yazımı kışa çevirdin/ Bak gözümde yaşa Leyla’m” türküsünden daha güzel nasıl anlatılabilir ki? “Yüce dağ başına yağan kar idim/ Yağdı yağmur güneş vurdu eridim” derken sebep sonuç ilişkisi canlanmıyor mu gözümüzde? “Niye gamlanırsın divane gönül/ Elbet bir gün bu kış gider yaz gelir” türküsü içimizde umutların yeşermesine sebep olmuyor mu?

 

 Her mevsim özlense de hasretle hiçbir mevsim kalıcı değildir. Kış baharın, yaz güzün yoluna bakar durur. Karın, rüzgârın, yağmurun türküsü söylenir dillerde