İnsan tabiatı itibariyle değişken ihtiyaçlara sahiptir. Bir hayvan hiçbir zaman giyinme gereği hissetmez mesela... Bu yüzden değişen ihtiyaçlarını karşılama gereği hisseder. Nitekim şimdilerde ihtiyaç listesinde yer alan sayısı belirsiz şeye geçmişte ihtiyaç hissetmemişti. Gerçekte bu değişim bilinçaltına yüklenen yazılımla ilgilidir. Zira ihtiyaç ve istekleri ‘sınırsız’ olarak tanımlayan ve medya vasıtasıyla gönderilen sinyallerle sürekli ‘uyarılan’ insan kendisini mahkûm ettiğinin farkında bile değildir.
İhtiyaç da ihtiras da insana dairdir. Ancak birbirine yazılış itibariyle de benzeyen bu iki kavramdan birincisi meşru, ikincisi gayri meşrudur. İhtiyaç karşılanması gereken, ihtiras mücadele edilmesi gerekendir çünkü… Bir başka açıdan bakıldığında ise ihtiyaç özgürlük, ihtiras esarettir. Ya da bilinçaltına yerleştirilen şey ihtiyaçla değil, ihtirasla ilgilidir.
İhtirasları yenemezseniz ihtiyaçlar gerçekten sınırsız olur. Beyin fonksiyonlarını ele geçirdiği için farketmek de mümkün olmuyor tabii… Ama somut örnek de verelim. Escobar'ı bilirsiniz... Dünyanın muhtemelen gelmiş geçmiş en ünlü uyuşturucu kaçakçısı (idi). Paraları koyacak yer bile bulamıyordu ama yine de daha fazlasını elde etme çabası içerisinde idi. Sonunda henüz kırklı yaşlarında iken bir çatışmada öldü gitti.
‘İktisat ve kanaat’ müslümanca, israf ve sefahat kapitalistçedir. Herkes israf edebilir ama herkes iktisad edemez. O halde iktisatlı olmak ve tutumlu hareket etmek bir onur, bir şeref ve bir haysiyettir. Erdemdir bir başka deyişle... Erdem de "insana" dairdir. İktisat ve kanaat müslümanca, israf ve sefahat kapitalistçe... Aşırı tüketim (israf) nankörlük, iktisad ise nimete saygı, Allah'a şükürdür. Müslüman için "iktisad" ve zekât farz, israf haramdır. Bunların hiç birisinin kapitalizm içerisinde bir karşılığı yoktur. Zira kapitalizm ihtiyaçtan değil, ihtirastan hareket eder.
Kapitalizm, seküler yaşam tarzının ekonomik ayağını temsil eder. Bir başka deyişle yukarıda bahsi geçen kavramların kapitalist insan hayatında bir karşılığı yoktur. Tamamen ‘rasyonel ve serbest’ olan ilk dönem uygulamaları işçilere gerçek anlamda ‘kölelik’ getirmiştir. Ödenen ağır bedeller sonraki süreçte bunun böyle devam edemeyeceğini gösterince de emeklilik çalışma saatleri ya da asgari ücret gibi hususları da bünyesinde barındıran sosyal devleti zorunlu kılmıştır. Sosyal devlet insanı belki bir bütün olarak köle olmaktan kurtarmıştır ama insan statüsüne terfi ettirememiştir.
Sadra şifa gibi gözüken sosyal devlet yine bir kapitalist olan Friedrich Von Hayek tarafından ‘köleliğe giden yol’ olarak nitelendirilmiştir. Zira gerçekten de bütün ihtiyaçları karşılanan insan zaman içerisinde asalaklaşmaktadır. Çocuklar da öyle değil midir… Her istediği karşılanan çocuklar hayata hazırlanamamaktadır. Adeta bir fanus içerisinde büyümektedir. Oysa çalışmak, üretmek bir taraftan fizyolojik diğer taraftan da psikolojik bir ihtiyaçtır. Çalışmak, insanı sadece psikolojik olarak tatmin etmez, aynı zamanda özgürleştirir.
İslam ekonomi düşüncesini kapitalizmden ayıran en önemli yanı harcama kısmına ilişkindir. Malum olduğu üzere; kapitalist ekonomi insan ihtiyaçlarını sınırsız olarak tanımlar. Esasen de bir yanda mümkün olduğunca üretim, bir yanda mümkün olduğunca tüketim ayağı vardır. Makbul olan insan tipi de bu ikisidir; üreten ve tüketen… Kapitalizmin ikinci bir yanı ise; ihtiraslara dayanmasıdır. İslam ihtirası insanın kötü yanı olarak tanımlar, ama kapitalizm insanın üretmesi ve tüketmesi için ihtiraslı olması gerektiği ön kabulünden hareket eder. Merkeze konan insan değil üretim ya da tüketim olduğundan; ihtiraslı insan da çok şeye sahip olacak, böylece zenginlik, yani refah ortaya çıkacaktır. Soyut olan refah kavramını da bu şekilde somuta indirgediğinden amaç hasıl olmuş olacaktır. Bu kısır döngüde dolaşıp duran kapitalist insan gerçek refahı hiçbir zaman göremeden sahtesiyle avunup ölüp gider.
Hırs ve ihtiras gibi esasen insan psikolojisi ve sosyal ilişkiler bakımından olumsuzluklar içeren bir hissiyat ekonomik getiri sağlama potansiyeli taşısa da, orta ve uzun vadedeki etkileri zararlıdır. Bu zarar kişi bakımından da toplum, hatta tüketici bakımından da böyledir. Kişi bakımından huzursuzluk ve rekabet edememiş olmak nedeniyle iflas potansiyeli, toplum bakımından sermayedar ve işçi sınıfı şeklinde tabakalaşma, tüketici bakımından da piyasa ele geçirildikten sonra bedel ödeme anlamına gelmektedir.
Buradaki bilgileri ekonomik ilişkilerle doğrudan irtibatlandırmak mümkün değilmiş gibi gözükmekle birlikte, sınırsız özgürlüğün aileye ve topluma orta-uzun vadede verdiği zararı göstermek adına daha somut bir örnekten hareket ettik. Sınırsız ihtiyaç-ihtiras-istek de böyledir çünkü… Kapitalist felsefenin daha baştan (iktisadın tanımında) öngördüğü böyle bir aşırılık, zaman içerisinde ortaya çıkan ve açıklamakta güçlük çekilen çeşitli ekonomik sıkıntıların, geçmişte doğrudan şimdilerde örtülü bir şekilde sürdürülen sömürgeciliğin, dolayısıyla insan onuruna yapılan müdahalenin, devletler arasında ve ülke içerisindeki uçurum düzeyindeki gelir eşitsizliğinin, aşırı kaynak tüketimi nedeniyle global çevre sorunlarının, iç savaşların…. sebebidir.