İSTİKLÂL MARŞI UMUTTUR
Hayrettin Durmuş
Akif’in duasıyla başlayalım yazıya. Yazımızı okuyanlar bu duaya yürekten “amin” desin. “Allah bu millete bir daha İstiklâl marşı yazdırmasın.”
Akif’in bu duası duyabilen gönüller için gerçekten çok anlamlıdır. Onun şu sözleri gerçeği daha açık ortaya koymaktadır. “İstiklâl marşı bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Artık ben bile yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. Allah vatanımızı, istiklâlimizi tehlikeye düşürüp yeniden bir İstiklâl Marşı yazdıracak günleri göstermesin.”[1]
İstiklâl Marşı bu milletin destanıdır, namusudur, yeminidir, dünyaya ilân ettiği manifestosudur. Küçük yaştaki çocuklarımızın bile on kıtasını ezbere okudukları İstiklâl marşımız gelecek nesillere bırakacağımız en önemli miraslardan birisidir. Çocuklarımıza bırakacağımız evler, arabalar, bağlar, bahçeler, her türlü zenginlik ve servet, bayrak şanla dalgalandığı, İstiklâl marşımız gökkubbeyi çınlatan bir sedayla okunduğu sürece onlarındır. Eğer bayrağın kaşı çatılır, İstiklâl Marşımızın sesi kısılırsa ömür boyu didinip yığdığımız mallar da çocuklarımızın olmayacaktır.
“İstiklâl marşı benim değil, bu aziz milletindir” diyerek şiir kitabına bile almamıştır Akif. Gerçekten de millet hayatında büyük çalkantılar, ölüm-kalım savaşları büyük sanat eserlerinin doğmasına sebep olur. Bütün milletin hislerine tercüman olan bu dev eserler, o eseri meydana getiren sanatkârdan ziyade, bütün milletin ortak malı sayılır. Akif tarihi bir görev yaparak İstiklâl marşını yazmıştır. Şimdi görev sırası bizdedir. Yazıldığı günün heyecanıyla İstiklâl marşımızı korumaktır bize düşen. İstiklâl Marşımızın yazılmasının üzerinden henüz 100 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Bir insan ömrü için uzun sayılabilecek bu süre millet hayatı için çok da uzun değildir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
VATAN AŞKI, BAYRAK SEVDASI
Üç kıta yedi deniz hükümranı kutlu cihan devletimiz emperyalist zalimlerin asırlık çabalarıyla ne yazık ki yıkılmıştı. Müslüman Türk Milleti etnoğrafik bir malzeme haline getirilmek ve tarih sahnesinden silinmek isteniyordu. Haçlı seferleriyle başlayıp Şark meselesi olarak devam eden sinsi plânların bir tek amacı vardı. “Türk Milleti’ni orta Asya bozkırlarına sürmek” Oysa bilmiyorlardı ki her çağda bayrak sevdalısı, vatan âşığı, millet mecnunu gönül erleri bu milletin adını yeryüzünden sildirmeyecekti. Zaferlere yeni zaferler eklenecek, birinci dünya savaşının kızgın külleri arasında yeni bir devletin temelleri atılacaktı. Alacakaranlıkta parlayan şimşek misali Anadolu, dünyada eşine ender rastlanan bir direnişle şahlanacak, dumanı tüten, ışığı yanan bir tek ev olduğu sürece sancaklar düşmeyecekti. Öyle de oldu. Vatan kurtarıldı ve mücadelemiz zaferle taçlandı. “Hakka tapan bir millet”e de bu yakışırdı...
Kurtuluş Savaşının karanlık günleri Allah’ın izni, milletin sınırsız fedakârlığı ve kahraman Mehmetçiğin gücü karşısında aydınlık şafaklara dönüşmüş, zafer güneşi milletimizin üzerine doğmuştu. Sıra bu zaferin destanını yazmaya gelmişti. İşte o destanı Mehmet Akif Ersoy yazdı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün üyeleri tam üç kez ayakta alkışlayarak gözyaşları içinde kabul ettiler on kıtalık İstiklâl marşımızı.
İstiklal marşımız umuttur, duadır, cesarettir, öğüttür, davettir, vasiyettir, karanlığı aydınlatan ışıktır. Sisleri dağıtan rahmet yelidir. Kahraman bir milletin imanını haykıran coşkulu dilidir. Hürriyet tutkumuzdur, bayram coşkumuzdur. Vatan denen sevgiliye ilan-ı aşkımızdır. Gelecek çağlar için müjdedir. Bu milletin hakkının geri alınması, Hakkın hâkim kılınmasıdır. Müslüman Türk’ün istiklâlinin herkesçe bilinmesidir.
Mehmet Akif Ersoy’un uykularını kaçırarak yazdığı, mısralarını Tacettin dergâhının duvarına kazıdığı marşımızı Osman Zeki Üngör bestelemiştir. 12 Mart 1921 tarihinde TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin milli marşı olarak kabul edilmiştir. Bu gün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de milli marşıdır.
İstiklal Marşımızın değiştirilmek istenmesi teşebbüsü ayrı bir yazı konusu…
Yüreği zafer aşkıyla çağlayan, kanı yeni fetihler için kıpırdayan bu millet var oldukça İstiklâl Marşımız her zamankinden daha gür, daha coşkulu okunacaktır. Akif’in duasının gerçek olması, bu aziz milletin istiklâlinin üzerine bir daha gölge düşmemesi, son kalemizdeki bayrağımızın gönderden bir daha asla inmemesi için vatanımız gönüllerde şahlanacak, bayrağımız ebediyen şanla ve şerefle dalgalanacak, İstiklâl marşımız imanlı sinelerimizden yükselen sesle âlemde yankılanmaya devam edecektir.
[1] Akif bu sözleri 1936 yılında hastalandığı zaman kendisini ziyarete gelen Hakkı Tarık Us ve Ruşen Eşref Ünaydın’la yaptıkları sohbet sırasında söylemiştir.