Nevzat Dede
Sevgili kardeşlerim,
Geçen sene, bu saat ve dakikada acaba nerede ve ne yapıyordunuz?
Soru biraz zor mu oldu?
Peki, soruyu biraz kolaylaştırayım.
Geçen ay, bu saatte nerede ve ne yapıyordunuz?
Meşhur tekerlemede söylendiği gibi;
“Aman be Nevzat Amca… Biz akşam ne yediğimizi bile hatırlamıyoruz, sen bize neler soruyorsun” mu diyorsunuz?
Pek güzel… O halde dün nerede ve ne yapıyordunuz? diye sorsam.
Her halde birçoğunuz artık bu soruma cevap verebildiniz, değil mi?
Bir saat öncesini veya bir dakika öncesini sorsam, hepiniz hatırlayacak ve doğru olarak cevap vereceksiniz.
Şimdi sizinle bir egzersiz (alıştırma) daha yapalım.
Haydi, şimdi de hep beraber;
“Şu yaşadığınız ve geçirdiğiniz bir dakika, bir gün, bir ay ve bir yılı, geri getirelim ve o anları tekrar yaşayalım…”
Haydi, bakalım biraz uğraşın… Ne oldu? Geri gelmiyorlar, değil mi?
O anlar yaşanmıştır ve bitmiştir. Artık o anlar hatıralarımız (anı) arasına karışmıştır. Eğer varsa fotoğrafları veya kayıtlı ise ses ve görüntüleri kalmıştır.
Peki, bir soru daha size…
Siz o anları yaşarken daha dikkatli olup, daha iyi yaşayamaz mıydınız?
Ben sizin “Evet, yaşayabilirdik…” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Sevgili kardeşlerim,
Gördüğünüz gibi zamanlarımız su gibi akıp gidiyor ve biz de onları bir daha geri getiremiyoruz.
Bu egzersiz şunu gösteriyor;
“Biz, zamanımızın kıymetini iyi bilmiyoruz”
Kıymetini iyi bilemediğimiz başka değerlerimiz de var. Bunlar;
Sağlık ve sıhhatimizin kıymetini de yine iyi bilmiyoruz. Bunu hastalanınca anlıyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. Gençliğimizin kıymetini, zenginliğimizin kıymetini…
Bakın, sevgili Peygamberimiz bu konuda (Hadis-i şeriflerinde) ne söylüyor
“Beş şeyin değerini, beş şey gelmeden iyi biliniz.
● Meşgale (yoğun uğraş) gelmeden boş vaktinizin,
● Hastalık gelmeden sağlığınızın,
● Fakirlik gelmeden zenginliğinizin,
● Yaşlılık gelmeden gençliğinizin ve
● Ölüm gelmeden hayatınızın kıymetini iyi biliniz”
Sevgili kardeşlerim,
Zengin ve varlıklı bir adam, yeni işe aldığı genç ve acemi (toy) bir delikanlı ile sefere (seyahate) çıkar. Yolculuk bu ya, yolları bir denizden geçmeleri gerekir ve bir gemiye binerler.
Ömründe denizi görmemiş ve gemiye de ilk defa binmiş olan genç adamın korkudan yüzü sap sarı kesilir ve solar.
Biraz sonra da, denizde hafif de olsa bir fırtına çıkar?
Genç adam hemen geminin bir kenarına büzülür ve başlar zangır zangır titremeye…
Kendisine nasihat ederler (öğüt verirler) olmaz, okşarlar olmaz, azarlarlar olmaz… Genç adam bir türlü teskin olamaz (normal hale gelemez), sakinleşmez.
Bu gencin patronu ise gemide herkesin sapa sağlam olmasına karşılık kendi adamının bu halinden huzursuz olur.
Gemide seyahat eden bir bilgili insan daha vardır.
Bu bilgili adam, durumu görünce genç adamın patronuna;
“Müsaade buyurursanız (izin verirseniz) ben onu sustururum” der. Patron da;
“Lütfedesiniz (iyilik yapmış olursunuz)” diyerek onun yapacağı işe onay verir.
Bilgin önce titreyip duran genci denize attırır. Genç adam, denizde bir iki batıp çıkar. Sonra “can havliyle” geminin dümenine tutunur.
Sonra onu saçından tutup tekrar gemiye alırlar.
Gencin titremesi geçmiş ve sakinleşmiştir. Artık ağlayıp sızlanmadan, geminin bir köşesinde oturmaktadır.
Zengin adam, bilgili adamın bu hareketini pek beğenir ve hoşuna gider. Bilgine sorar;
“Bu işin hikmeti nedir ki bu genç arkadaşım şimdi sakinleşti?” diye sorar.
Bilgin de ona;
“Bu genç adam daha önce suda batma mihnetini (eziyetini, belasını) tatmadığı için gemideki selametin kadir ve kıymetini bilmiyordu. Ona önce suda batmanın sıkıntısını tattırdım ki geminin kıymetini bilsin de huzur duysun…” der.