KRAL ÇIPLAK DEMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ?
İğneden ipliğe her şeye bağımlı olmamız istenmiştir. Türkiye Sovyet tehdidi ile NATO'ya apar-topar girdiğinde var olan bağımlılık daha da artmıştır. Türkiye Sovyet tehdidine karşı NATO'ya kalkanlık yaptığı halde Kıbrıs Harekâtında NATO silahlarını kullanmamız engellenmek istenmiştir. Bu yüzden Türkiye'ye uzun yıllar ambargo uygulanmıştır. Sofistike silahların yazılımlarına sahip olmamız asla istenmemiştir. Dost-düşmanın kim olduğu bile yazılımlarla silah satıcılarınca belirlenmiştir. Her ihtimale karşı silahlara uzaktan müdahale edebilme imkânını sürekli ellerinde tutmak istemişlerdir. Kendi uzmanlarımızın yazılım geliştirme teşebbüsü suikastlara kurban edilmek istenmiştir. Türkiye'nin yazılımların milli olma şartı asla kabul edilmemiş, bu yüzden milyar dolarlık silah ihaleleri iptal edilmiştir. Çin ile yapılan ve muhtemelen yazılımı bize ait olacak olan uzun menzilli balistik füze ihalesi akla-hayale gelmedik gerekçelerle engellenmek istenmiştir.
Bu kısırdöngüyü kırmak isteyen ÖZAL, cesur girişimlerine rağmen bunu başaramamış ama Türkiye'nin önünü açmıştır. Bu girişimleri hala aydınlanmayan bir şüpheli ölümle sonuçlanmış, böylece Türkiye'nin çok stratejik olan 1990'lı yılları kaybetmesi sağlanmıştır. Neden stratejikti derseniz SSCB'nin dağılma sürecini hatırlatmak isterim. Dünyanın şekillendiği çeşitli dönemler vardır. İşte bu fırsat kaçırılmıştır. İçimizdeki beyinsizler kısır iç politik tartışmalar ve hamasetle meşgulken, Türkiye Orta Asya'ya karşı içi dolu hiç bir proje önerememiştir. Çürümüşlüğün 2001 krizi ile dip yapması üzerine biraz kendisine gelmiş ve içeriden ve dışarıdan her türlü karşı koymalara rağmen kendi stratejisini geliştirme yönünde dev adımlar atmıştır. İçeridekiler, ağır tecrübelerle işin şaka olmadığını öğrendiler. Sıra dışarıdakilerde...
Elbette Türkiye temsil ettiği % 1’in biraz üzerinde ekonomi ve nüfus ile dünyayı değiştiremez. Ama koskoca Türk dünyası ve İslam dünyası var. Kimin söylediği ihtilaflı olmakla beraber Adriyatik’ten Çin seddine olarak belirlenen nüfuz alanı hiç de gerçek dışı değildir. Her şey önce bir hayal etmekle başlar. Yahudi milleti inanmasaydı, iki bin küsur sene sonra anavatanına dönemezdi. Yunanlıların megola ideası az kalsın gerçek oluyordu yüzyılın başında… II. Dünya Savaşında parçalanan Almanya sürekli birleşmenin hesabını yaptı ve 11990’da bu fırsat doğdu. Büyük devletler günlük hesaplar yapmazlar, yüz yılı dikkate alarak planlama yaparlar. Bugün başımızdaki taze sorun Musul, tam yüz yıl önce kopartılmıştı bizden, bilindik nedenlerle…
2000’li yılların başında oluşturulan vizyon bu kısır döngünün aşıldığını ve meyvesini vermeye başladığını gösteriyor. Fransa-Almanya bile ABD’ye güvenmezken, biz neden güvenelim. Adının milli olması gerekmez, ama her ülkenin potansiyelini maksimum düzeyde kullanması, dışa bağımlılığını azaltması gerekir. Türkiye’nin potansiyeli de hala bakirdir. Türkiye ne Kuzey Kore ne de Arnavutluk… Bakın enerji santrallerine… Nükleere başka, HES’lere başka, RES’lere başka nedenlerle karşı çıkıyorlar. Türkiye’nin mücadelesi bağımlılığı azaltmak, ilgili çevrelerin mücadelesi halkın kafasını çelmek…
‘Uyuma taklidi’ yapmaya alıştırılmış Türkiye artık yazılımı da patenti de kendisine ait olan teknolojik ve savunma sanayiine dair küçümsenemez adımlar atıyor. Türkiye'nin bir savaşa bulaştırılması gayreti ya da içerideki işbirlikçilerin atraksiyonları boşuna değil. Sineklerle uğraşmaktan bataklığı göremeyenlere hatırlatmak isterim.