Medeniyet Perspektifi ve Ekonomi-2

Abone Ol

 

İslam dünyasının düşünsel bağlamda geriye gidişinin başladığı tarihlerde, Batı medeniyeti hızlı bir ivme kazanmıştır. Moğolların aksine, Haçlı seferleri sırasında İslam medeniyetinin birikiminden öğrendiklerini ülkelerine taşıyan ve sonraki dönemlerde hayata indirgeyen Batı, 'Yeni Dünya'nın, yani Amerika’nın keşfi ile kabuğunu kırmış, süreç içerisindeki gelişmelerle askeri bakımdan dengelediği gücünü 17. yüz yılın sonlarına doğru lehine çevirmeyi başarmıştır.

18. yüzyıl Batı için adeta devrimler yüz yılı olmuştur. Zaten dönem ‘Sanayii Devrimi’ ya da ‘Aydınlanma Çağı’ olarak isimlendirilmektedir. Zira bir yandan sanat, edebiyat, felsefe alanlarındaki (rönesans) hesaplaşma ile düşünce dünyasının önündeki bariyerleri kaldırmış, bir yandan da bilimsel keşiflerle hayata kolaylık ve etkinlik kazandırmıştır. Bu gelişmelerle zenginleşen ve güç kazanan Avrupa ile İslam dünyasının arası daha da açılmıştır. Öyle ya da böyle, matbaanın İslam toplumuna geç girmesi bu anlamda sembolik önem taşır.

Süreç Batı’ya sadece zenginlik getirmemiş; merkantilizm ile başlayan, fizyokrasi ile ara aşamayı geçen ekonomi aynı dönemde bilimsel ilkelere kavuşmuştur. Nitekim Adam Smith’in 1776 yılında yayınladığı ‘Milletlerin Zenginliği’ isimli kitabı iktisadın ilkelerinin oluştuğuna dair ‘milat’ kabul edilir. Süreç içerisinde kilisenin (skolastik düşünce) ve krallıkların da etkisi kırılmıştır. 1789 Fransız Devrimi de bu anlamda milattır.

Bütün bunlar Batı’nın medeniyet perspektifine katkıda bulunmuştur elbette… Ama medeniyet sadece ‘maddi’ olan yanıyla değerlendirilirse ‘tek kanatlı kuş’ gibi olur. Rönesans sanat, bilim, edebiyat, felsefe gibi alanların gelişmesine katkıda bulunmuşsa da batı medeniyeti daha çok somut yönüyle öne çıkmaktadır. Evet böyle bir sonuç vardır ama medeniyeti sadece sonuca bakarak değerlendirmek fevkalade yanıltıcıdır. Zira bütün bunların altında bir insanlık suçu olan sömürgecilik vardır.

Konuyu bir örnek yardımıyla şöyle açıklayabiliriz. Bugün Mısır’da bulunan piramitler, dünyanın harikaları arasında kabul edilir. Buraya yani sonuca bakarsanız gayet ihtişamlı ve göz kamaştırıcı bulursunuz. Ancak bunun maliyetinin ne olduğuna da bakmak gerekir. Zira bu yapılar oluşturulurken onbinlerce kölenin zorla çalıştırıldığı ve can verdiği bilinmektedir. Batıdaki zenginliğin kaynağı da böyledir ve yanıltıcıdır. Nitekim Fransa’da Afrika kökenli aktivistin yapılan ırkçılığa karşı metroda haykırışı durumu özetlemektedir: ‘Cebinizdeki 100 Euro’nun 60’ı Afrika’dan geliyor; saygılı olacaksınız…’

Görüntünün aksine sömürgecilik bitmemiş, hatta güç kazanmıştır. Zira bu sömürü fiziksel olmanın ötesine geçmiş, zihinselliğe terfi (!) etmiştir. İçimizdeki ‘kraldan çok kralcıların’ sesi işte bu yüzden bu kadar yüksek çıkmaktadır. Sözü burada Aliya İzzetbegoviç’e bırakalım: "Şunu hiç unutma evlat… Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur."

Evet böyledir ama, sömürgeci olmadan da zengin olunabilir ve medeniyet geliştirilebilir. İşte İslam iktisadı konunun bu yönü ile ilgilenmektedir. Halen keşfedilmeyi bekleyen medeniyet kodları aynı zamanda zenginliğin ve refahın da meşru ve helal kaynağı olacaktır. Nitekim İslam toplumunun medeniyet perspektifinin zayıflaması ile yarı sömürü-sömürü olması da aynı dönemlere denk gelir.

Medeniyetin somut yönünün medeniyet perspektifinde yeri olduğu da bir başka gerçektir. Gerçekten de temel ihtiyaçları giderebilecek bir kazancın medeniyet üzerinde etkisi vardır. Zira fizyolojik ihtiyaçları yeterince karşılanmayan, bir başka deyişle standart insani şartlarda ihtiyaçlarını gideremeyen kimseden medeniyet perspektifi beklenemez.

Öyle ya da böyle manzara son üçyüz yıldır aleyhimize gelişmiştir. Sorun referans kaynaklarda olamayacağına göre, değişim sürecinde bu kaynakları doğru anlayamamış ve yorumlayamamış olan bizlerdedir. İslam dünyası bu esaret zincirini kırmaya odaklanmışken medeniyet yarışında geride kalmış olması zihinsel yönelimde kaymaya da yol açmıştır. Bu yüzden de İslam toplumu; medeniyet merkezinin Batı, ekonominin de kapitalizm olduğu gibi bir yanılgı içerisindedir.

Bugün yaşanan kişisel, sosyal, ekonomik, hatta askeri sorunların temel nedeninin; bireysel çıkar merkezli ve metafizikten uzak yaşam olan sekülerizm, insanı sadece fiziksel ihtiyaçlarla sınırlandıran materyalizm ve güçlünün ayakta kalacağı varsayımından hareket eden sosyal darwinizm olduğu Batı’da bile kabul görmeye başlamıştır.

Batı medeniyeti merkeze 'insanı' yerleştirdiği iddiasını uzun yıllar bize övünç kaynağı olarak pazarlandı. Biz de Batının insana ne kadar değer verdiğini düşünerek kendi kendimize hayıflandık. Oysa bu varsayımdan hareket ettiğimizde insan sadece çıkarcı ve kendisini düşünen tarafıyla, yani kötü olan tarafıyla ele alınmaktadır. Zira kapitalizmde ekonomik bakımdan makbul insan ‘homoeconomicus’ olandır (devam edecek).