Medeniyet Perspektifi ve Ekonomi-3

Abone Ol

 

Açlık, yetersiz beslenme, temiz suya erişimdeki kısıtlar, fakirlik, gelir dağılımı bozukluğu, iç savaşlar, siyasi yozlaşmalar, faşizmin yükselmesi, terör, mülteci sorunu, enerji kaynaklarının bölüşümü ve dağılımında yaşanan sorunlar, kayıtışı ekonomi, uyuşturucu, kumar, (LGBT gibi) gayri meşru yaşamın yaygınlaşması hatta yasallaşması, kürtaj adı altındaki katliam, bozulan doğal çevre, delinen ozon tabakası, sorumluluk üslenmek istemeyen yeni nesil insan modeli, evliliklerin kolayca sona ermesi… ve daha pek çok husus işte o kutsanan ve tabulaştırılan Batı değerlerinin somuta yansıması…

Gerçekte hiç birisi medeniyet ve özgürlük olmadığı gibi tamamı ve daha fazlası insanlığın geleceğini tehdit ediyor ama, metastaz yapan kanser hücreleri gibi bütün insanlığın düşünce dünyasını da sarmış… Muhtemelen tarihin hiçbir döneminde refah da kötülük de bu kadar yaygınlaşıp taraftar bulmadı. Ve sorumluluk sahibi olması gerekenler bir o kadar duyarsız ve bigane…

Temel sorun insanı somuta indirgemekte… Oysa İslam medeniyeti, Batıdan farklı olarak insanı sadece maddi ihtiyaçlardan ibaret görmez. Medeniyeti gelir artışına indirgemek eksik ve yanıltıcıdır. Batıda aşılamayan psikolojik sorunların ve aile bağlarındaki zayıflığın nedenini de burada aramak gerek… İşte bu yüzden Batı’da söz gelimi 18 yaşını geçen kendi çocuğundan bile kira almak yadırganmamaktadır.

Bakınız buna karşılık İslam ekonomisi hangi kurumları öneriyor: Hayırseverlik, paylaşma, kanaat, sabır, şükür, diğergamlık, i'sar (başkası için yaşamak), zekât, sadaka… Batı medeniyetinde bir bütün bunların herhangi bir karşılığı yoktur.

Malum; kapitalist iktisatta vergiler zora dayalı olarak alınır. Kapitalizmin doğasının gereğidir bu… Devlet; ‘sen gelir elde et bana da vergi öde, kamu hizmetini ben senden aldığım vergilerle yerine getiririm’ anlayışından hareket eder. İnsana iyilik alanı bırakmaz bir başka deyişle… Bir başka deyişle kapitalizm gönüllü kurumlara çok da açık değildir. Çeşitli sosyal faaliyetleri bile reklam yani çıkar amaçlıdır.

Ekonomide iki temel unsur vardır; bunlardan birisi kurum ve kurallara dönük güçlü bir alt yapının oluşturulması, diğeri ise insan unsurudur. Kapitalist ekonomi merkeze insanı almamıştır. Bir başka deyişle “kurumsallaşma” gerçekleştiğinde insanların başka çarelerinin kalmayacağı, kendilerini vergileri ödemek zorunda hissedecekleri varsayımına dayandırır. Şüphesiz kurumsal alt yapının güçlü olması önemlidir, ancak diğer önemli husus da bilinçli insan modelidir.

Kapitalizm insanlığa ödettiği ağır bedellerden sonra konuya eğilmiş, mesafe de almıştır. Ancak mevzubahis çözümlerin refah dönemine ilişkin, geçici, palyatif ve pansuman tedbiri olmanın ötesine geçmesi beklenmemelidir. Zira beşerî sistemlerin insana köklü bir içsel sorumluluk vermesi mümkün değildir. Sözgelimi kıtlığın olduğu zamanlar dönemler stoklama için bir fırsat olarak görülür. Oysa stoklama (ihtikar) İslam hukukunun yasak kapsamına aldığı bir kurumdur.

İslam ekonomisi esasen insan odaklıdır. Bir başka deyişle merkezinde insan vardır. Kurumsal ve yasal altyapı elbette burada da önemlidir, ancak insanın mes’uliyet hissi, önemli ölçüde içsel zorlamayı gerektirir. “Deveyi sağlam kazığa bağlamak” olarak özetlenebilecek kurumsal altyapı içsel zorlama ve teşvikle birleşince, insan modelinin ne kadar da öncelikli olduğu açığa çıkar. Örneğin, inancı kuvvetli bir Müslümanın zekâtı vermemek ya da gizlemek gibi bir seçeneği yoktur. Ama vergisini devletten gizleyebilir.

Aslında ilahi kökenli bütün dinler bu konularla ilgili değerler sistemi va’z etmiştir. Ancak Batıda 16. Yüz yılda başlayan 18. Yüzyıl Fransız Devrimi ile tamamlanan sekülerleşme din kaynaklı uygulamaları toplum hayatından çıkarmayı başarmıştır. ‘Tanrı’ ile bağını koparan insan ‘aklı’ ile yazının başında saydığımız sorunları sarmıştır başına… Bizde de benzer bir süreç 19. Yüzyılda başlamış, 20. Yüzyılda ise kurumsallaşmıştır. Önemli bir fark şu ki; Batıda toplumsal tabanlı olan bu talepler, Müslüman toplumlarda dış odaklı ve dayatma şeklinde tezahür etmiştir. İçerisinden bir türlü sıyrılamadığımızı sorunların kaynağını da buralarda aramak gerektiği kanaatindeyim.

İnsanlık aşırı uçlardan çok muzdarip olmuştur. Kapitalizm ve sosyalizmin insanlığın başındaki gelmiş geçmiş en büyük bela olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. 1492 Amerika’nın keşfi ile başlayan kurumsal sömürgecilik, insanlığın büyük bir kısmını ya yok etmiş (Kızılderilileri yok ettiği gibi), ya da köleleştirmiştir. (Geçmişte Afrika’da, günümüzde tüm dünyada). Günümüzdeki kölelerin geçmişten farkı, kölelikte gönüllü, hatta iştahlı olmalarıdır. (devam edecek)