Medeniyet Perspektifi ve Ekonomi-4

Abone Ol

 

İslam toplumu geçmişte vakıf kurumu vasıtasıyla sessiz bir devrim gerçekleştirmiştir. Vakıf bir medeniyettir çünkü… Ve uygulanış biçimi itibariyle, diğer medeniyetlerde örneği yoktur. Bu şekliyle vakıf insana dairdir ve söz konusu medeniyetin hayata dokunan yanını temsil eder. Bu insani kurum, bazı önemli sosyal gayelerin vergi gibi zor kullanıma gerek kalmadan gerçekleşebileceğinin de bir kanıtıdır. Dün mümkün olan bugün neden olmasın…

Malum olduğu üzere vakıf müesseseleri gönüllü organizasyonlardır. Kapitalist ve seküler sistemlerde ise kamu hizmetleri esasen cebri yöntemlerle alınan vergiler vasıtasıyla yürütülür. Gönülsüzdür bir başka deyişle… Elbette vakıf müessesesinin Batı medeniyetinde de karşılık bulan örnekleri vardır. Ama bu örnekler medeniyet perspektifi sunmaz. Soros (Açık Toplum) Vakfı mesela… 1990 sonrası dizayn edilen ‘Yeni Dünya’ (Sömürü) Düzeninin sivil görünümlü ‘ajan’ı olmanın ötesine geçemez. Sömürgecilikten medeniyet çıkar mı hiç…

Batı medeniyetini temsil eden en önemli kavramlardan birisi kapitalizmdir. Kapitalizmde kaynakların ‘kıt’ olduğu varsayımından hareket edilir. Kaynakların kıt olduğu tartışmalı bir konudur ama, insanlığın bu kaynakları hor ve dengesiz kullandığı da bir o kadar tartışmasızdır. Zira bu kaynakların bölüşümü hem uluslararası hem de ulusal bakımdan kapitalizmin ruhuna uygun bir şekilde güçlünün elindedir. Uluslararası paylaşımın ne kadar adaletsiz olduğu genel olarak bilinir de milli düzeyde, özellikle de gelişmiş ülkelerde sorunsuz bir şekilde işlediği zannedilir. Oysa bu ülkelerde sermaye kesimi ile çalışan kesim arasında uçurum düzeyinde gelir farklılıkları vardır. Avrupa’da sosyal devletin nisbi olarak dengelediği bu durum, özellikle de Amerika’da fevkalade belirgin bir toplumsal sorundur; homeless mesela… Oysa İslam medeniyeti sadaka taşıyla da misafir taşıyla da yitik taşıyla da bu medeniyeti zirveye taşımıştır.

(Not: homeles; Amerika’daki evsizler, yani sokakta yaşayanlar, sadaka taşı; ihtiyacı olanların veren kimseyle doğrudan muhatap olmadığı anahtarı herkeste olan kumbara benzeri merkezler, misafir taşı da genellikle camilerin etrafına konan ve beldeye gelen kimselerin (herkes misafir etmek istediği için aralarında tartışma çıkmaması bakımından) hangi evin misafiri olacağını gösteren yerlerdir, yitik taşı; kayıp eşyaların bulunup konulduğu yerler).

Birkaç yüzyıl önce Batıda alan hakimiyeti kazanan seküler ve kapitalist düşünce toplumsal değer oluşturan bu kurumları kitlelerin gözünde itibarsızlaştırmıştır. Oysa Peygamberler geldikleri toplumlarda sadece bireysel değil, sosyo-ekonomik ve siyasi reform hatta devrim yapmışlardır. Efendimiz zamanında bunun ekonomik ayağı, o günlerde yaygınlıkla uygulanan faizin kesin bir şekilde kaldırılması ve yine zekât müessesesinin yerleştirilmesidir. İkili ticarette (ihtikar-karaborsa yasağı ya da narh-fiyat düzenlemeleri ya da maslahat-kamu yararı gibi) getirdiği esaslar da vardır. Bu uygulamalar siyasi otorite vasıtasıyla ve gerektiğinde kamusal güç (kolluk güçleri, askeri güç) kullanılarak toplum lehine işlevselleştirilmiştir. Hz. Ebu Bekir, zekât vermek istemeyenlerle savaşmıştır mesela…

Günümüzde (laisizmle birlikte) oluşturulan algının tersine din (en azından İslam) sadece vicdani-bireysel değil, bünyesinde toplumsal hatta siyasi müesseseleri de barındırır. Zira İslam’ın üç temel ayağından birisi olan muamelat (diğer ikisi itikat ve ibadettir) toplumsal sorumlulukla ilgilidir.

Bugünkü çağdaş devlet, devletin hakkı olduğu kabulünden hareketle, kapitalist sistemde aslında fevkalade önemsenen bireysel özgürlükleri göz ardı ederek kişilerin mal varlıklarının bir kısmına, onların isteği dışında ve zorla el koymaktadır. Kamu yararı olduğunda bireysel mülkiyete dokunulması (kamulaştırma) ya da olağanüstü zamanlarda kişisel özgürlüklerin yine toplum lehine ve geçici olarak askıya alınması da böyledir.

İslam hukuku ya da ekonomisinde zekât da öyle değil midir... Zira zekât kişinin kendi emek ve sermayesiyle kazandığı mal varlığı ya da kazancı üzerinden (ilgili ayet gereği) fakirlerin, miskinlerin… hakkı kabul edilir. Bu da göstermektedir ki; bugün oluşturulan algının tersine; Müslümanların bu değerleri yayma ve toplum refahına sunma görevi vardır.

Şunu akıldan çıkarmamak lazım; İslam ekonomisi ne kapitalist ne de sosyalisttir. İslam ekonomisini kapitalizm (piyasa ekonomisi gibi) ya da sosyalizmin (güçlü sosyal vurgu gibi) ilkeleri ile açıklamak mağlubiyeti baştan kabul etmektir. Bir medeniyet projesi olan İslam bünyesinde barındırdığı müesseselerin keşfedilerek insanlığın hizmetine sunulmasını beklemektedir (devamı var).