Avrupa bir kıta olmaktan, Batı bir yön olmaktan ziyade ‘soyut’u (hayat tarzı-felsefesi) temsil eden bir tanımlamadır. Coğrafi olarak Avrupa'nın yarısından fazlasını hakimiyetinde tutmasına ve Ortodoks Hristiyanlığı temsil iddiasında bulunmasına rağmen, Rusya 'Avrupalı' ve "Batılı' kabul edilmez mesela… Ama söz konusu ‘temsil’ yani Batılı düşünce felsefesi öylesine baskındır ki; bırakın Avrupa’nın geri kalanını, dünyanın herhangi bir yanında Batıdan daha ateşti ‘Batıcılar’ vardır.
Batı ya da Avrupa denince akla gelen bir diğer şey Hristiyanlık ise de; aslında bugünkü Batı, varlığını önemli ölçüde bu dine karşı mücadelesine borçludur. Nitekim kilise her bir şeye karıştığından bilimi de uhdesine almıştı. Skolastik (Kiliseye dayalı) olarak isimlendirilen bu düşünce; sözgelimi ‘dünya dönüyor’ dediği için Galileo’yi aforoz etmişti. Ama bilim adamı gördüğünü inkâr edemez ki… Dillendirmiyorsa da bilim insanı değildir. Bir başka ihtimal; Galileo gibi ağır bir faşizme maruz kalmasıdır. Nitekim Galileo aforoz ve hapse maruz kalmasına rağmen; ‘ama dünya yine de dönüyor’ (tartışmalıdır) demişti. Şimdilerde bizler de yerli ‘pagan’ ve faşistlerin aforozundan endişe ettiğimiz için; işte böyle kuş dili ile konuşuyoruz.
Batı her ne kadar ortak ‘medeniyeti’ temsil ediyormuş izlenimi verse de bir o kadar birbirinden ayrışıktır. Avrupa Birliği ‘Farklılık içerisinde Birlik’ (Unity in Diversity) mottosu üzerine bina etse de kendisini; durum menfaat yönünden bir miktar hassaslaştığında diğer kutsalları gibi bu ‘kutsalını’ da rahatlıkla bir kenara atabilmektedir. Yani helvadan yaptığı 'tanrıyı' acıkınca yemekte bir beis görmemektedir. Bu haliyle de Batı aslında Hristiyan değil, putperest-menfaatperesttir.
Hayata dokunan yanı laiklik ve sekülerizmle hem sosyal-siyasal hem de bireysel düzeyde minimize edilmiş olan ve mevcut haliyle ‘kültürel’ öge olmanın ötesine geçmeyen Hristiyanlık; günümüzde sadece hukuken değil, fiilen de ilgi görmemektedir. Nitekim, birçok ülkede kiliseler cemaatsizlikten satışa çıkarılırken, kilise çevrelerindeki sapkınlıklar ‘pedofili’ düzeyine kadar inmiştir.
Hristiyanlık Batıda devletler düzeyinde siyasal-kültürel araç olmanın ötesinde anlam taşımaz. Avrupa Birliği bu anlamda ‘Hristiyan’dır mesela… Hiçbir hukuki metninde geçmese de; kuruluş felsefesi bu düşünce üzerine bina edilmiştir. Sembollere de yansıtılmıştır. Söz gelimi dolar üzerinde ‘biz tanrıya güveniyoruz’ (In God We Trust) (1) yazısı yer alırken, Avrupa Komisyonu binası ‘haç’ şeklindedir.
Geçmişten günümüze değişik medeniyetlere ev sahipliği yapan ve süreç içerisinde istilalara uğrayan Avrupa, güç dengesinde halen devam eden üstünlüğünü son birkaç yüzyıl içerisinde elde etmiştir. Hatta Avrupalılar ‘medenileşmelerini’ güçlü kavimlerin bu istilalarına borçlu olduklarını kabul ederler. Oysa söz konusu güçlü kavimler Avrupa topraklarını istila etmenin yanında, halkı da köleleştirmişti. Bu yüzden de kendilerinin sömürdükleri toplumların süreç içerisinde medenileşeceği iddiasını, sömürgeciliklerini meşrulaştırmak adına araç olarak kullanmaktadırlar. Sözgelimi Afrika’dan geniş çiftliklerde çalışmak üzere getirdikleri köleler bugün Amerika nüfusunda yekün teşkil etmektedir. Bunların köleleştirildiği için medenileştiği, Afrika’da kalsaydı ‘kabile’ ilişkisinin devam edeceği gibi akla ziyan iddiaları vardır.
Aslında Avrupa 1700’lü yıllara kadar medeniyetin sunduğu hemen hiçbir pratikten yararlanamıyordu. İşte bu yüzden ‘Orta Çağ karanlığı’ ifadesi, bu kültürde deyimselleşmiştir. (https://www.youtube.com/shorts/hCsD0Ys_O1I) Cahit Zarifoğlu’nun yerinde tesbitiyle; Batı'nın planlarını kendi fikirleri zanneden ve aydın geçinen içine batı kaçmış 'ahmaklar’ durumu tefrik edemediklerinden, bu sözün bizim için söylendiğini zanneder.
Oysa Osmanlı medeniyeti-aydınlığı temsil ettiğimden Sırp tarihçi Sırbistan’ın Osmanlılarca fethi için ‘tanrının bir lütfu’ diyor mesela... Katolik Engizisyon barbardı çünkü… (https://www.youtube.com/watch?v=umoDwLK3pV0) Macaristan’da dönemin (2011) Cumhurbaşkanı Pal Schmitt; ‘iyi ki bizi 150 yıl Osmanlı yönetti. Ülkemiz Türkler değil de başka bir millet tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık. 150 yıl boyunca Macaristan Türkler için stratejik bir yer oldu’ itirafında bulunuyor. Çok yakın zamanda Lübnan başbaşkanı da asli rolüne irca süreci devam eden ülkemiz için benzer ifadeler kullandı.
Avrupa o kadar karanlık ve ilkeldi ki; tuvalet ve banyo alışkanlıkları dahi yoktu. Osmanlı’da ‘Türk Hamamı’ olarak varlığını halen devam ettiren temizlik anlayışını gören batılı gezginler hayretlerini gizleyememişlerdir. (geniş bilgi için Münife OBUZ ‘Batılı Seyyahların Gözünden XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Payitaht İstanbul’da Kişisel Temizlik ve Bakım’ isimli çalışmaya bakılabilir)
Temizlik medeniyettir elbette… Türk Hamamının atası kabul edilen Roma da işte tam bu yüzden medeniyet oluşturabilmiş ve bu medeniyet kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir. Avrupa, yılda birden fazla banyo yapmayı günah sayan anlayışını süreç içerisinde aşsa da, fiziksel temizlik beraberinde ruh temizliğini getirememiştir. Zira elinin uzandığı her yer ölüm kokmaktadır (devam edecek).
1- Aslında bu ifade sadece paralar üzerinde yazmaz, Amerika’nın resmi sloganı, ‘mottosu’dur