Öğretmenlik dünyadaki en eski meslek diyebiliriz. Çünkü öğrenme ve öğretme süreci, ilk insan Hz. Adem’le başlamıştır. Hz.Adem eşi Hz.Havva’ya ve daha sonra çocuklarına muallimlik etmiştir. Bu şekilde başlayan süreç kıyamete kadar sürecektir. Öğretmenlik en saygın mesleklerden biridir. Son yıllarda öğretmen; veliler, öğrenciler ve toplumun bir kısmı tarafından örselenmiş olsa da bu mesleğin saygınlığını hiçbir şekilde kaybettirmez. Hak arama! adına öğretmene amansızca yüklenen veliler ve bir kısım öğrenciler ve de anlamadan dinlemeden haber yapan bir kısım basın mensubu öğretmenlik mesleğine ve saygınlığa ciddi anlamda zarar verdiler. Elbette herkes hakkını arayacak ancak öncelikle diyalog yolları tüketilmemelidir. İki öğrenci pompalı tüfekle okul bahçesinde okul müdürünü öldürüyorlar ve bir kısım insanlar cinayeti kınama,tel’in etme yerine , cinayeti işleyen öğrencileri haklı çıkarma derdine düşüyorlar. Bir can gitmiş onlar atılan bir tokadın derdine düşmüşler. İnsafınız kurusun bu kadar mı gözünüz döndü. Elbette tokat, dayak bunlar da hoş görülemez ama bunlar için zaten şikayet mekanizmaları,hak arama yöntemleri açıktır,nitekim yapılıyor da. Bizim de düşüncemiz disiplin dayaksız sağlanmalıdır. Şurası da unutulmamalıdır ki; evinde bir iki çocuğun hakkından gelemeyen bazı velilerimiz, yerine göre okullarda 40-45 öğrenci mevcuduna ulaşabilen sınıflarda, öğretmenlerden Hz.Eyyub sabrı bekliyorlar. Bir kendinizi o öğretmenler yerine koyun ve girin sınıflara birkaç saat o öğrencilere öğretmenlik yaptığınızı düşünün. Kolay değil, değil mi; bir çoğu ders süresi bitmeden kendini sınıf dışına atar herhalde. Empati yapalım sayın veliler ve oturduğu yerde ahkam kesen bazı kalemşörler, bu işin hiç de kolay olmadığını göreceksiniz. Geçen bir tv yarışma programında da sorulmuş ve yanlış bilgi verilmiş. Yazın üç ay tatil yaptığı halde bir de üstüne maaş alıp en kıskanılan meslek diye. Burada öğretmenliği tahfif var. Bir kere öğretmenler üç ay tatil yapmıyorlar. 1 Temmuz ile 1 Eylül arası iki ay tatil yapıyorlar. Bu da öğrencilerin o süreçte tatilde olmasından kaynaklanıyor. Zaten bütün memurlar yılda bir ay izin kullanıyorlar. Öğretmenlik yıpranması çok olan bir meslek. Konuşarak, araştırarak, sosyal faaliyet yaparak, evde çalışılarak yapılan bir meslek. Öğretmenin çalışması okulda bitmiyor. Evinde ertesi günkü derslerine hazırlanıyor. Öğretmenlik özellikle günümüzde çok zor bir meslek. Bazı aileler tarafından çok fazla şımartılan öğrencilerle aynı ortamda sağlıklı ders işlemek gitgide zorlaşıyor. Öğretmenin elinde çok fazla bir gücü de yok bunun için. Öğretmenliğin saygınlığını hep birlikte korumalıyız. Veliler, öğrenciler, öğretmenler, basın ve kamuoyu hep beraber bu kutsal mesleğin saygınlığını korumak için elele vermeliler.
Geçmişte Fatih’ler, Yavuz’lar ,Kanuni’ler öğretmenlerin önünden geçmezlerdi. Mustafa Kemal Atatürk, Devlet Başkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir diyerek öğretmenin hakkını teslim ederdi.
Büyüklerin öğretmenlerine saygılarından ve verdikleri değerden birkaç örnek verelim:
FATİH’İN HOCASINA SAYGISI
29 Mayıs 1453 sabahı son hücum emri ile birlikte İstanbul Osmanlı'ya teslim olmuştu Fatih, hocası Akşemsettin Hazretleri ile birlikte, coşkulu bir törenle İstanbul'a giriyordu Bizans halkı ve kadınlar yollara dökülmüş, genç Fatih'i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak onu tebrik ediyorlardı Hatta Fatih İstanbul'a girerken, yer yer Bizans halkı öndeki "Akşemsettin"i padişah zannediyor, Akşemsettin "hükümdar arkada" işaretini yapınca, Fatih de edep, terbiye ve inceliği ile, şöyle karşılık veriyordu:"Evet, hükümdar benim, lâkin o da benim hocam'dır!" .
YAVUZ’UN HOCASINA SAYGISI
Alimlere ve ilimle meşgul olan insanlara hürmet ve saygı duyan Yavuz’un bu karakteri tipik bir Osmanlı Padişahı karakteridir. Hocası İbn-i Kemal’in atından sıçrayan çamur, Yavuz’un kaftanına geldiğinde hocası telaşlanmış ve mahcup olmuştur. Fakat Yavuz Sultan Selim, hocasına “- Alimlerin,hocaların atının ayağından üzerimize sıçrayan çamur bizim için şereftir. Bu kaftanımı yıkamayacak ve öldüğümde türbemde tutacağım” diyerek ilme ve alime,muallime duyulan hürmetin en güzel örneği olmuştur.
KANUNİ’NİN HOCASINA VERDİĞİ DEĞER
İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi.
O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.
Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanunî şöyle diyordu hocasına:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Öğretmene Verdiği Önem
Öğrencileri, öğretmenleri ve okulu çok seven Mustafa Kemal Atatürk, yurt gezilerinde okullara uğrardı. Sınıflara girer, sıralara oturur, ders dinlerdi. Öğrencilere sorular sorardı. Öğretmenlerle konuşur, her yerde öğretmenliğin üstün bir meslek olduğunu anlatırdı.
Mustafa Kemal Atatürk, öğretmenlerin Kurtuluş Savaşı’nda nasıl canla başla çalıştıklarını yakından izlemiştir. Yurdumuzun düşman tarafından paylaşıldığı sırada öğretmenler Öğüt Kurulları oluşturarak halka bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı düşüncelerini yayıyordu. Öğüt Kurulları dışında öğretmenler 14 eğitim kuruluşu ile birlikte Milli Kongre Cephesi’ni kurdular. Milli Kongre Cephesi, düşmanların İzmir’i işgal ettikleri günlerde Sultanahmet Mitingi’ni hazırladı. Bu mitingin konuşmacılarından çoğu öğretmenlerdi.
Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk, öğretmenlerin Kurtuluş Savaşı’nda gösterdikleri cesareti hep övmüştür. Yeni Türkiye’nin oluşturulmasında öğretmenlere büyük görevler düştüğü inancındaydı. Çağdaş bir millet olmamız için eğitimin yaygınlaşması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle ‘Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir.’ sözleriyle öğretmene verdiği önemi ve duyduğu saygıyı en güzel biçimde dile getirmiştir.
Öğretmenliğin saygınlığını hep birlikte koruyalım ve öğretmenlerimizin değerini bilelim.
lokmanozkul@gmail.com
Lokman ÖZKUL
Eğitimci-Yazar