'OLAN'DAKİ HAYIR
Şahsen, sorumlu bir insan olarak öteden beri sadece Türkiye’deki değil, bütün dünyadaki gelişmeleri çok sıkı takip ettiğimi düşünüyorum. Hatta gereğinden fazla… Zaman zaman bu kadar vaktimi daha verimli şeylere ayırabileceğimi düşündüğüm olmuştur. Ayırdığımda da mutlu olduğum… Akademisyen olmanın getirdiği sorumluluğun gereğini zaman zaman ihmal ettiğimi düşündüğümde bir ‘iç burukluk’ yaşarım zira… Bu yüzden biraz geriden takip ettim bu seçimi… E tabi sadece bu değildi bu seçimde biraz geride durmamın, tabiri caizse göz ucuyla takip etmemin tek nedeni… Tüm Türkiye’de siyasetçilerin de son evrelerde üzerinde yoğunlaştığı ve biraz toparladığı iç kırgınlık bende de vardı bir miktar... Tabi kazandıklarımız ve kaybettiklerimizi ya da kazanacak veya kaybedeceklerimizi veya kazanacak ve kaybedeceklerin kim olacağını enine-boyuna hesabetmek gerek…
Her zaman bir çıkış yolu-çözüm vardır. ‘Ehven’ denmiş mesela… Sizi temsil etmez ama o andaki en iyi çözümdür ehven… Daha kötüsüne fırsat vermemek için ‘kerhen’ bulunursunuz yakınlarında… Ama ‘keşke’ diyesi geliyor insanın… Keşke dava adamı misyonuyla can-u gönülden olsak bir arada… ‘Kel Aliço’ gibi daha iyisini gözlemlediğimizde ona bırakabilsek sorumluluğu… Statükoyu korumak için, kırk kılığa girmek yerine… Neyse konumuz bu da değil…
Bir beyaz kâğıtdüşünün… Üzerindeki bir siyah nokta çok önemli olmayabilir. Sayı çoğaldıkça o kâğıdı kullanmaktaki istekliliğiniz de azalır. Seçenek varsa da kullanmazsınız. Kimi zaman mecbur olduğunuz için kullanırsınız ve bir şekilde işinizi de görür. Ama oradaki leke büyüklüğüne göre yavaş yavaş dikkat çekmeye başlar. Mızrağın çuvala sığmadığı zaman da yalancı çoban muamelesine maruz kalırsınız.
Evet, bu seçimde biraz yukarıdaki ölçülerden hareket ettik. Artık adına metal yorgunluğu mu dersiniz, güç zehirlenmesi mi yoksa rant körlüğü mü, bilemem… Ama bir seçim yapılmış ve pek çok kişi, “kaybedip kazanacakları hesaplayarak; ‘ehven’i ‘kerhen’ desteklemiştir.” Bunu size ispatlayamam elbet… Yukarıda bahsettim ya; nasıl sıkı takip ettiğimi… Ha bir de beş duyuyu aşamazsanız, altıncı hissi de, basireti-feraseti de, vizyonu da, yani gerçekte ‘insana dair’ olan şeylerin anlaşılmaması da doğal…
Seçim analizi nasılsa bir çok TV kanalı ya da gazetelerde yapıldı-yapılıyor. Ben bunun üzerinde çokça durmayacağım. Ama birkaç kelam etmeme müsaade edin lütfen… En önemlisi şer güçlerin istediğinin olmamış olmasıdır. Kritik rakam % 50’nin altı idi… Bu amaca ulaşılamadığına göre bundan sonra ne söylense havada kalacak… Hafazanallah % 40’ın altı filan olsaydı; önce ÖZAL gibi itibarsızlaştırma, arkasından AB’si ABD’si peşisıra açıklamalarlaTürkiye’ye bir beş yıl daha kaybettirirlerdi.
İçerdekilerin de dışardakilerin de millet iradesine saygıları filan yok… Onların ‘sadakate’ (loyalty) ihtiyacı var. Yani bölgede onların koruması ve gözetimi altında ve onlar adına tetikçilik-bekçilik yapmak… Adamlar Venezüella’ya Teksas’a vali atar gibi, devlet başkanı ataması yapıyor, görmediniz mi… 15 Temmuzdaki aday sadık bekçi bir kez daha tokat yemişse de, Mısır’da bunu başardılar işte…
Evet, bu fırsat verilmemiştir düşmana…Bu doğru… Ama ders alınır mı bilmem...Ağır yaralar da almıştır ittifak… Tabi daha çok iktidar sahipleri için bu yorumum… Ankara kaybedilmiştir… Bu başlı başına önemlidir haddi zatında… Ama daha önemli olan; İstanbul’un kaybedilmesidir. Zira surda büyük bir ‘gedik’ açılmıştır.
Herkesin bir amacı vardır; kimisininki kazanmak, kimisininki de kaybettirmek… Tökezletmek yani… Kendisinin kazanması gerekmez, karşıdakinin kaybetmesidir asıl olan… ‘Doğuda kazanacağız, batıda da kaybettireceğiz’ diyenler, kısmen bunu başarmıştır da... Zira batıda kaybettirmiştir ama doğuda kazanamamıştır. Aşağıdaki yazı bu bağlamda bir alıntıdan tarafımızca eklentilerle kurgulanmıştır.
"II.Abdülhamit Han gitmeden bu ülke düzelmez" diyen; Şeyh, din alimi, ateist, Mason, Ermeni ve Rum çeteciler hep beraber "İttihat " ettiler, birleştiler.Abdülhamit gitti...9 sene sonra koca imparatorluk Turgut ÖZAL'ın deyimiyle bozuk para gibi harcandı.
En yaralayıcısı da 'gafil' müslümanların işbirliği... FETÖ de öyle değil miydi... Hatta DAEŞ... Bir zamanlar FETÖ iddiaları için; 'bu kadarı da olamaz canım' derken, o kadarının ve daha fazlasının olduğunu görünce 'pes' diyebilmiştik kendi kendimize... Şimdi de benzer duyguları yaşıyoruz. Kazanamamış ama kaybettirerek şer güçlere destek olmuştur kimi gafiller…
İmam Ebu Hanife'nin harika bir fıkıh tanımı var; 'kişinin amel bakımından leh ve aleyhine olmasını bilmesidir' diye... Yani düşmanın oyuna, oyununa alet olmamak... Onu iyi tanımak... İlim, irfan, basiret feraset sahibi olmak...
İslam hukukunda bir ilke vardır; ‘bir hususta müslümanların çoğunluğu ittifak etmişse, o görüşe muhalif de olsanız artık verilen ortak karara uyum göstermek.’ Bugün bütün şartlarıyla bunun oluştuğunu iddia etmiyorum elbette... Ama hiç mi ilgisi yok...
"Abdülhamid gitsin de ne olursa olsun" diyenler bir gün ne yapacakları konusunda karar veremeyince göz hapsindeki Abdülhamitin kapısını çalarlar. Aradan dört yıl geçmiştir. Abdülhamitin verdiği cevap; size yardım edemem, devlet dört seneyi değil, dört saati ihmal etmeyi kaldırmaz şeklinde olmuştur.
19 Temmuz 1909'da Ayasofya meydanında o zamanki Volkan Gazetesinin başyazarı Derviş Vahdet, Mithat Paşa ile karşılaşır ve sorar; "Paşam! İstediğiniz oldu. Abdülhamid gitti. Şu an projeniz nedir, neler yapmayı düşünüyorsunuz?" Alınan cevap oldukça ilginçtir."Biz sadece Abdülhamid'i yıkmaya odaklanmıştık!." der...
Der de; giden geri gelmez elbet... Son yüz yılda gidenlerin geri gelmediği gibi... Ama neyse ki; tarih bir kez daha tekerrür etmedi bu kez… Kimbilir belki de yeniden düşünmek için bir şefkat tokadı gelmiştir üzerimizde… Zira olanda hayır vardır.