RAMAZAN AYINA GİRERKEN…
Bu yıl, Ramazan gelirken, Hızır ve İlyas’la beraber geliyor. Ne güzel birgeliş… Gökyüzünde hilal görünecek; İslam’ın sembolü, on bir ayın sultanını müjdeleyerek, huzur, barış, hoşgörü çağrıştırarak geliyor.
Buayda Hızır ve İlyas gül ağacının dibinde buluşacaklar. Herkesin inancı doğrultusunda, gönlünden geçenlere, yaşama sevinci aşılayacak, umutlar sunacak… Bereket yağacak, doğa canlanacak.
Ramazan ayı da manevi fırsatların ayı… İnsanlar iç dünyasına dönmesini sağlayacak, kendi ile hesaplaşacak doğrularını, eğrilerini gözden geçiripruhunu yıkayacak. Dargınlıkları, küslükleri bir kenara bırakıp durum değerlendirmesi yapacak.
Anadolu’muzun öteden beri âdetidir, ramazan gelmeden hazırlıklar yapılır, evler, camiiler temizlenir, ihtiyaçlar görülür. Ay boyunca da kendi içini temizleyecek, eşini dostunu, büyüklerini hatırlayıp ziyaretleri ile onları sevindirecek…
Hoca Nasrettin’ de, bir telaşla her gün akşam eve gelirken bir şeyler alıyor. Tenekeyle yağ, peynir, çuvalla; un, şeker… Hanımı;
-Hayırdır Hoca, n’oluyor?dedikçe,
Hoca;
-Ramazan gelecek hanım, ramazan gelecek!
Kuru, yaş sebze bakliyat ne varsa taşıyor evine hoca. Bir gün kapısı çalınıyor hocanın, hoca evde yok. Karısı çıkıyor kapıya, bir dilenci;
-Allah rızası için.
Karısı;
-Senin adın ne?
-Ramazan!
Dilencinin adı da Ramazan’mış. Hocanın karısı;
-Dur bekle, ne zamandır hoca seni bekliyor, ‘’Ramazan gelecek, Ramazan gelecek’’ diye.
Hocanın aldıkları ne varsa yüklemiş eşeğine, sevindirmiş dilenciyi…
Babaannemin her ramazan gelişinde anlattığı bu darb-ı mesel de hocanın karısını saf gibi görsek de asıl anlatmak istediği sanırım Ramazan ayının sadece yeme içme ayı olmadığı, yoksulları sevindirmek, yardımlaşmak olduğudur.
Adamın biri hocaya sorar,
-Hocam Ramazan ne zaman geliyor?
Hoca da;
-Yarın değil öbür gün.
-Aman hocam ben unuturum, bir kâğıda yaz da ver.
Hoca kâğıda yazar ‘’Yarın değil, öbür gün. ‘’ adam cebine koyar, her sabah kalkınca cebinden çıkarır okur ‘’Yarın değil, öbür gün’’ bir gün davullar çalınır, ortalık şenlik havasında. Adam soruyor;
-Ne oldu? Ne var nedir bu şenlik?
Orada bulunanlar
-Bayram geldi, efendi, bayram!
-Vay mübarek Ramazan, gelmeden gitti demek ki;
Bu kıssadan hisse de oruç tutmayıp bahane arayanlara…
Ramazan ayı ile ilgili birkaç anı da benden;
Konya’da yeni bir eve taşındık, acele acele Ramazan gelmeden diye. İki katlı evin giriş katı evimiz. Alâeddin tepesine yakın Beyhekim Mahallesi... Ramazan ayı geldi, o gece sahura kalkılacak. Ev taşımaktan, yerleştirmekten yorulmuş olan annem gece uyanamazsam kaygıları içinde yatmıştı.
Yattığımız odanın penceresinden davul sesi öyle bir çalıyor ki, uyanmamak mümkün değil. O zamana kadar Ramazanda davul çalındığını hiç duymadık. Biz çocuklar,uyku sersemi ile pencereye yöneldik, davul çalanı görmek için, ‘’Biz ne oluyor!’’ şaşkınlığı içindeyken davul çalan gitmiş, sanki sır olmuş. Annem dua ediyor;’’ Gelen Hızır, bizi kaldırdı‘’diye.
Ondan sonraki sahurlarda da çaldı davul ve biz Hızır’ı hiç göremedik. İnancımızla yüreğimizi birleştirdik o sene, davulla uyandıran Hızır olduğuna kanaat getirdik. Bayramda öğrendik ki; Ramazan aylarında gelenek haline gelen,o zamanlar pek yaygın olmayan Ramazan davulcusuymuş gelen,bahşiş toplarken gördük.
Konya’da da Ramazan ayı, Afyonkarahisar’da olduğu gibi çok özel mistik bir havada geçerdi. Mevlana’nın ruhunu bu iki şehirde hissedersiniz. Mukabeleler, hatimler, teravihle birlikte kılınan tesbih namazı, teravih namazından sonra okunan mevlidi şerifler, her gece farklı camilerde kılınan namazlar... Gündüzleri kapalı olan lokanta, aşevleri, pastaneler, gece sahura kadar açıktır. Hayırseverler hayır etmek için birbirleri ile adeta yarışırlar.
Biz çocukların oruç tutma hevesinden sonra bir de teraviye yetişme telaşımız vardı. Hemen iftarımızı açar, yemeğimizi yer yemez abdest alır,komşu çocukları ile mahalle camisine doluşurduk. Başımızda, boyumuzdan büyük beyaz namaz örtüsü, elimizde seccade, tesbihle, caminin üst katında kadınlar bölümünde yer kapma merakımız...
Erken gittiğimiz için kimseler olmazdı. Yavaş yavaş dolarken biz çocukları ön saflardan arkalara, oradan da merdiven başına kadar kovalardı kadınlar. Bizi adamdan saymazlardı. Daracık yerde namaz kılacağız diye çabalardık. Bazen de kılamazdık, herkes secdede iken kaldırır başımızı, hep beraber kılan kadınların ‘’Allah-ü Ekber’’ sesiyle huşu içinde doğruluşlarını, seyrederdik. Belki bize kızmakta haklıydılar çok gürültü yapardık. Ramazan boyunca aynı, hiç değişmeden merdiven başıydı yerimiz. Eğer aralarına alıp çocuk diye ötelemeselerdi, mutlaka uslu uslu kılardık namazımızı.
Ankara’da; yeni evliyim. Annemden gördüğüm üzere, sahurda hamur işi yapacağım. Biraz da marifetimi göstereceğim eşime. Saati kurup yattım. Çaldığı zaman kalkıp hamuru yoğurdum, açtım. Gecenin o saatinde, alt kattaki komşuları da rahatsız ederek takır tukur bükme yapıyorum. Oklavam, minik sofram çeyizimden…Fırına koydum pişti, çayı demledim.
Eşim uyuyor, her şeyi hazırlayıp kaldırdım. Saate bir baktı, uykulu gözlerle, imsak gelmiş geçiyor bile. Öyle dalmışım ki yapmaya ne saatten haberim var, ne zamandan. Bir bardak su içtik, niyetlendik yattık. Sabah ben okula, eşim işine gitti. Ben okuldan gelinceye kadar hazırladığım sofra öylece duruyor. Marifetimi göstereyim derken eşime aç, aç oruç tutturdum ona üzüldüm. Kendi açlığımı hissetmedim.
Ramazan aylarında okulda oruç tutmak ta bir başkaydı. Özellikle öğlenci isen… Dersin de son saatler de ise, ne öğrencilerde hâl kalıyor, ne öğretmenlerde. Hava kararmak üzere, o zaman kimse ders dinlemiyor. Akılları, kulakları okunacak ezanda çocukların.
Ezan sesini duyar duymaz, o saniye içinde bütün öğrenciler; tutanı da tutmayanı da sıralarının altından çıkarttıkları yiyeceklerle, büyük bir sevinç içinde dersin, özellikle matematik dersinin kaynamasının coşkusu ile oruçlarını bozuyorlar. Zaten az sonra da zil çalıyor. Teneffüs olsun olmasın ramazanda iftar vakti çalardı zil. Bizler öğretmenler odasına giderken nöbetçi öğretmen hazırlamış ya da hazırlatmış oluyordu iftar sofrasını. Geriye kalan iki veya üç ders saatinden hayır bekleme artık.
Yine bir gün öğleden sonra dersim bitmiş eve gideceğim. Giderken de markete uğrayıp, yemek için alış veriş yapacağım. Oruç ağıza aklımdan neler geçiyor neler...
Büyük bir market olmasına rağmen çok kalabalık, üstelik hafta içi... En az on, on beş ödeme kasası var ve hepsinde uzun kuyruklar. Acele ederek alacağımı aldım kuyruğa geçtim. Kıtlıktan mı çıkıyoruz, kıtlığa mı giriyoruz anlamadım? Alışveriş arabaları tepeleme dolu, kuyruklar hareket etmiyor sanki. Sabırla bekleyiş sürüyor. Bazıları kasiyerlere homurdanıyor, oruç olmanın öfkesi ile ‘’Elleri yavaş’’ diye.
Neyse önümde bir kişi var, sıra geldi bana diye sevinirken, bir türlü kasadan geçemiyor kadın. Sabırla beklemeye alışmıştık ya bekliyoruz kaygım yemeği iftara yetiştirememek... Önümde ki kadının, yanında iki küçük çocuk, çocukların ikisi de ağlıyor, kadın görünmez bir çırpınış içinde elindeki çoğu bozuk paraları kasiyerin önüne dökmüş, aldığı üç, dört parça yiyeceğin hesabını yapamıyor. Elindeki para az geliyor, onu çıkart, şunu koy diyerek yeniden hesap yaptırıyor. Olmuyor, ötekini çıkarttırıyor, yeniden hesapla.
Zaman geçiyor, beklemekten sıkılıyorum. ‘’Ne oluyor‘’ diye dikkatimi veriyorum, anlamaya çalışıyorum olan biteni. Ayağında terlik, uzun eteği, yüzünde çaresiz ifade ile kıvranıp duruyor kadın. Çocuklar eteğini sıkı sıkı tutmuş alacağı iki şekerin sabırsızlığını yaşıyor. Tezgâhın üstünde, içinde iki üç tane kuru soğan olan poşet, iki ekmek, iki top şeker, üç tane patlıcanını olduğu poşet, domates poşeti, yarım kilo kadar kıyma var. Bozuk paraları bunların hepsini ödemeye yetmiyor, domatesi çıkarıyor, hesap tutmuyor, domatesi koyuyor, soğanı çıkarıyor yine hesap tutmuyor. En sonunda kıymayı çıkarıyor, üzülerek bir kenara koyuyor, hesap tamam oluyor.
Bizi bu kadar beklettiğine için için kızarken, kıyma ve çocuklar geliyor gözümün önüne. ‘’Ben niyedüşünemedim‘’diyerek hesabını ödemek istiyorum. Kasiyer hemen kıymayı da dâhil ederken, kadının çaresiz ifadesini ve teşekkürünü hâlâ unutamam... Mübarek ayda evinde yemek pişirecek, özenmiş kıyma almış… Arkasından yetişmek istedim, ben hesabımı ödeyip çıkıncaya kadar kaybolmuş.
Yardım edecek özellikle mübarek aylarda verecek kimse bulamazken; gerçekten ihtiyacı olanlar onur perdesinin ardında saklanıyorlar. Onları nasıl bulup çıkaracaksak… Keşke kimsenin yardıma ihtiyacı olmasa...
Oruç tutmanın akşama kadar aç susuz kalmak olmadığını hepimiz biliyoruz. Özellikle Ramazan ayında, bakkallar, marketler nerede iştah açacak yiyecekler varsa adeta gözüne sokarcasına teşhir ederler. Görünce canının istediği pastırmaları, sucukları, yaz ayı ise turşuları, aklınıza gelebilecek her türlü yiyecekleri. Görüp te ‘’Ben orucum!’’ diye nefsimize nasıl da hâkim oluyoruz.
Sabrımızı sınayışımızın, vücudumuzu terbiye etmemizin ayıdır Ramazan. Nefsi eğitmenin en kestirme yolu, şehvet ve lezzetlere karşı direnerek nefse aşırı düşkün olmamaktır. Bunu da oruç sayesinde yaparız. Oruç; tutan insana nefsine hâkim olmayı öğretir.
Gerçek Müslüman asla; ‘’ Nefsime hâkim olamadım’’ diyerek, kadına, kıza, çoluğa çocuğa, hayvana tecavüz etmez, böyle bir rezalete çanak tutmaz. Ortalık ne yazık ki; içi başka dışı Müslüman görünen münafıklarla dolu…
Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisi ile dalaşmak isteyene iki defa ben oruçluyum desin. Cenab-ı Hak’ka yemin ederim ki oruçlunun açlık kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir.(Buharî, Savm, 2)
‘’Kapına geleni Hızır bil, ne verirsen hazır bil.’’ deriz ama her kapımıza gelenin samimiyetine artık inanamıyoruz. Gün geçmiyor ki kapımızı çalmasın birileri. Her gelene açmaya da çekiniyorsun. Hırsızı var, arsızı var. Sokaklar dilencilerle dolu. Sapıklarla dolu.
Eskiden insanlar daha mı dürüsttü? Daha mı onurluydu? Bir fakire sadaka verdiğimiz zaman, işlerimizin rast gideceğine, inanarak huzurla dolardık. Fakiri sevindirmenin sevabını içimizde hissederdik. Şimdi ise…
Oruçlarımızı en iyi şekilde tutmayı, gerektirdiği gibi hareket etmeyi nasip etsin Allah herkese. Oruç ahlakımızı güzelleştirsin, harama bakmaktan, yalan ve çirkin sözlerden, kötü iş yapmaktan korusun.
Oruç; merhamet ve yardım duygularını geliştirir, yoksulların çektiği sıkıntıyı hatırlatır. Dünya nimetlerinin değerini anlar, insanı sağlıklı yapar. Sabırlı olmayı öğretir.
Bütün bu güzellikleri yaşayabilmek dileği ile Hıdırellez’iniz kutlu, Ramazanınız mübarek olsun…