SİNSİ TEHLİKE: DEİZM

Abone Ol




İnanç açısından insanlarımızı özellikle gençlerimizi bir sarmal gibi saran ve sarmaya devam eden çok ciddi bir tehlike var. Deizm diğer adıyla ‘Yaradancılık’ veya ‘İlahcılık’ da denilen özellikle Hıristiyanlıktan geçmiş olan sapkın bir inanış biçimi. Deizm, temel olarak iki anlayıştan yola çıkmaktadır. “Âleme müdahale etmeyen bir ulûhiyet (İlahlık) anlayışı” ve “akla ve bilime gösterilen büyük güven”.



Deizm, öncelikle  geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır.







Deizmi bu tariflerle birlikte,  tek bir tarif içine sığdırmak da pek mümkün değildir. Tek tip bir Deizmden bahsetmek zordur. Deizm hareketi, diğer marjinal anlayışlar gibi modern dönemde bazı kitlelerin düşünce biçimi haline gelmiştir. Bu düşünceye göre;  âlemi yaratan bir ilk sebep olarak Allah vardır. Fakat Allah âlemin işleyiş düzenine karışmamakta, insan ve tarih alanıyla alâkadar olmamaktadır. Bu yüzden, vahiy ve nübüvvet ( peygamberlik ) en azından şüpheyle karşılanmalıdır. Din, tabiî olmalı, ahlâk gerçek  temeller üzerine kurulmalıdır. Yani, Deizm âleme müdahil olmayan bir Allah inancı ve beşerî anlayışa/kavrayışa dayalı bir  din tasavvurudur.



Görüldüğü gibi, Deizmin temel esası, dinin tabiatüstü yönünü yok sayarak otorite üzerine (vahiy) dayanmayan ve akılla temellendirilen bir din anlayışı benimsemesidir. Allah’ı sadece ilk sebep olarak kabul eden, O’na hiçbir nitelik ve güç tanımayan “akılcı din öğretisi”dir diyebiliriz. Bütün dinleri reddeden, sadece sınırlı bir Allah anlayışına dayanan felsefî bir sistemdir.







Deizmin savunduğu şekliyle;  akılla bulunmuş olan, aklın kabul ettiği ve benimsediği din demektir.



Deist,  Allah var diyerek inanan, O’nu hiçbir işe karıştırmayan, insanlara müdahale etmeyen, evrene karışmayan sadece evreni yaratıp o şekilde bırakmış olan ve izleyen bir İlaha inanır. Bu da bu görüşü benimsemiş olanlara;  her şeyi yapabileceği, özgürlüğü!  en yoğun biçimde yaşayabileceği bir hayat tarzı tanımaktadır. Günah sevap tanımayan, helal haram mefhumundan uzak, amiyane ifadeyle her istediği naneyi!  yiyebilen insan toplulukları oluşabilmektdir. Bakınız, ne kadar zararlı bir akım; bu kafadakiler her şeyi yapacaklar ama yaptıklarının bir karşılığı olmayacak. İnsanları suçlardan;  yasalarla birlikte, inançları ve ahlakları uzak tutmaktadır. Özellikle genç kesimde bu tehlikeli akım gitgide yayılmaktadır. Özellikle ahlaki zaafları kullanmakta ve maalesef ahlak üzerine değerler alt üst olmaktadır.



Bu tehlikeli akım, Deizm’in iddialarını maddeler halinde görelim:



1) Sadece tek bir Allah vardır. Kâinatın harika yapısı ve görülen yaradılış sistemi, Allah’ın mevcudiyetine, bize kitapların gösterebileceğinden çok daha büyük bir delildir ve aynı zamanda O’nun gücünün büyüklüğünü gösterir. Allah’a inanmak iman ile değil, akılla ilgili bir durumdur.



2) Allah, bütün moral ve ahlâkî erdemlere en üst seviyede sahiptir.



3) Her şeyi bilen, gücü yeten Allah’ın etkin güçleri, dünyanın güç tarafından yaratılışı ve bizzat Allah’ın eseri olan moral ve fizikî tabiat yasaları eliyle düzene sokuluşunun ifadesidir.



4) Olayların düzeni Allah’ın genel inayetini ifade eder. 



5)  Bunun dışında Allah’ın inayetinden kastın, O’nun dünyaya müdahalesi olduğundan söz edilemez, zira Allah’ın müdahalesi ya da mu’cizeler yasaların hâkim olduğu tabiî düzeni bozar. 



6) Allah aşkındır, içkinliği yoktur. Allah’ı âleme müdahale ettirmemenin bir sebebi de onun bu aşkınlığını korumak ve antropomorfizmin (insan biçimciliğin) her çeşidinden uzak kalmayı sağlamaktır.  



7)  İnsanlar düşündükleri ve yaratılışlarına uygun seçimlerde bulundukları zaman, kendi başlarına onlara hakikati ve ödevlerini bilme imkânı veren rasyonel bir tabiata sahiptirler. Yani insan aklı, doğru ahlâkî ve dinî hayat sürebilmek için dinle ilgili gerekli bütün donanıma sahiptir. Herhangi bir peygamber veya kitaba gerek yoktur.

8)  Tabiî hukuk, insanın Allah’a kendi benliğine hak ettiği değeri vermesiyle mümkün olan ahlâkî bir hayat sürdürülmesini gerekli kılar. 



9)  Allah’a ibadetin en saf şekli ve en temel dinî yükümlülük, ahlâklı bir hayat sürmektir. 



10)  Allah, insanlara ölümsüz bir ruh bahşetmiştir.



11)  İşte bu ölümsüz ruh sayesinde ve adalet ilkelerine uygun olarak insanlar dünyadaki eylemlerinin karşılıklarını alırlar.



12)  Ahlâkî hayat sürmüş ve tabiata uygun olarak yaşamış insanlar ödül olarak kurtarılırken, diğerleri cezalandırılır.



13)  Bu ilkelerle çatışan bütün dinî inanç ve pratikler eleştirel gözle değerlendirilip, onların birer hata oldukları gerekçesiyle terk edilmeleri gerektir.



Bu iddialarını bile ortaya koyduğumuzda ne kadar tehlikeli olduğu açıktır. Ahlak vurgusu yapıp ahlaksızlığı tavan yaptıran bir inanış biçimidir. Haşa Allah’ı sadece insanları izleyen ama hiçbir şeye karışmayan, insanlara ve evrenin işleyişine müdahale etmeyen bir varlık olarak lanse etmektedirler.



Akıl, insan için bir rehber ve bir delildir. (Hûd 11/17) Onu iyi kullanan insan; İlahın bir olması gerektiğini, insanı başıboş bırakmış olamayacağını ve dolayısıyla mutlak bir hesap gününün olması gerektiğini bulabilir. Ancak bulduğu bu İlahın; sıfatlarının ne olduğunu, onunla nasıl irtibat kuracağını, ona nasıl teşekkür edeceğini bilemez. İşte bunları dinden yani  İslam’dan  öğrenir.



Dolayısıyla aklın varlığını öne sürerek peygamberlere gerek olmadığını iddia etmek, tamamıyla geçersiz bir düşüncedir. Kaldı ki, aklıyla tevhîde ve âhiretin zarurî olduğuna ulaşan insan sayısı oldukça azdır. Akıl ve nakil birbirini tamamlayan ana iki ögedir.



Tarih boyunca insanların geneli için, temel itikādî hususların peygamberlerle teyidine ihtiyaç duyulmuştur. Kur’ân’da anlatılan kıssalarda peygamberlerin kavimleriyle yaptıkları mücadele ve bizzat Hazret-i Peygamber’in hayatı bunu göstermektedir.

Allah, varlıkta ilk hareketi başlatıp sonra bir kenara çekilmiş değildir. Her an yaratma işini yapmaktadır. (bkz. er-Rahmân, 55/29) O; gökte ilâh olduğu gibi, yerde de ilâhtır. (bkz. el-En‘âm, 6/3; ez-Zuhruf, 43/84) İnsanları yeryüzünde yaratıp yaydıktan sonra onları kendi hâline bırakmamıştır. ‘İnsan başıboş bırakılacağını mı zanneder’ (Kıyame 6) ayeti bunun apaçık bir delilidir.



Göklerin, yerin ve onların içindekilerin mülkü, yani hâkimiyeti O’na aittir. (meselâ, bkz. el-Mâide, 5/120) O; uçsuz bucaksız fezâda gök cisimlerinin hareketlerini belirlediği, gökte ve yerde koyduğu tabiat kanunlarıyla düzeni sağladığı gibi, ferdî ve içtimâî sahada da insanlara uymaları gereken hükümler koymuş, bunun için peygamberler ve kitaplar göndermiştir.



Bu tehlikeli akımın atezimden  tek farkı "Allah yok" değil, "Allah var" demesidir. ‘Bilinememezlik’ de denilen agnoctisizm yani,  ateizmin "ya varsa" versiyonu, "yok galiba ama ben yine kesin birşey söylemeyeyim" de denebilir denen akıma kadar giden bir süreci de oluşturabilmektedir maalesef.



Sonuç olarak, hiçkimse sorumsuz değildir, herkesin bir sorumluluğu vardır. Öncelikle Allah’a olmakla birlikte, vatanımıza, milletimize, ailemize ve kendimize karşı sorumluluklarımız vardır. Ben kimseye hesap vermem,  istediğim gibi yaşarım demek sadece gerçeklerden kaçmaktır. Ancak bu dünyada kendinizi avutursunuz, ebedi hayat sorumlukların karşılığının görüleceği yerdir. Orada mükafat veya ceza vardır.

Konumuzu bir ayet-i kerime meali ile tamamlayalım:



‘Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.’ (Zariyat 56)

Rabbim insanlarımızı ve gençlerimizi bu tehlikeli akımlardan muhafaza buyursun..





Lokman ÖZKUL

lokmanozkul@gmail.com

İlahiyatçı -Yazar