TAM DA YAZIN OKUNACAK BİR KİTAP

Abone Ol


 Yaz mevsiminde kitap okumanın tadı bir başkadır. Okumaya sevdalı yürekler valizin bir köşesine üç beş kitap yerleştirir. Nereye giderse gitsin kitabı yanından ayırmaz. Gerçi yaz mevsimi kâinat kitabının da okunduğu mevsimdir. Çocuklar mahalle camisine koşarlar. Kuş cıvıltılarına karışır çocukların sesleri. Pek çoğumuz Kuran okumayı yazın öğrenmişizdir. Bu güzel geleneğimiz devam etmeli, ettirilmeli…

Bir kitaptan altı çizilebilecek satırları paylaşalım istiyorum bu yazımda. Bazen bir kitabı yeniden okumak yerine ciddi bir okuyucunun aldığı notları, altını çizdiği satırları okumak daha faydalı olabilir. Edebiyat alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Rauf Mutluay’ın kitabını[1] birlikte okumaya ne dersiniz? Siz belki başka satırların altını çizerdiniz bilmiyorum ama işte benim altını çizdiğim satırlar:

Ahmet Haşim’in gözlerimizi fal taşı gibi açması gereken bir tespitine de yer veriliyor kitapta:

“Fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır. Birçoklarımız için fecir şimdi gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağızlar çarpılmış, bacaklar bozuk, çarşafa dolanmış kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz.”[2]

“Vazife, içinde bulunduğumuz zamanın bizden istediği şeydir.”[3] diyor  Goethe. Hepimiz yaşadığımız çağdan sorumlu değil miyiz? Tanıklığımız içinde bulunduğumuz vakte değil mi?

“Umut tam dışarı çıkacakken Pandora kapatmıştı kutunun kapağını.”[4] Hay aksi şeytan! Sen olmasan kötülükler yayılmayacaktı dünyaya.

“Bütün ordulardan daha güçlü bir tek şey vardır. Vakti gelen fikir.”[5] der Voltaire. Siz ne dersiniz? İnsanlık tarihi bunun şahidi değil mi?

R.J. Emerson “Eğitilmiş bir köpek başka bir köpeği eğitemez.”[6] diyor. İnsanın kendi farkına varabilmesi için müthiş bir ikaz. Her şey emrine verilmişken aymazlığı ne zamana kadar sürecek insanın?

Hepimiz geçmiş günleri özlemişizdir. İçimizin cız ettiği zamanlar olmuştur mutlaka. İşte bizi o günlere götüren bir tespit:

“Gürçeşme’den iyi suyu ya bakır güğümlerle ya da testiyle taşırdık; güğümlerin delik deşik hurdası bile para, testiler kırılınca toprağa karışırdı. Yemek artığı kemikler köpek besleyen komşumuzu, sebze-meyve kabukları, kavun kapuz kalıntıları ineklisine götürülürdü. Neredeyse çöpümüz yok bile diyebilirdik; soba külleri bile ya ağır çamaşırda kullanılır ya da sepicilere verilirdi. Bakarsınız köpekli bahçeden bir sepet meyve teşekkürü, inekli evden taze süt, yeni çalınmış yoğurt tası. Kağıt, karton kırıntıları, sigara izmaritleri, soğan, ceviz, fındık kabukları sobada iyi yanardı. Odunlar kesilirken çıkan yongaları tek tek toplar, konserve kutularında çiçek yetiştirir, gaz tenekesinde su biriktirirdik. Yazılı kâğıtlarsa hiçbir zaman atılmazdı; kiremit altına, duvar kovuğuna konulurdu…”[7]

Aslında “Yaz Dersleri” değil de, “Ömür Dersleri” olmalıymış bu kitabın adı.

Yaz biter, kavurucu sıcaklar yerini serinliğe bırakır, her şey kendisine tayin edilen işi yapar. Önemli olan bizim ne yaptığımız, ömrümüzü nasıl geçirdiğimizdir. Kışımızın (ahret) güzel geçmesi yazın (dünya) rehavete kapılmamıza bağlıdır. Yaz mevsiminiz, yazınız, yazgınız güzel olsun.
 


[1] Rauf  MUTLUAY. Yaz Dersleri. İyi Şeyler. Yayın No:23. İstanbul,1997 (142 sayfa)

[2] Ahmet HAŞİM. Bize Göre. Devlet Kitapları, 1969. s.102-105, Müslüman Saati.

[3] Rauf MUTLUAY. Yaz Dersleri. a.g.e. s.56

[4] a.g.e. s.80

[5] a.g.e. s.96

[6] a.g.e. s.112

[7] a.g.e. s.126