YIL SONU ANILARIM
Bir dönemin daha sonuna gelemedik korona virüsü yüzünden. Öğrencilerimiz 19 Haziran’da karnelerini alıp yaz tatiline gireceklerdi. Her şeyde olduğu gibi eğitim de büyük ölçüde etkilendi. Uzaktan eğitim verilerek karne almadan bir üst sınıfa geçtiler. Mezun olacaklar vedalaşamadan, mezuniyetlerini kutlayamadan bitirdiler okullarını. Sağlık mutlaka her şeyden önemlidir. Bu arada 20 Haziran 2020 Cumartesi günü Liselere Geçiş Sınavına (LGS) ve 27 Haziran Cumartesi, 28 Haziran Pazar günü Yükseköğretim Kurumları Sınavına (YKS) girecek öğrencilere başarılar dilerim.
Sağlığımızı dikkate alarak normalleşme sürecine girdiğimiz bu günlerde üzülerek vakaların arttığını görüyoruz. Oysa salgın bittiği için değil, ekonomi kötüye gittiği için normalleşme sürecine gidildi. Bunu herkesin bilmesi ve önlemlerini alması gerekiyor. Virüs her şekilde “Ben sokaktayım, aranızdayım, beni hafife almayın ‘’ diyor. Toplumumuz neme lazımcılık, bir boş vermişlik, bir aymazlık içinde. İnsanların yarısı; özellikle de gençler maske takmıyor, takanların bir kısmı da ya çenesine takıyor, ya başının üstüne getiriyor, elinde kolunda gezdiriyor. Maskenin yanında taşınması sanki virüsten koruyor gibi. ‘’Masken nerede?’’ diye sorana, kimlik gibi cepten çıkarılıp gösteriliyor. Fiziki mesafe desen unutuluyor, hafta sonları, Korona’nın tatil günleri sanılıyor. Kendi sağlığı ve sevdiklerinin sağlığını tehlikeye atarak düşüncesizce hareket ediliyor. Bu arada olayın ciddiyetini anlayarak tedbirli davranan insanların emeklerini de boşa götürdüğünün farkında değiller. Rehavet nedeniyle korona virüs vakaları artıyor.
İlla ki ceza verilsin, yasak denilsin. Ancak bu yaptırımlardan anlıyoruz. Normalleşme sürecinde kurallara uymayanları dile getiren bir öğretmen bakın ne diyor. ‘’Ben 25 yıllık öğretmenim, bu söz dinlemeyen vicdanı olmayan güruhu bizim kuşağın öğretmenleri ve velileri ortaklaşa yetiştirdik. Nasıl mı?
Okulda söz dinlemeyen, kurala uymayan öğrenciyi uyardığımızda, 147 numaraya şikâyet edildik. ‘’Onlar çocuk ne olmuş yani ‘’diyen, çok bilen veliler tarafından hakaretlere uğradık, doğru söylediğimizde dokuz köyden kovulduk. Okulda öğretmenini, evde anne babasını dinlemeyen nesillerden şimdi kanuna, sağlık kurallarına uyumasını falan istiyorlar. Eğitim çocuklukta başlar, birey olunduğunda, kişi öğrendiklerini uygular, okullar bunun için vardır. Hiç kurala uymamış, düzen bilmeyen bir gençliğin acısını toplum olarak görüyoruz.’’ İnsan ister istemez üzülüyor.
Sokağa çıkma yasağı uygulanan günlerde, çocuklarını evde zapt edemedikleri için çok çocuklu anneler isyan etti. ‘’Okulları açın! ‘’ diye. Öğrenciler öyle; ‘’Okulumuzu özledik’’ Öğretmenlerin, okulların değerini anlamışlardır inşallah.
Bana öyle geliyor ki; bizim dönemimizde öğrenciler daha saygılı, veliler daha anlayışlı, toplumda öğretmene karşı verilen değer; Cumhuriyetin ilk yılları kadar olmasa da daha yüce, daha kutsaldı. Öğretmenliğimin ilk yıllarına dönersek; yılsonu ile ilgili pek çok anım birikmiş. Bazılarını sizlerle paylaşmak istedim.
Yıl için de yüreğimiz ağzımızda; müfettişler ‘’ha geldi, ha gelecek’’ diye diye yıl sonunu getirdik. Okul idaresi hiç değilse ayda bir ’’ Ankara’dan müfettişler geliyor’’ diye hatırlatmaları üzerine günlük plan, yıllık plan, ünite planları eksikse tamamlanır, tamamsa beğenilmez özenilerek yeniden yazılır. Ders defterleri, not defterleri uygun bir şekilde hazır edilir, yazılılar yapılır ve okunur.
Öğrencilere sıkı sıkı tembihler yapılır, ‘’herkes önlüğünü, yakasını yıkasın ütülesin. Derslerinizi çalışın gelin, ödevlerinizi yapın müfettişler gelecek.’’ Heyecanla müfettişleri beklerdik. O yıl benim ilk teftişim olacak. Ders içinde sınıfın her kapı açılışında müfettiş geldi zannederdim… Özellikle kış aylarında köylünün dayı dedikleri hizmetlimiz Mehmet Efendi; elinde kömür kovası ve küreği ile sobaya kömür atmak için aklının estiğinde dersin ortasında çıkar gelirdi. Öyle de şeker adam ki; kızamazsın, hoş sohbet, babacan biri. Elinden her iş geliyor, üç sınıflı ortaokulun her türlü işini idare ediyor, öğrencilere hükmediyor. Okulun malını kendi malı gibi korur gözetirdi.
Daha sonraki yıllarda hiç değişmeyen tablo; ne zaman ‘’Müfettişler geliyor’’ dense öğretmenler odasında kâğıtlar havalarda uçuşurdu. Plan hazırlayanlar, faaliyet raporu yazanlar, burnundan soluyanlar, bir curcuna rüzgârı eserdi. Bazı şakacı arkadaşlar; ‘’gelirse gelsin, ben plan milan yapmadım’’ diyen öğretmenin sınıfına nöbetçi öğrenciyi göndererek; ‘’Müfettiş sizi istiyor, planlarını alsın gelsin’’ diye çağırtırlardı. Dersten alı moruna karışmış çıkıp gelen arkadaşın geldiğini görenlerin neşesine diyecek yoktu. Her seferinde farklı şekilde uygulanırdı bu tür şakalar.
Karneleri dağıttık, okul tatile girdi. Bütünleme sınavları yapacağız. Müfettişlerin geleceği yok rahatlığında biz iki bayan öğretmen sınav komisyonundayız. Zaten okul müdürü ile beraber üç öğretmeniz. Soruları hazırladık, cevap anahtarı, not baremi derken, Mehmet Efendi heyecanla sınav komisyon odasına girdi; ‘’Müfettişler geliyor!’’ Biz hemen çıktık sınıftan, dışarıdan merdiveni olan üst katın, merdivenlerine Müdürümüz, Mehmet Efendi, memurumuz, ben ve diğer arkadaşım, saygılı bir şekilde dizildik.
Köyümüzün Mevlüt’ü başta olmak üzere, muhtar, ileri gelen birkaç kişi otobüsten inen müfettişe okulu göstermek için beraber geliyorlar. Müfettişler dediği muhtar ve diğerleri, gelen bir müfettiş... ‘’Hoş geldiniz’’ diyerek hürmet ettik, beraberce yukarı müdürün odasına çıktık. Bize ne yaptığımızı sordu, soru hazırlıyoruz dedik ve ilk fırçamızı yedik. ‘’KOMİSYON ODASINDAN ASLA DIŞARI ÇIKILMAZ! ’’ Hâlbuki biz en iyi dileklerimizle bir yıldır yolunu gözlediğimiz müfettişimizi karşıladık ayıp olmasın diye.
Bütün dosyaları, evrakları, planları titizlikle inceledi. Tek kusurumuz müfettişimizi karşılamaktı. Mehmet Efendinin ‘’Müfettişler bir kusur bulacak mutlaka. Buna kusur bulmasaydı başka bir kusur bulurdu. Ucuz atlattınız’’ değerlendirmesi tesellimiz olmuştu. .
O günler güzel günlermiş. Yılsonu telaşlarımız bir başka oluyordu. Durumu kritik olanlar, takdir ve teşekküre notu yetmeyen öğrenciler, hatta veliler peşimizde… Son yazılılar, kurtarma yazılıları, sözlüleri yapılıyor, yazılılar okunuyor, not defterine geçiriliyor, ortalamalar veriliyor, vicdanınla öğrenci arasında kalınıyordu. Şimdiki gibi bilgisayar ortamı yoktu o zamanlar. Notlar not fişlerine yanlışsız, karalamasız, düzeltmesi yazılacak. 6-7 sınıfın ortalama 65 öğrencinin notları yazılıp teslim edilecek. Titiz bir şekilde dikkatli olunarak. Not fişleri sayı ile veriliyor, öğrenci isimleri daktilo ile yazılıyor. Her yıl yanlışsız ve eksiksiz verirken o yıl bütün sınıfların fişini yazdım bir sınıfın fişini yazamadım. Ne oluyorsa 50. sırada bir öğrencinin notlarını tam yazıyorum, öğrenci benim dersimden düşük not alarak kalacakken, notun birini yanlışlıkla yüksek not yazıyorum. Olmadı fişi değiştirdim. Kendim daktilo ile o sınıfın fişini yeniden hazırladım yine aynı öğrencide yine yanlış. Tekrar yeniden fiş yaz, bütün dikkatimi vererek yazayım derken dördüncü kez aynı öğrencide aynı hatayı yapınca not defterime sözlü ve kanaat notları ekleyerek ‘’vardır bunda da bir hikmet ‘’ diyerek geçirdim. Benim için çok ilginç bir anıdır.
Son yazılıları yapacağım günlerde bir öğrencimin ağabeyi, kardeşinin durumunu öğrenmek için okula gelmiş, ders öğretmenlerini geziyor. Benim de dersim bitmiş eve gidiyordum. Okulun çıkış kapısında yakaladı beni. Lise 2. Sınıf öğrencisinin sınıfının şubesini, adını söyledi. Yanımda not defterim yoktu Aynı sınıfta, aynı isimli iki öğrenciden birinin ağabeyi idi. ‘’Başarılı, efendi, dersi dinleyen iyi bir öğrenci’’ son yazılılarını da olacaklarını da söyledim. Dediğim öğrencinin anne ve babası sık sık okula gelir, çocuklarının durumunu sorarlardı. Bu kez ağabeyi gelmiş. Ağabeyi çok memnun bir şekilde yanımdan ayrıldı.
Ertesi gün okula gittiğimde not defterine baktım, biri çalışkan, diğeri başarısız olan aynı isimli öğrencilerin başarısız olanına övgüler düzmüşüm. Başarısız olanın velisi genellikle öğrencisini sormaz, soruşturmaz. O yüzden böyle bir kanıya varmıştım. Ama öyle bir değişim yaşadı ki; başarılı dediğim başarısız öğrenci, derslere katılmaya, yüzüme sevecen sevecen bakmaya başladı. Okulların kapanmasına bir ay kala atağa geçti, yazılı notları düzeldi, sözlülere kalkmak istedi ve matematikten geçti. Yanlışlıkla da olsa bir öğrencimi kazanmanın mutluluğu içindeydim.
Yakından tanıdığım, bir ortaokul öğrencisi karnesini alıyor; karnede iki kırık. Eve ne diyeceğini kara kara düşünerek akşama kadar sokaklarda dolaşıyor, akşama doğru evlerine geliyor. Müstakil evlerinin bahçesinde babası, oğlunun çok istediği bilyalı (rulman) tekerli, tahta arabayı çakıyor karne hediyesi olacak… Oğlan hevesli para kazanacak, tatilde çalışacak, pazar alışverişini yapanların eşyasını taşıyacak.
Babası oğlunu görünce karnesini soruyor. Oğlan ‘’Beş tane zayıfım var!’’ yarı şaka, yarı ciddi yılışık bir biçimde söyleyince, babası sinirlenerek eline geçirdiği arabanın sopası ile üzerine yürüyor. Oğlan dışarı kaçıyor, baba hızını alamıyor arkasından koşuyor. O sırada da oğlunun arkadaşı, oğlanı çağırmaya geliyormuş, arkadaşının eli sopalı babasını görünce önünden o da kaçmaya başlamış. Alaca karanlıkta baba, oğlu gibi formalı arkadaşını yakalıyor, sinirinden gözü görmüyor, bir güzel dövüyor elin oğlunu, oğlu zannederek.
Daha sonra oğlu, arkadaşını kurtarmaya geldiğinde kendi de yiyor sopayı. Bir yandan da bağırıyor; ‘’ baba valla iki tane zayıfım var beş tane’’ değil diyerek.
Babalara da selam yollayalım. Tabi ki yılda bir gün anmak yetmez. Anne ve babalarımıza ‘’Öf!’’ bile demediğimiz, daima sevgi, hürmetle tatlı, güzel sözlerle gönlünü hoş edeceğimiz büyüklerimizdir onlar. Bütün babaların babalar günü kutlu olsun. Aramızdan ayrılan babalara rahmet diliyorum.
.