YUMUŞAK GÜÇ (GÖNÜL COĞRAFYAMIZ)

Abone Ol




Biraz da önyargıların etkisi ile Türkiye geçmişte İslam Dünyası, özellikle Arap Dünyası ile ilişkilerini hep mesafeli tutmuştur. Siyasi ilişkilerin alt düzeyde olması ekonomik ilişkilere de yansımış, Türkiye uzun yıllar İslam Dünyasının ortak organizasyonlarına ya katılmamış, ya alt düzeyde temsil edilmiş veya tam üye olduğu zamanlarda da ilişkilerini geliştirme yönünde ciddi çaba içerisine girmemiştir. Ancak durum Turgut ÖZAL’ın başbakan olmasıyla tersine dönmeye başlamıştır. Türkiye’nin bir “İslam Ülkesi” olduğu ilk defa ve açıktan ÖZAL tarafından zikredilmiştir. Türkiye bu tarihlerden itibaren İslam ülkeleriyle ilişkisini geliştirmek için ciddi ve samimi adımlar atmış hatta öncülük ettiği (D-8) ve başkanlığını yürüttüğü (İslam İşbirliği Teşkilatı) kurumlar dahi olmuştur. Bu sayede Kıbrıs, Azerbaycan, Bosna Hersek, Kosova, gibi doğrudan Türkiye ile ilgili konuların yanında, Filistin sorunu gibi uluslararası sorunların çözümünde de aktif ve güvenilir bir yer edinmiştir kendisine...



Yumuşak güç (soft power) 1980’li yıllarda Amerika’da geliştirilmiş bir kavram… Gerçekte; mevcut menfaatlerin nasıl korunacağı ya da yeni menfaat alanlarının nasıl elde edileceği ile ilgilidir. Buradaki “power” (güç) da buna işaret ediyor… Biz belki gönül coğrafyası demeliyiz, ama şu anda uluslararası literatürde kabul gören kavram da bu… Gönül coğrafyasından kasdettiğimiz şey daha çok Türkiye’nin küresel sosyolojisi… Nüfuz alanı da demek istemiyorum, zira kavram emperyal... Bir tesbitte bulunuyorum sadece...



Soft power’dan amaçlanan aslında asimilasyon, ya da zihinsel kontrol (veya iğdiş) vasıtasıyla ilgili ülkelerdeki çıkarların devamını sağlamak… Mali yardımlar bile bu amaca dönük... Örneğin Amerika, politikasını etkinleştirmek için mali yardımda bulunduğu ülkeleri bu yardımı kesmekle tehdit etmesi sıklıkla görülen bir durumdur.



Devletlerin askeri güçleri (hard power) her zaman işe yaramamaktadır. Bunun en somut kanıtı Sovyetler Birliği’dir. Zira onca gücüne rağmen ancak 70 küsur yıl ayakta kalabilmiştir. Ayrıca geçmişte doğrudan işgallere dayalı sömürü düzeninin çökmesi de hard power’ın nihai çözüm olmadığının işaretidir. Türkiye’nin terör örgütü PKK nezdindeki başarısı elbette kararlılığı ve imkân-kabiliyetinin gelişmesiyle ilgilidir. Ama 1990’lardaki kuralsız mücadele her nasıl geri tepmişse 2010’lardan sonraki halkı kazanma politikaları da o derece başarılı olmuştur. Aslında FETÖ de yumuşak güçtü. Sert güçle desteklendiğinde Türkiye’yi hangi noktalara getirdiği 15 Temmuzda görüldü.



George W. Bush Amerika’nın hard power’ini kullanmayı tercih etmiştir ve 11 Eylül sonrasında 10 milyonu aşkın insan ölmüştür. Şimdilerde Trump, daha kaba yöntemlerle Pentagon, CIA, İsrail ve Siyonist Hristiyan olan Evangelistlerin projesi olarak ABD’nin bu kaba gücünü göstermekte bir beis görmemektedir. Ancak hemen hemen bütün dünya ülkeleri ile arası açılmıştır. Belki, kendi tanımlamaları ile, ‘tanrıyı kıyamete zorluyorlar’ ama kimbilir kutsal kaynaklarda bildirilen savaşın, dolayısıyla kendi sonlarının altyapısını hazırlıyorlardır.

Türkiye’nin gönül coğrafyasını bu anlamda yumuşak güç olarak nitelendirmek doğru olmaz. Zira yeni sömürü anlayışının yansıması olan bu kavram, Türkiye’nin misyonu gereği önce bu sömürü düzeninden kurtulmayı, arkasından yeniden yaşanmasını önleyecek müesseselerin tesisini gerektirir.



Gönül coğrafyası bakımından dünyadaki yeri muhtemelen birinci sırada olan Türkiye, yapılan bilimsel çalışmalarda batılıların tanımladığı yumuşak güç anlamında da ilk yirmi ülke arasındadır. Bu yüzden Türkiye’nin bu gücünün olmadığını iddia etmek eksik bir değerlendirme olur. Zira geçmişte etrafındaki hadiselere 'tarafsızlık' adına ilgi duymayan Türkiye’nin bu pozisyonunda kısmi gerileme olsa da, sahada olmasının avantajları daha fazla gözüküyor. Aslında Türkiye’nin geçmişte İsrail’le olan ilişkisi halklar nezdinde tepkiye yol açmışken, şimdiki politikası; Mısır, Suriye, BAE gibi gerçekte halkları temsil etmeyen yönetimlerin tepkisini çekiyor.



Risk almanın maliyeti var elbette... Ama Türkiye'nin Katar, Sudan, Afganistan, Lübnan, Bosna, Somali, Suriye, Irak'ın da içerisinde bulunduğu 12 ülkedeki askeri varlığı, bölgesel soft power’a da hard power’a da işaret eder. Bu yüzden en azında Türkiye'nin hinterlandı olan bölgede, küresel güçler de dâhil olmak üzere Türkiye'yi göz ardı ederek adım atmaları fevkalade güç... ABD bile Suriye'de Türkiye ile işbirliği imkânları arıyor. Bu ülkenin bölge politikaları “Türkiye'ye rağmen” görüntüsü verse de, geçmişte Irak gibi ülkelerde çekiç güç aracılığıyla, üstelik bizi de araç ederek PKK'yı açıkça besleyip büyütmesine ses çıkaramayan Türkiye, bugün Amerika’ya rağmen bölgede askeri operasyon yapabilmektedir. Kanaatimce Mümbiç ve Fırat'ın Doğusu için de benzer şeyler olacak… Çok uzun olmayan vadede... Zira Amerikalı yetkililer geri adım sinyali verirken, Türkiye mesajını en üst perdeden ifade ediyor. Cumhurbaşkanı blöf yapıyor olamaz.



Türkiye'nin tarihten kaynaklanan 'yumuşak gücünü' de göz ardı etmemek gerek... Türkiye bu yumuşak gücün gönlünü çoktan fethetti zaten... Bu yumuşak güç bir yandan Adriyatik’ten Çin seddine Türk dünyası iken, diğer yandan bir buçuk milyar civarındaki İslam dünyasıdır. Buna diğer mazlum milletleri de kattığımızda Türkiye'nin potansiyel gücünü harekete geçirme ihtimali bu ülkeleri bir kez daha düşünmeye zorluyor. Büyük güçlerin Türkiye’nin üzerine gelmelerinin sebebi de bu potansiyel olsa gerek…