Nevzat Ağabey
Sevgili çocuklar,
Bu yazımda halkımızın çok kullandığı bir kelime üzerinde durmak ve bu kelimeyi size açıklamak istiyorum. Bu kelimemiz; “İnşallah” kelimesidir.
Siz de bu kelimeyi annenizin, babanızın veya bir başka yakınınızın kullandığını duymuş olmalısınız.
Bu kelimenin manası nedir ki insanlar bu kelimeyi çok çok kullanıyorlar.
İnşallah demek, “Allah izin verirse…” demektir.
Bir insan bir yere gitmek, birisiyle görüşmek veya bir işi yapmak isteyince bu kelimeyi kullanır. Eğer Allah izin verirse bu işi yapacağını açıklar.
Allah izin vermezse o insan o işi yapamaz hatta parmağını bile kımıldatamaz. Öyle değil mi? Hastanelerde felç olmuş veya komaya girmiş (ölüm durumuna) hastalar ellerini kollarını ve hatta parmaklarını kımıldatabiliyorlar mı?

İŞTE GÜZEL BİR ÖRNEK
Bizim tonton mu tonton bir hocamız var ve ona ait anıları bir fıkra gibi hemen herkes birbirine anlatır.
Hocamızın adı Nasreddin, meşhur olan söylenişiyle Nasreddin Hoca’dır.
Hocamız bir akşam hanımına;
“Hatun. Benim heybemi* hazırla. Yarın pazara gideceğim” der. Hanımı da ona;
“İnşallah, de” hoca der. Hoca bu sefer hanımına;
“Hanım, bunun inşallahı maşallahı mı var, yarın pazara gideceğim” der. Hanımı
Hocaya tekrar;
“Hoca sen yine de inşallah de” diye cevap verir. Hoca başını iki tarafa sallayarak;
“Her zamanki gibi hatun, her zaman ki gibi…” der.
Sabah olur. Hoca eşeği Karakaçan’ı ahırdan çıkartır, heybesini sırtına alır ve pazarın
yolunu tutar.
Hoca yola koyulmuş pazara giderken karşına iki yabancı adam çıkar ve derler ki;
“Hocam biz Karakaya köyünü arıyoruz. O köy ne taraftadır?”
Hoca başlar bu yabancılara köyün yolunu tarif etmeye… Fakat yabancılar;
—“Hocam biz yabancıyız, köyün yolunu çıkaramayacağız, bir zahmet sen bizi o
götürsen” derler.

             

HOCA PAZARDAN UZAKLAŞIYOR
Nasreddin Hoca onlara ne kadar işi olduğunu, pazara gideceğini de söylese yabancı adamlar biraz da sert çıkarak Hocanın köyün yolunu göstermesinde ısrar ederler.
Hoca çaresiz, yabancıların önüne düşer ve onlarla birlikte Karakaya köyüne doğru gitmeye başlar. Bir müddet yol alırlar. Karşılarına bir dere çıkar. Yabancılardan biri;
“Hocam bizim bacaklarımızda romatizma var, biz suya giremeyiz, sen bizi sırtına
al ve karşıya geçir” derler.
Hoca bir iki “hık, mık…” dediyse de adamlar hocayı zorlarlar. Hoca da çaresiz paçalarını sıvar, sırtına aldığı bu iki adamı iki sefer suya girerek karşıya geçirir. Ama kendisi de ıslanmış ve epey yorulmuştur.
Neticede Karakaya köyüne varırlar. Güneş tepeye dikilmiş vakit öğle olmuştur.
Yabancılar o köyde aradığı adamı bulamazlar. Aranan adam meğer o esnada Azizler adındaki komşu köye gitmiştir. Yabancı adamlar Hocaya derler ki;
“Haydi, Hocam bir iyilik yaptın bu iyiliği yarım bırakma, bizi o köye de götür”
Hoca efendi önde, adamlar onun arkasında akşama kadar dolaşır dururlar. Sonunda
aranan adam bulunmuştur ve yabancılar orada misafir olurlar ve Hocaya da artık izin verirler;
“Hoca efendi artık sen gidebilirsin, sana çok zahmet verdik, çok teşekkür ediyoruz,
derler.
Hoca köyüne dönüp de evine gelinceye kadar vakit hayli ilerlemiş ve gecenin bir
yarısı olmuştur.
Evini kapısına tık tık vurur. Kapıyı açan olmaz. Biraz daha sert vurur yine açan olmaz. Bu sefer kapıyı kıracak gibi yumruklar, tekme vurur. Neden sonra içeriden bir ses;
“Kim o…” Hoca yorgun ve bitkin bir halde içeriye seslenir;
  • Aç Hatun, aç. İnşallah ben geldim, der.
BİZ DE DİKKAT EDELİM
Bizler de konuşmalarımıza dikkat edelim ve bir iş yapacağımız zaman “İnşallah…
demeyi unutmayalım. Yapmak istediğimiz işte Allah’tan yardım istemiş olalım.
Tamam, mı? Sevgili çocuklar.
* Heybe: Omuzda taşınan, önde ve arkada iki ayrı torbası bulunan, halı veya kilimden yapılmış eşya taşıyıcısı.