“MÜSLÜMAN’DA SEVİYE” adında bir kitabım daha yayına hazırdır. Aşağıda okuyacağınız yazı bu kitabımın ön sözü olarak huzurlarınıza gelecek inşallah. Bir kitabın ön sözü neredeyse o kitabın özeti ve o yazıların niçin yazılmış olduğunun belgesi olduğunuzu zaten biliyorsunuz.   

ÖNSÖZ

Eskilerin “Avam ve Havas” olarak kullandığı bir söz vardır. Bu günkü söylenişiyle bunlara “Halk ve Aydınlar” diyoruz. Birinci manada bu iki kelime sanki bir tren de lokomotif ile vagon arasında ki bir farkı ortaya koymaktadır. Bir tarafta vagonları çeken güçlü bir lokomotif, diğer tarafta lokomotif nereye çekerse oraya giden vagonlar. Hiçbir vagon lokomotif gibi değildir. Bu arada ki farka bunların “seviye farkı” diyebiliriz.

İkinci manada ise belli bir maksadın yerine getirilmesi ile bir araya gelmiş insanlar topluluğuna o işlerin Havası dersek, bu işlerin dışında kalanların hepsi o işle ilgilenmedikleri için Avam durumunda kalmaktadırlar. Bir Âlimin veya bir Şeyhin etrafında toplananlar o Şeyhin Havasıdırlar ama o Şeyhe intisap etmeyenler o Şeyhe göre Avam durumundadırlar.

Bu kitapta ele aldığımız konular, seviye farkı ile ilgilidir ve konuları biraz derin düşünen ve “Ne olacak bu işin sonu?” diyebilen insanları ile “Bu günümüzü de geçirdik” diyerek yarın için bir hesabı olmayan insanlar arasında ki farkı ortaya koymaktadır. Hâlbuki İslam bizden en üst seviyede olmamızı istemekte ve “İki günü birbirine müsavi (denk) geçen, ziyandadır” Hadis-i Şerifle bizlere, yarınların planlanması gerektiğini bildirmektedir.

ASR-I SAADETTE SEVİYE

Günümüzde Müslümanlar, “Benim oğlum bina (bina dersi) okur, döner döner yine okur” tekerlemesine uygun yaşayışlarına devam etmektedirler. Hâlbuki Asr-ı Saadette Mekke’de İslam’ı yeni kabul etmiş bir Müslüman’la, onu (Bilal-i Habeşi r.a) İslam’dan döndürmek üzere Müşriklerin zulmüne maruz kalan ancak “Ehad… Ehad… Ehad…” diyen yani zulüm ve işkencelere direnen Müslüman’ın seviyesi bir midir?

Mekke’de kalanla, malını, mülkünü ve sevdiklerini bırakarak Hicret etmenin zorluğunu yaşayan Müslüman bir midir?

Medine’de inzal olan “Ahkâm ayetleriyle” Kur’an nizamını kurmanın çalışmalarını yapan Müslüman bir midir?

Yeryüzünün ilk adil devleti olan İslam devletinin bir ferdi olarak yaşayışına dikkat eden ve Allah’ın kanunlarına uymaya çalışan Müslümanlar ile diğer dönemlerdeki Müslümanlar bir olur mu?

Aziz bildiği malını ve canını Bedir, Uhud, Hendek harplerinde Allah yolunda vererek şehit olan veya gazi olarak geri dönen, “Bedir ashabı, Uhud ashabı, Hendek ashabı” arasına katılan Müslüman’ın seviyesi ile savaşlara katılmayan Müslüman’ın seviyesi bir olabilir mi?

GÜNÜMÜZDE SEVİYEMİZ

Olmaz, olamaz… Müslüman kesinlikle seviyesiz olmaz. Müslüman’ın iki günü birbirinin aynısı olamaz. Müslüman seviyesinin yükselebilmesi için, Âlimlerimizin, şeyh efendilerimizin, Akademik kariyeri olan bilginlerimizin mutlaka bir şeyler yapmaları gerekmektedir. Bu konuda (Allah kendisinden razı olsun) rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın büyük planları, hamleleri ve çalışmaları zamanımız Müslümanlarının seviyesinin yükselmesini sağlamıştır. Tabii, “Her şey görene, kör ne…”

İtelenip kakılan, hakir görülen, kendisiyle istihza (alay) edilen ve sadece idare edilen olarak kalan Müslümanları, hak ve batıl diye iki yapının olduğu şuuruna yükseltmiş, bunları birbirinden ayırt edecek bir yapıya kavuşturarak, idare edenler seviyesine yükseltmiştir.

Müslümanlar da siyaset yaparlar. Onların yaptığı siyaset yalan üzerine değil, doğruların anlatılması üzerine kurulur. Onlar, kavgacı bir siyaset yolunu değil siyasette de kardeşlik yolunu açmışlar, kimseyi karalayıp kötülememişlerdir. Siyasetlerinde kesinlikle şahısları hedef almamışlar, fikirleri, inançları ve icraatları hedef alarak, iktidara gelirlerse neler yapacaklarını anlatmışlardır.

Bütün bu çalışmalarda öne çıkan ve hepimizin de şahit olduğu kelimeler, hamleler ve icraatlar şunlar olmamış mıdır? “Milli Görüş, Adil düzen, Önce ahlak ve maneviyat, Montaj değil ağır sanayi, Her ile bir fabrika, Denk bütçe, Havuz sistemi, Eşel Mobil sistemi, İşciye memura, emekliye, dul ve yetime % 300’e varan büyük maaş zamları, AB (Avrupa Birliği) değil İslam birliği, D – 8’in kurulması, Yaşanabilir bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye, Yeni bir dünya…” gibi.

Sonra bizlerin Devletin değişik kademelerinde görev alarak çalışmasını sağlayarak Müslüman’ın da idareci de olabileceği (hem de en mükemmel bir idareci), bu fakir milletin parasını koruyarak rüşvetin, soygun ve hortumlamanın ve israfın olmadığı bir idare tarzını sergilemişlerdir.

Bütün bu çalışmalar ve hamlelerden sonra hala, “Arkadaş, Hakkın hâkim olması benim neyime… Ben yine etrafıma topladığım bir takım düşüncesiz ve sorumsuz insanlarla düşüp kalkacağım” diyenlerin olduğunu ve hatta bunların sayıca hayli fazla olduğunu görüyor, “kölelik duygusu ruhlarına işlemiş insanları, içine düştükleri bu ataletten (bana ne cilikten) kurtaramıyoruz” diye hayıflanıyorum.

Allah (c.c) hepimize, Hidayet, basiret, feraset versin, “Ya Rabbi, bize Hak’kı hak bilip ona ittiba (bağlanmayı), Batılı da batıl bilerek ondan içtinabı (ayrılmayı) nasip et” diye dua ediyorum.

12 Haziran 2016 / ANKARA