Yazıya böyle bir başlık koyarak başlamanın fevkalade kışkırtıcı olduğunun farkındayım. İtiraf ediyorum, meramımı anlatabilmek için böyle bir başlığı bilerek seçtim. Geçtiğimiz günlerde, internette herkesin yakından tanıdığı din pazarlamacısı bir hocanın vaazını dinliyorum. Hocaefendi herkesin anlayacağı bir lisanla ve de üzerine basarak diyordu ki: “Her gün peygamberimize salatu selam getirin, bu çok önemli çünkü ne kadar çok salatu selam getirirseniz öbür dünyada o kadar huri verilecek, ne kadar salatu selam o kadar huri yani...”
Hocaefendi ayetler, hadisler okuyor ve insanlar adeta büyülenmiş bir şekilde ve huşu içinde hocayı dinliyorlar. Herhalde bir taraftan peygamberi anmanın, ona salatu selam göndermenin manevi huzurunu yüreklerinde hissediyorlar, bir taraftan da öbür dünyada ne kadar huri elde edeceklerini düşünüyorlardır...
***
İşte memleketimizin din algısının geldiği son nokta budur... Oysa din, bu dünyada Allah’a yaraşır, yaşanılır bir dünya kurma görevini sadece insanlara vermiştir, bu yönüyle İslam dünyevi bir dindir. Maalesef İslam’ın doğruluk, adalet, eşitlik ve liyakat gibi temel evrensel mesajlarıyla bağını koparan günümüz Müslümanları, dini mescit duvarları arasına hapsetmiş bulunuyorlar.
Eğer bugün köylerimizde, mahallelerimizde, kasabalarımızda, şehirlerimizde insanlarımızın nasıl bir din anlayışıyla hayatlarını tanzim ettiklerini daha yakından gözlemlemeye çalışırsak, eminim bugün Müslümanların neden böylesine bir perişanlık hali içinde olduklarını daha iyi anlarız.
Zira dini ilimlere vakıf olduğuna inandığımız hocalar dahil ne ilim ve siyaset erbabının, ne de birey olarak tek tek insanların dinin asli mesajının ne olduğunu öğrenmek gibi bir niyeti de, derdi de yok. Ayrıca, kimsenin din adına toplumda dolaşıma sokulan bilgilerin doğruluğunu sorgulamaya mecali de yok.
Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu Hoca’nın “Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti”kitabındaki şu ifadelerin bu konuda çok önemli bir uyarı niteliği taşıdığı kanaatindeyim: “Bir toplum, duyduğu, gördüğü şeyleri sorgulamaya gitmezse, her rivayeti doğru belleyip, önüne konan her şeye eyvallah derse, onun İslami hüviyetini kaybettiğini söylemekte bir beis yoktur. İsterse sokaklar sakallı cübbeli adamlarla dolu olsun. Denetime açık ilim+ahlak+ iktidar üçlüsünden gafil olanlar, toplumun ekseriyetini teşkil ediyorsa, onun kurtuluşuna kendisinden başlaması gerekeceği açıktır.”
Eğer bir toplumda, rahmet dini olan İslam’ın ‘liyakat’ ve ‘emaneti ehline verme’ilkesine riayet ortadan kalkmışsa, ortalarda dolaşan İslamcılık ve dindarlık söylemlerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
***
Unutmayalım, İslam’ın ilk yıllarında Kur’an’ın her işin başına ehil olanı getirme emrine uyulduğu için ehil olanlar işbaşına geldiler ve de ümmetin denetimi altında oldular. İslam’ın büyük halifesi Hz. Ebubekir’in işbaşına geçtiğindeki ilk nutkunda, başa geçen kişinin ümmetin daimi kontrolü altında olacağını, yanlış yaptığında engellenmesi gerektiğini, hatta işten el çektirileceğini söylemesi boşuna değildir. İslami kaynaklar Hz. Ebubekir’in şu sözlerini naklediyor: “Doğru, güzel hareket edersem bana yardımcı olun, yoldan sapar yanlış yaparsam beni düzeltin. Ey insanlar! Ben Allah’a ve peygamberine uydukça bana uyun, onlardan ayrılırsam bana uymanız gerekmez.”
Bu hakikatler muvacehesinde söylemek gerekirse, bugün İslam toplumları olarak yaşadığımız problemleri çözmek ve içine düştüğümüz acziyetten kurtulmak için, galiba öncelikle geleneksel İslam kültürü ezberlerimizi unutmamız gerekiyor. Huri hesabı yaparak o büyük peygamberin ümmeti olma şerefini kazanamayız.
Unutmayalım ki dindarlık mertebesinin sakal ve şalvarla, peygamber sevgisinin huri hesabıyla ölçüldüğü bir toplumda demokrasiden, özgürlüklerden, insan haklarından, liyakatten, hukukun üstünlüğünden bahsetmenin abesle iştigal etmekten başka bir anlamı olmayacaktır.
MEHMET OCAKTAN / KARAR / 21.09.2018