Bu yazıyı yazıp yazmamakta çok düşündüm. Davası İslam olanların başına gelebilecek bütün belalara ve kötülüklere sabretmesi ve kimseye şikâyet etmemesi, inancımızın esaslarındadır. Çünkü hayır ve şer Allah’tandır. Ancak içinde ibret ve örnek alınabilecek olaylar ve sözler olduğu için de yazmaya karar verdim.

Emniyet mensupları 1980/Ekim ayı ortalarında bir Cuma günü beni evimden alarak Ankara emniyet müdürlüğüne getirdiler. Emniyet müdürlüğünde bana sordular; “Seni kim ve niçin tutukladı?” Benim bir şeyden haberim yok ki... 

Kendi kendime düşünüyorum. Yaptıklarım ve çalışmalarım tamamen yasaldı. Kimsenin hakkına tecavüz etmemiştim. Bilakis hakları elinden alınan garip ve yetimlerin haklarını savunmuş ve gücüm yettiğince mazlumlara yardımcı olamaya çalışmıştım.

Rahmetli Erbakan Hocamızın bize bir önemli tembihatı vardı. “Yaptıklarınızı yasal sınırlar içinde yapın. Yasal sınırlar içinde bile yapacaklarımızın binde birini yapamıyoruz” demişti.



12.Eylül darbesinin bilinmeyen yönlerini bir de Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dan dinleyin.



Emniyet yetkililerine; “Beni niçin aldınız bunu ben de bilmiyorum” dedim. “Ancak önce Konya’da babamın evinin aranması, sonra da Ankara’daki evimden alınmam, beni Konya’nın aldırdığının bir işaretidir, zannederim” dedim. Emniyet mensupları telefonla Konya’yı arayarak bu sözümü teyit ettiler.

Ertesi gün cumartesi, hafta sonu tatili başlıyor ve sonra da 4 günlük bir zannederim Kurban Bayramı tatiline gireceğiz. Daire başkanı beni kastederek, bu arkadaşı “Müteferrika’ya götürün” diye emir verdi.

Müteferrika, tefrik edilen, ayırılan yer manasına bir kelime. Bu esnada polislerden biri “Müdür Bey, bu arkadaşı sizin odanızda misafir edemez miyiz” dedi. Müdür de hayır, olmaz cevabını verdi.

Müteferrika, Ankara Emniyet müdürlüğünüm bodrumunda 8 – 10 m2 kadar küçük bir yer. Duvarın kenarında bir tahta kanepe var. Burada bir kişi yatmak isterse ayağını toplayarak yatmak mecburiyetinde kalıyor. Bu küçük odacığın yüksekliği ise takriben 3 – 3,5 m kadar. Üst tarafında bir iki cam var ama bu camlar da kırılmış. Ekim sonu kış aylarının başlaması olduğundan camdan içeriye çok soğuk geliyor.

Müteferrikaya girdiğimde içeride benden başka 3 kişinin de olduğunu gördüm. İkisi Ülkücü gençlerdendi. Gece olunca uzanmak ve biraz istirahat etmemiz gerekecek. Ama yerin ve imkânların darlığı bize bu imkânı vermiyordu. Gençler bana, “Hocam, biz parkelerimizi yere sererek yatarız, siz tahta kanepede yatın “ dediler. Onlar beton zemin üzerine serdikleri parkeleri üzerine kıvrıldılar. Bu gençlerimizi bir daha görüp de kendilerine teşekkür borcumu ödeyemediğime hayıflanıyorum.

Duam odur ki bunlar ve diğer gençlerimiz, yaptıkları her işi Allah için ve onun rızası için yapsınlar da dünya ve ahirette saadete ersinler.

Gecenin ilerlemiş bir saatinde müteferrika dışında nöbet bekleyen polis beni dışarıya çağırdı ve bana bir çay ikram etti. O çay, o kötü şartlarda bana o kadar güzel geldi ki… Heyecan sebebiyle bir günden fazla bir zamandır ağzıma bir lokma ekmek almadığımı, bir yudum bir şey içmediğimi anladım.

BİR FEDAKÂR POLİS DAHA

Cumartesi ve 4 günlük Kurban Bayramı tatilinde benim müteferrikada kalmamı istemeyen bir fedakâr polis gencimiz, sorumluluğu tamamen üstlenerek amirlerine, beni Konya götürüp teslim etmek istediğini söylemiş. Amirler de olumlu karşılamış.

Bu polis arkadaş beni cumartesi akşam vakti Ankara Emniyet müdürlüğü müteferrikasından çıkartarak “Nevzat Bey, haydi gidiyoruz” dedi ve önce nereye gidelim” diye sordu. Ben de “evime bir uğrayalım” dedim.

Evime geldiğimde komşularım benim geldiğimi öğrenince hemen bahçede toplandılar. Ne yapılması lazımı görüştüler. Bir komşumuz arabasını verdi. Rahmetlik Süleyman Özkan da şoförümüz oldu ve biz Konya’ya müteveccihen yola çıktık.

İhtilalden sonra ilan edilen gece 24.00 sonra sokağa çıkma yasağına rağmen gece 1,30 civarında Konya’ya geldik. Girişte kontrol noktasında polisler bizi durdular ve sordular. Kimsiniz nereye gidiyorsunuz? Yanımızda ki polis gencimiz kartını gösterince, geç dediler.

Ve doğruca benim Konya’daki evime gittik. Babamlar bizi misafir ettiler. O ana kadar üzerime sinmiş olan pis sigara kokusundan kurtulmak için sabahleyin bir banyo yaptım. Kahvaltımızı yaptık elimde bir çanta ile önce Konya Emniyet müdürlüğüne teslim edildim. Onlar da Konya Meram yolu üzerinde bulunan Bando taburunda bizim gibiler için hazırlanmış, 50 – 60 kişinin kalabileceği bir koğuşa getirdiler.

Koğuş içesine yer yatakları konulmuş. İçeride bizim gibi “İslam’ı kendisine dava yapmış” insanlar var. Ülkücü gençlerden var ve solcu gençlerden insanlar var. Kimleri tanıyorum diye etrafıma bakınca hemen yatağının yanında bana yer hazırlamış olan Abdullah Büyük Hocamızı, komşu koğuşlarda Akıncılar Derneği Eski Genel Başkanı merhum Tevfik Rıza Çavuş’u, lise Fransızca öğretmeni ve Müslüman gençlerimizi eğitmeye çalışan Metin Köse’yi, Kudüs’ü kurtarma mitingimizde arkadaşlarıyla oturan lise felsefe dersi hocası adaşım merhum Nevzat Arabacı’yı gördüm. Daha sonra şimdi (2021) Tekirdağ Saadet Partisi il Başkanlığını yapan Fethi Pehlivan’ı getirdiler.

Gece olunca koğuştakileri tuvalete çıkarmıyorlar. Koğuş içine bir gazyağı tenekesi koymuşlar. Kimin çişi gelirse çişini oraya yapıyor ve tabii bu teneke sabaha kadar kokuyor.

Abdullah Hocamız bu rezilliğe bizim düşmememiz için; “Arkadaşlar, akşamdan sonra sulu şeyler yemeyelim, çay içmeyelim. Bir de sakın her şeyi ulu orta konuşmayalım. Bilelim ki burada içimizde bizim ağzımızdan laf almaya çalışan ajanlar olabilir. Yunus Emre’den başka da ilahi söylemeyelim” dedi.