ÖN SÖZ (1)
Milli değerlerimiz, inancımız, tarihimiz, bunlardan doğan örf ve adetlerimiz olarak tarif edilmektedir. “
Örf ve adetlerin dayandığı tek temel, inançlarımızdır” demek de mümkündür. Çünkü inançlarımıza dayanmayan örf ve adetler, bizi yanlış yollara götürecektir.
Bizim değerlerimiz, hakka hürmetkâr olmayı esas alır. İnanan bir insan, adaleti önce kendisi kalbinde sağlar, sonra karşısındakine uygular. Maneviyatçıdır. Öldükten sonra tekrar dirileceğine ve her şeyden hesap vereceğine inanır. Bu sebeple “Aman kimsenin hakkı bana geçmesin diye çırpınır. Eğer bilmeden bir haksızlık yapmışsa o insanı bulur, gönlünü yapar ve mutlaka helalleşir.
1960’lı yıllarda doğum yerim olan Konya’da, Kapu Camisi olarak bilinen caminin etrafında bu gün olduğu gibi o gün de sarraf dükkânları vardı. Bizim dükkânımız da o civarda olduğun için ben zaman zaman orada geçerdim. Kapu Camisinde öğlen, ikindi ve akşam ezanları okunduğunda sarraflar, namazlarını camide cemaatle kılmak için dükkânlarının kapısını kilitlemezler, kapıya bir tabure veya sandalye koyarak namazlarını kılmaya giderlerdi. Bir müddet sonra namazdan dönerler ve kapı önündeki sandalyeyi kaldırarak tekrar işlerini yapmaya başlarlardı. İşin güzeli, hiç bir esnaf, “benim dükkânım soyulur mu acaba?” diye düşünmezdi.
Bu gün aynı yerdeki sarraf dükkânları güvenlikleri için, kameralar taktırmakta, bir ucu polise bağlı alarm zilleri bağlamakta, özel güvenlik elemanı tutmakta, kendini ve malını korumak için silah bulundurmaktadırlar.
21. asra girdiğimiz bu dönemde “örf ve adetlerimiz” olarak o kadar çok ve yanlış şeyler takdim edilmiştir ki hayret etmemek elde değildir. Şimdilerde özellikle Batıdan bizlere sokulmuş o kadar bozuk adetlerimiz bulunmaktadır ki… Bu yanlış adetler yüzünden canlar feda edilmekte, kanlar dökülmekte, bir büyük toplum baskısı uygulanmaktadır.
Ailesinin vermek istediği kocaya değil de kendisi istediği erkeğe kaçan kızını öldüren veya öldürten babaya soruyorsunuz; “Kızını niçin öldürdün?” Adam; “örfümüz öyledir” diyerek karşınıza çıkmaktadır.
Bu adamların örfüne göre, yıllar önce ailesinden birini öldüren aileden de birinin de öldürülmesi şarttır. Henüz rüştünü ispat etmemiş bir çocuğun eline silah verilir ve karşı aileden birisi öldürtülür. Ve tabii bu öldürmelerin sonu gelmez ta ki ailelerden biri tamamen yok edilmiş olsun.
50 senede güvenlik ve mutluğun zirvesinden, korku ve ümitsizliğin derinliğine yuvarlanan bu aziz milleti, kim veya kimler bu duruma düşürmüştür?
BALIK BAŞTAN KOKAR Bu asil milleti, yıllardır başına seçtiği Batıya bağlı, Batıyı üstün gören güya okumuş Aydın (!) insanlar bozdular. Bunlar, “Demokrasi fazilet rejimidir” dediler. Halk kendini idare edecek insanları, kendisi seçsin dediler. Partiler kurdular. Parti Başkanının onaylamadığı insanları asla adaylığa bile getirmediler.
Ülke içerisine çöreklenmiş, sahipleri milli değerlerimizden uzak insanların radyoları, gazeteleri, dergileri, televizyonları ve diğer iletişim organlarıyla Milli değerlerden uzak insanları milletin önüne koydular. Günlerce; “Bunlar, on parmağın on hüner olan insanlardır” diye takdim ettiler. Milli değerler bağlı insanları ya hiç anmadılar veya yazmaya mecbur kaldılarsa da kötüleyerek halka takdim ettiler.
Rahmetlik Erbakan Hocamız, (partilere eşit haklar tanımayan, birine hazineden milyarlar veren ve diğerine bir kuruş vermeyen, birine bütün medyayı kullandıran diğerinin adını bile anmayan, seçim baraj sistemi adıyla daha baştan bazı medyayı mahkûm eden) bu sistemi; “
Demokratur, yani Demokrasiyi alet eden sistem…” olarak anlatmış ve seçim sistemine de, kendi isteği aday ve partiyi öven, ama kendi istemediği milli değerlerimize bağlı adayları yeren sisteme de; “
bili bili, kiş kiş…” sistemi adını vermişti.
Milli değerlerimizden uzak, çalışmaların en önemli gücü medya idi. Medya, söylendiği gibi (askeri güç, hukuki güç ve idari güç) dördüncü güç değil, belki birinci güçtür. Ülke medyasına kimler sahipse, sonunda onlar ülkenin de sahipleri olmaktadır.
Bu kitabı okuyunca, bunu daha iyi tespit edeceğinizi umarım.