GÜLLERİ SEYREDERKEN

 

Hayrettin DURMUŞ

 

Bir seher vakti… Öyle bir rüzgâr esiyor ki tarif edilemez. Burcu burcu koku geliyor insanın burnuna. İçin ferahlıyor, sanki büyük bir umman oluyor kalbin.  Nazlı yârden haber mi getiriyor, ona halimizi mi bildiriyor? Seherin bu kutlu vaktinde telaşı neden acep? Anlatılamaz bir yel bu ama atalar güzel bir ad bulmuşlar bu rüzgâra. “Rahmet yeli.” Gerçekten de rahmet yeli esiyor seherde. Bin bir şifayla dolu otlar uyanıyor, börtü böcek doğan günün telaşında, ağaç dalları sallanıyor aşkla. Kâinatı süsleyen rengarenk güller uyanıyor bu vakitte. Anlaşılan rahmet yeli gülün kokusunu cihana duyurma derdinde.

 

Gül naziktir. Örselenmeye gelmez. En ufak bir darbe koparır onu dalından. Onun için gülü sevenler nazik insanlardır. Hafifçe dokunurlar ona. Müsaade isterler koklamak için. Yanına yaklaşırken bir edebe bürünürler. Bilirler ki onlar; güller gülünün haberiyle gelir. Büyüklerimiz gülü koklarken dudaklarından salâvat-ı şerifeyi eksik etmezlerdi. Bizim kültürümüzde gül onun remziydi çünkü. Bütün güller bize o güzeller güzelinin kokusunu getirirdi. Bir rivayete göre gül, kokusunu onun terinden almıştı. Miraç yolculuğunun ağırlığından düşen damlalar vermişti güle kokusunu. Bu sebepten olacak ki  Gül’ün torunları bile “reyhan çiçeği”ydi.

 

Bahçeye inip gülleri seyrettiniz mi hiç? Lalenin hatırını sordunuz mu neden boynun bükük diye? Nergisin yorgunluğunu, gülün sararan benzini, “en güzeliniz benim” dercesine salınan çiğdemi seyrettiniz mi? Bu muhteşem renklerin, bu muazzam tablonun mimarını hatırladınız mı? En güzel isimleriyle andınız mı onu? Toprak aynı toprak, su aynı su. Nasıl oluyor da bu topraktan farklı renklerde güller yetişiyor? Hatta aynı dalda ayrı renkler nasıl buluşuyor? Topraktan pamuğu, bezi, bizi yaratan Allah’ım sen ne büyüksün ve her şeye kadirsin.  İbret nazarıyla baktığımız her yerde, her şeyde sen varsın.

 

Nasıl da çeşit çeşit güller. Güzelliğin, zarafetin sembolü olan güllerin de bükülüyor boynu. Onların da benzi sararıyor. Şairin dediği gibi arının zahmetini çekmeyen balın, seherde suyunu dökmeyen gülün kıymetini bilemezmiş. Güzel olmak, güzel kalmak zor iş anlaşılan.

 

Bülbülün sesi neden bu kadar güzel, bu kadar yanıktır? Gül olmasa çıkar mıydı sesi bülbülün? O bülbül ki gülle konuşmak için dikene sarılır. “Siyah güller ak güller” içini kanatır şairin.

 

Toprağa bak! Damar damar yarılmış. Bağrı gözeneklerle dolu. Verimliliğine göre killi, kumlu, humuslu demişiz adına. Bereket fışkıran şefkatli bir anne gibidir toprak. Anadolu eşmeleri, höllük yapıp elediğimiz topraklar, vazifesini yapmansın şuuruyla ağarmış kireçli tepeler hepsi gülün peşinde.

 

Uçsuz bucaksız çöllerde kumullar niçin bir o yana bir bu yana savrulur? Kimi arıyorlar acaba? Çöle bak! “Çölde gül olur mu?” deme.  Görebilirsen güllerin en güzeli orada.