AKİF’İN Ç/AĞRISI

 

Hayrettin DURMUŞ

 

Milli Mücadele’nin destanını kalbinin diliyle haykıran Mehmet Akif hakkıyla nasıl anlatılabilir? Milletin gönlünde taht kurmuş, “Safahat”ıyla her eve misafir olmuş bir büyük abideyi, coşkulu bir iman selini, milletin derdine derman olmuş umutlu dilini anlatmak kolay mı?

 

“Eyvah! Beş on kâfirin imanına kandık/ Bir uykuya daldık ki cehennemde uyandık” diyordun. Söyle, biz nasıl uyanalım kendi cehennemimizdeki horul horul uykudan? Ne olur geri gel dünyamıza ve “Ey! Elleri böğründe şaşkın adam kalk!” diye sars bizi, uyandır. Senin, “Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan! / Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?”, diyen sesine,  “Uyan ey ehli vatan!” çağrına o kadar muhtacız ki...

 

“Müslümanlık nerde? Bizden geçmiş insanlık bile/ Âlem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile/ Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir/ Müslümanlık, bilmem ama, galiba göklerdedir” diye feryat ediyordun yıllar evvel. Yaşadığımız günleri görseydin feryadın arşa çıkardı.“Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan/ Hey sıkılmaz! Ağlamazsan bari gülmekten utan” diyordun bize. Sözüne uyamadık ey koca şair! Ar damarlarımız çatladı. Başkalarının aşklarını yaşarken, kendimize ve yakınlarımızın acılarına bigâne kaldık. Dediğin gibi “Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlık” oldu.

 

MÜCADELE ŞAİRİ

 

Seni kuru kuruya sevmenin bir anlam ifade etmediğini biliyoruz. Sen bir asır önce milletimizin başına gelen felaketler karşısında dertlere çözüm buluyordun, umut olup yüreklere doluyordun, nefreti kökünden yoluyor, zulme karşı kalkan oluyordun. Mehmetçik canı ve kanı pahasına savunurken vatanı sen de kaleminle koruyordun.

 

Halkın bağrına bastığı şairin kim olduğunu seninle öğrendik. Çünkü sen bu halkın sesi soluğu oldun. Ömrünü bu milletin hürriyeti için mücadeleye adadın. Yunus’u ilahileri için seven, Süleyman Çelebi’yi Mevlid’inden dolayı hatırlayan, Mustafa Itrî‘yi tekbirlerle anan bu millet seni de “İstiklâl Marşı”yla bağrına bastı. Adın “Çanakkale Şehitleri” ile birlikte anıldı. “Ordunun Duası” söylendi dillerde ve Akif sevgisi her geçen gün yeşerdi gönüllerde.

 

Haykırdın mı gökkubbe damar damar sarsılırdı. Kükredin mi yer yerinden oynardı. Kalemin yüreklere dokunduğu zaman yıldızlar ağlardı. Matemin denizlerin yüreğini dağlardı. Anneler çocuklarını cepheye senin “Cenk Şarkı”nla uğurlardı. Susuşun bile dağlar kadardı…

 

AKİF’TEN GERİYE KALANLAR

 

İnsanların kaç yüzü olduğunu sayamadığımız bu yalan çağda senin gibi sözünün eri insanlara ne çok ihtiyacımız var. Sen ki Beylerbeyi’nden Yeniköy’e fırtına demeden, yağmur demeden yürüyor, “Bu havada kimse yola çıkmaz diyerek seni beklemeyenlere “Bir söz ancak ölüm ya da ona yakın bir felaket sebebiyle yerine getirilemeyebilir.” diyerek altı ay dargın kalabiliyordun. Biz biliyoruz ki senin bu soylu davranışın bağlı olduğu imandan, ilham aldığı Kur’an’dan kaynaklanıyordu.

 

Küçük yaşta babanı kaybetmene, çocukken evinizin yanmasına, fakr u zaruret içinde bir hayat yaşamana rağmen dünyalık önünde asla eğilmemene, hiçbir ödüle iltifat etmemene, odanda üzerine oturduğun tek kilimini mahallendeki fakire vermene, “kuru fasulye ve bulgur aşı yedikten sonra gâvura boyun eğmem” demene ne demeli bilmem ki? Cimrilik, ikbal şımarıklığı, kibir ve para, senin en nefret ettiğin şeylerdi.

 

Öldüğün zaman  sırtından çıkartılan elbisen, yeni bir şapka, bir mavzer tüfeği, istiklal madalyası ve bir iki lira paran çıkmıştı yastık altından. Ah bu soylu davranış çağımız insanına rehberlik edebilse. Dünyayı tekmeleyecek kadar tok olmayı öğrenebilsek yeniden.

 

KARARLILIK VE UMUT ABİDESİ

 

Sen ki iyilik yapamadığın zamanlarda bile “Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi” diyerek hayıflanıyordun. Oysa bizler yoksulu, yetimi, kimsesizi düşünmek şöyle dursun, sefer tası misali sıkıştığımız apartmanlarda bitişik komşumuzun ne halde olduğunu bile düşünemez hale  geldik. Gönüllerimiz daraldıkça daraldı.

 

Ömer’in adaletini abideleştirdin şiirinle ve biz her adaleti hatırladığımızda “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu/ Gelir de adli İlahi sorar Ömer’den onu” diyerek senin mısralarını okuduk.

 

“Ya açar nazm –ı celîlin bakarız yaprağına/ Yahut üfler, geçeriz bir ölünün toprağına/ İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin” çağrına kulaklarımızı tıkadık. Oysa “Asrın idrakine” söyletecektik İslâm’ı.

 

Osman Gazi’nin kabri tekmelenirken, semalardan ezan sesi kesilecek diye endişe ediyor kendini “şarkın kansız ve vefasız evladı” diye tarif ediyordun. Ne kabirler tekmelendi de bizim kılımız kıpırdamadı. Şu bizim vefasızlığımıza ne demeli? Üzerimizdeki ölü toprağını nasıl üflemeli bilmem ki?

 

SÖZ VERİYORUZ EY AKİF !

 

“Atiyi karanlık  görerek azmi bırakmak…/ Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak…/ İş bitti, sebatın sonu yoktur deme, yılma, Ey millet-i merhume sakın ye’se kapılma!” sözlerin yalnız kulaklarımıza değil gönlümüze de küpedir. Bizim de lügatimizde umutsuzluğun “u” su yok, gönlümüzdeki umut kuşu hep ötecek ve asla umudumuzu kesmeyeceğiz…

 

“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol…/ Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” mısraların düsturumuz olacak ve O Yüceler Yücesine dayanıp güveneceğiz. İdeallerine sahip çıkacağız. Onurla İstiklâl Marşımızı okuyacağız ve al bayrağımıza gözümüz gibi bakacağız Kabrinde rahat uyu! Ruhun şad olsun!