İran İsrail’e karşı yürüttüğü politikalarda İslam’ın mukaddes kavramları öne çıkarak uzun vadeli kendi ‘ulusal’ ve mezhepsel çıkarları için zemin hazırlamaktadır. Sıradan Müslüman da siyonist İsrail’den yana olacak değil ya... Oysa ümmetin Suriye’de de, Afganistan’da da, Yemen’de de sorunları var ama İran kitlesini başka gereklerle bu bölgelerde de ikna edebiliyor.

Bunu bilseniz dahi, bazen konjonktürel iş birliği de zorunlu olabilmektedir. Ayrıca kimi zaman işbirliği tarafların faydasına da olabilmektedir. İsrail’in durdurulması, te’dip edilmesi böyle bir sonuç doğuracaksa bunun bize de İran’a da, Filistin’e de, Lübnan’a da geri kalan İslam toplumuna, hatta insanlığa da faydası vardır.

Sözgelimi Türkiye, İran, Mısır, Pakistan gibi ülkelerin güçlerini birleştirip Akdeniz’e, İsrail, Lübnan, Filistin açıklarına donanma gönderdiğini hayal edelim. İran’ın motivasyonu yüksek tabanı ve füze kapasitesi, Pakistan’ın nükleer caydırıcılığı, Mısır’ın sınır ülke olması ve küçümsenemeyecek kara, deniz ve hava gücü, Türkiye’nin tarihi misyonu ve İslam dünyası üzerindeki yumuşak gücü ve deneyimli ordusu İsrail üzerinde caydırıcı olmaz mı... Ama şimdi olduğu gibi düşmanlıklar öne çıkarıldığında İsrail çadırlarda insanları canlı canlı yakarken, izlemekle yetiniliyor. Ne İslam ne de Arap devletleri İsrail’e karşı gövde gösterisi yapabildi maalesef... Ama ABD de, Avrupa Birliği de, İngiltere de her şekilde İsrail’in arkasında...

Bahsedilen şartlarda bile Filistin’deki Müslüman topluma koruma sağlanabilecekken, bu ülkelerin garantörlüğünde kurulacak bir Filistin devleti, hali hazırdaki yaşanmışlıkların tekrarına imkân vermez. Türkiye Kıbrıs’ta garantör olmasaydı ve bu garantörlüğe dayalı olarak harekât düzenlemeseydi Kıbrıs’ta ne Türk, ne Müslüman kalırdı. Bugünkü haliyle ideal olmasa bile, Kıbrıs’ın Rum-Yunan ikilisini eline geçmiş olmasından daha iyi değil midir. Ellerine geçtiğinde, Endülüs’te, Balkanlar’da, Doğu Türkistan’da, Kırım’da nelerin olduğu belli değil mi...

Bölgede planları olanlara alan açmak büyük bir vebaldir. Gazze’den sonra Lübnan’a saldırdı işte... Olanlar gölge oyunu ya da bilgisayar oyunu olmadığına göre bir yerlerde yanılıyor olmalı iddia sahipleri... İste buradan söylüyorum; bir sonraki hedef Suriye ya da Batı Şeria olacak... Dananın bacağı da işte orada kopacak... ‘Teopolitik’ referanslar bu yönde çünkü... İsrail de ‘demokratik’ değil, ‘teokratik’ bir devlettir. Hatırlarsanız Netanyahu gibi seküler birisi bile ‘İşaya’ kehanetinden bahsetmişti.

Böyle bir durumda tarafsızlık da gaflettir. Ümmetin yararı (maslahat) bakımından bölge dışı aktörlerin önünün açılmaması gerekir. Çünkü böyle bir durum bölge dışı aktörlerin işini kolaylaştırmakla eş anlamlı olup, sonuç bakımından aynı anlama gelir. Biri ihanetse diğeri gaflettir. Yani önceki yazılarımızda verdiğimiz örneği esas alacak olursak; bütün gafletine rağmen Edirne ‘Bulgar’ın değil, ‘Enver’in olsun...

Dikkat ederseniz Birinci Dünya Savaşı sonrasında kırk parçaya bölünen İslam coğrafyası daha küçük parçalara bölünüyor. Hizbullah Gazze’ye saldırı yapıldığında İsrail’e saldırmaya cesaret edemedi ama sıra kendisine de geldi. Batı Şeria da sırasını bekliyor adeta... İslam coğrafyasında yeni bir parça koparmak adına 40-50 yıldır devam eden Kürdistan planı da işliyor. İddia edilen dört parçadan ikisi de fiilen bağımsız...

Bir başka açıdan bakılırsa da; İran'ın esasen Amerika ve İsrail'in dostu olduğunu söylemek fevkalade cahilce ve önyargılı olur. Benzer bir iddia Türkiye için de dillendiriliyor malum... Bu saplantılı ruh hali ile yıllar önce bir konferansta karşılaşmış, kendisini ‘ulusalcı’ olarak tanıtan konuşmacının ‘Türkiye’de duble yollar Türkiye’yi işgale gelecek olan Amerikan tankları rahat geçsin diye yapılıyor’ dediğine şahit olmuştum. 15 sene olmuştur, hala bekliyordur herhalde işgali... Stratejik nedenlerle şahsi mülküne geçirdiği için İkinci Abdülhamit’i rüşvetle suçlayanlar, Mevlana’yı Moğol işbirlikçisi ilan edenler bile var. Şimdilerde İran'a ilişkin, tahrikle ilgili yorumlamalar kötü niyetli değilse cahilcedir. Hiç değilse bir süreliğine bunları askıya alıp, büyük düşmanın yaktığı ateşe benzin taşınmamalı...

Geçmişte İsrail’in hatta Amerika’nın İran’a silah sattığı doğrudur. ‘Irangate’ bir skandal olarak zamanında Amerikan kamuoyunu epeyce meşgul etti bu konu... İsrail ise daha çok da Arap rejimleri ile düşmanlığı nedeniyle İran’a silah satıyordu. Her ikisi için bir diğer belirleyici ise savaşın denge halinde devam etmesi idi. Zira savaş, aklı çok da uzağa ermeyen Saddam tarafından başlatılmış, bir haftada sona ermesi planlanan savaş tam sekiz yıl devam etmişti. Şimdi de benzer bir dengeleme politikası Ukrayna vasıtasıyla yapılmıyor mu...

Günümüzde topyekün bir savaş insanlığın sonu ile eş anlamlı... Fukuyama’nın iddia ettiği gibi ‘Tarihin Sonu’ sosyalizmin yıkılması ile değil, kutsanan Batı değerlerinin geçen 30 küsur yılda kökleşmesiyle olacak... Nitekim dünya kendi eliyle nükleer yok olmanın eşiğine geldi. Zira ABD ve Avrupa’nın kendi sistemini dünyaya dayatma girişimi Arap Baharı ile Ortadoğu’da, Ukrayna Savaşı ile Rusya’da ve Tayvan gerginliği ile de Çin’de karşı direnişe muhatap olmuş, Amerika’nın kendi içerisinde Trump gibi sıra dışı bir kişiye güç kazandırmış, ırkçılık Avrupa’da yükselmiş, Avrupa Birliği’nde geriye gidiş (köklü politikalar geliştirememesi ve 2007 krizi sonrası stratejik ileri adım atamaması) ve bölünme (İngiltere’nin ayrılması) yaşanmış, Ukrayna Savaşı ile de dünya nükleer ‘restleşmenin’ eşiğine gelmiştir.

İnsanlık bu konuda geçmişle kıyaslanamayacak düzeyde ileride ve yine kendi eliyle oluşturduğu kitle imha silahlarının hedefinde... Durum kibrit kutusundaki çöplerinin birbirini tutuşturması gibidir ve birisi işlevselleştiğinde dünya bir anda taş devrine döner, hafazanallah... (devam edecek).