Gençlik inceleme yazı serisi
Toplumun güçlü olabilmesinin ilk şartı o toplumun bir başının (emiri) olması ve ona itaat edilmesidir. İkinci önemli husus, topluma ait işlerinin düzenli bir şekilde yapılabilmesi için insanlar arasındaki iş birliğinin (organizasyonun) en uygun şekilde sağlanmasıdır. “Kim neyi, ne kadar, ne zamanda, kimlerle ve nasıl yapacak?” sorularının cevaba kavuşmasıdır. Bunun için topluma ait işlerin bir dökümü çıkartılır ve bir zaman aralığı içinde bu işleri yapmaya ehil (usta) olanlar arasından en uygun olanlar belirlenir ve işler onlara tevdi edilerek (verilerek) yapmaları istenir.
Bir topluma ait o kadar çok iş vardır ki, bunların bir kısmını ana hatlarıyla belirtirsek durum açıkça görülür. Sevk ve idare edenler, karar, takip ve intaç (sonuçlandırma) noktasında kalırlarken, bu işlerin yapılması başa insanlara kabiliyetleri nispetinde dağıtılır.
Üyeler arasında irtibatların kurulması (teşkilatlanma), topluluğa üye insanlar ile eş ve çocuklarının toplumun amaçları doğrultusunda eğitilmeleri, söz konusu topluluğun amaç ve çalışma esaslarının topluluk dışındaki insanlara tanıtılması, topluluk içi ve dışı faaliyetlerinin yapılması, çalışmalar için gerekli maddi finansmanın tedarik ve temini, işlerin sekretaryasının yapılması, iç bünye ve dış bünyede insanlarla sosyal konularda çalışmaların yapılması, tanıtım araçlarının (gazete, dergi ve televizyon) kurulması ve işletilmesi gibi daha birçok iş…
FERTLERİN DURUMU
İslamî bir toplumda fertler, manevi duygularla mücehhezdirler (donatılmışlardır). Dolayısıyla yaptığı her işten, yapması gerekirken yapmadığı her işten Cenab-ı Hak’kın kendisini hesaba çekeceğini bilmekte, bu sebeple de hem mesaisine ve hem de yapmakta olduğu işine dikkat etmektedirler. Kalbinde Allah korkusu bulunan bir memur, çalışma saatleri içinde mesaisini kendi özel ihtiyaçları için harcayamaz.
Hazreti Ömer Hilafet görevini yürütürken bir gün yanına bir dostu gelir. Hava karanlıktır ve ortada bir mum yanmaktadır. Dostu Ömer’in yanına gelince, Ömer yanmakta olan mumu söndürür ve bir başka mumu yakar. Dostu bu işe hayret eder ve sorar. “Ya Ömer, ben yanına geldiğimde yanan bir mum vardı. Sen onu söndürdün ve bir başka mumu yaktın. Bunun sebebi nedir” der. Hz. Ömer de şöyle cevap verir: “Evet. Yanmakta olan mumu söndürdüm. Zira o mum devletin mumu idi. Hâlbuki sen bir dostum olarak yanıma geldin. Seninle sohbet edeceğimizi bildiğim için, devletin mumunu söndürdüm ve özel işlerimde kullandığım kendi mumumu yaktım” der.
Rüşvetin, devletin malını ve parasını dolandırmanın, kendi yandaşlarını devletin işine alarak devleti bir çiftlik haline getirmenin, iş bilicilik veya iş bitiricilik sayıldığı günümüzde yukarıda anlatılan olayın bir hikâye veya bir masal gibi algılanması gibi gayet doğaldır.
GÖREV VERİLECEKLER
Bir insan çalıştığı her hangi bir işte, Allah (c.c) kendisine yardımcı olsun istemez mi? Bu sorunun cevabı hiç tereddütsüz, evettir. O halde Allahın (c.c) yardımını almanın yolu; “Bir işe talip olmamak, eğer o iş size verilmişse, bütün dikkatinizi ve gücünüzü vererek o işi neticelendirmeye çalışmaktır.”
Peygamberimiz Abdurrahman ibn-i Semure’ye; “Ey Abdurrahman, sakın emir olmak isteme (riyaset talebinde bulunma). Eğer sen istediğin için sana riyaset verilirse, istediğin şey ile (yalnız) bırakılırsın (Allah’ın yardım ve inayetine erişemezsin). Eğer emaret ve riyaset, sen istemediğin halde sana verilirse, işte o zaman (Allah tarafından) yardıma mazhar olursun (idaren güzel olur)” demiştir.(Sahih-i Buhari 12/2067)
EMİRLERİN DİKKATİNE
Her hangi bir kimse, her hangi bir işe talip olabilir. Onun CV’si (öz geçmişi) de çok mükemmel olabilir. Ancak bu adamdan hizmet mi alınacak, yoksa arkasına müfettişler takarak durmadan takip mi ettirilecektir? Sonra soruşturmalar, idari ve hukuki takibatlar, cezalar. Bu adama her türlü ceza da verilse, devletin kayıplarını karşılanabilir mi?
Halife Ömer(r.a) Şam’a bir vali tayin eder. Vali yaptığı tetkik ve incelemeler sonunda, Şam’ın maliye işlerini bir Yahudi’nin yürütmekte olduğunu görür ve onu değiştirmek ister. Ancak, Şam’ın devlet ricali (ileri gelenleri); “Şam bir ticaret merkezidir ve oturmuş bir ticareti vardır. Eğer sen bu adamı görevden alırsan, Şam’ın ticarî yapısını bozarsın” derler. Şam Valisi, yaptığı istişare sonunda tereddüde düşer ve durumu Hz. Ömer’e (r.a) bir mektup göndererek sorar. Aldığı mektupta, Halife Ömer, şunları bildirmiştir. “Ey Vali. Bu adam ölünce, ne yapacaksan, onu yap” demektedir.
GÖREV İSTENMEZ, VERİLİR
Yukarıda belirtilen prensibe rağmen bazı şahıslar iş, mevki ve makam talebinde bulunurlarsa veya idarî görevi yürüten insanın yakınları, dostları böyle bir talepte bulunurlarsa ne olacaktır? Bu taleplerin karşılanmamasında akrabalık ve dostlu bağları zedelenmez mi?
Bu düşünce bir dereceye kadar doğru olabilir. Ancak siz prensiplerinizi baştan bildirmişseniz, kimse sizi bu hususta rahatsız edemeyecektir.
Bir başka hadis-i şerifte, Ebu Hüreyre (r.a) den; Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur. “Muhakkak ki siz emarete, (emirliğe ve makama) çok hırslısınız. Hâlbuki (fena idareciler için) emaret, kıyamet gününde nedamet (pişmanlık) olacaktır”
Hadis’in açıklamasında; Ebu Musa el Eş’ari (r.a); Ben Resülullah’ın huzuruna girdim. Hemşehrilerimden iki kişi de benimle birlikte girdiler. Bunlardan birisi: Ya Resülalah, beni bir memuriyete tayin et, dedi. Öbürü de bunun gibi memuriyet istemişti. Resulü Ekrem (s.a.v): Biz memuriyeti isteyene ve memuriyete haris (çok istekli) olana vazife vermeyiz, buyurdu” (Sahih-i Buhari–12/2125)