Çocuk. Yeni açmış tomurcuk. Gözleri yıldız, dilleri bal. Milletler için istikbâl. Hayatın süsü, ailenin neşesi, göz ve “gönül aydınlığımız.” Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın eğitimi anne karnında başlar aslında. Babasının kanında, annesinin canında helal bir iklim ister çocuk. Mademki geleceğimizi emanet edeceğiz çocuklarımıza, öyleyse hayata gözlerini açmadan başlamalıyız ilgilenmeye.
Çocuk doğar doğmaz ak kundağa sarılır ve ismi konulur. Tanıdıklarımız arasında huyu suyu bilinen bir kişi isim babası olur çocuğun ve sağ kulağına ezan okur, sol kulağına kamet. İstenir ki, cefa yurdu olan dünyaya gözlerini açar açmaz yaratanın adını duysun, kal ü beladaki sözüne uysun. Allah’tan korkan, kuldan utanan bir insan olsun…
Çocukluğum Sultandağı’nın eteklerinde, Karapınar’da geçti. Hayata “merhaba” dediğim yer. Nereye giderse gitsin insanın unutamadığı ruhunun sılası… Pek çok insan gibi öğrenim hayatıma ben de doğal olarak doğduğum köyde başladım.
İlkokula başladığım günü hatırlıyorum da; rahmetli anacığım erkenden bizi kaldırmış, önce besmele çektikten sonra “Rabbi yessir vela tuassir rabbi temmim bil hayr” duasıyla başımızı gözümüzü sıvazlamış ve elimizden tuttuğu gibi okula götürmüştü. “Allah zihninizi açık etsin yavrum” diye dua ettikten sonra öğretmene, “Hoca bu çocuk benim değil senin, önce Allah’a sonra sana emanet. Eti senin kemiği benim” diyerek bırakıp gitmişti sınıfa. Yıllar sonra annemin bu hareketinin aslında “Âmin Alayları”ndan kalma bir âdet olduğunu anlayacaktım. Eskiden annelerimize “Osmanlı kadın” denilmesi bundan olsa gerek. Söz buraya gelmişken Osmanlı’nın Âmin Alayları’ndan bahsetmek isterim:
OSMALIDA EĞİTİME NASIL BAŞLANIRDI? Osmanlı büyük bir medeniyetin adı. Pek çok kültürel değeri gibi “Âmin Alayları” da hâlâ yolumuzu aydınlatan hazinemiz.
Çocukların mahalle mekteplerinde okula başlaması belirli merasimlerle olurdu. Tarihimizde bunun ilk örnekleri 13. Yüzyıl’a kadar uzanır. Osmanlı devrinde çocuk okula başlayacağı zaman yapılan merasim kısaca şöyleydi; Çocuğu okula başlayacak aile ziyafetler verir, çocuklara şeker, simit gibi yiyecekler dağıtılırdı. Aileler çocuklarının mektebe başlama gününü kandillere denk getirmeye çalışırlardı. Eğer kandile denk gelmezse, çocuklar pazartesi veya perşembe günleri okula başlarlardı.
Pazartesi peygamberimizin doğduğu gündü. Perşembe de cumanın müjdecisiydi. O yüzden hayırlı işlerde Pazartesi ve Perşembe günleri tercih edilirdi. Hâlâ Anadolu insanı bu geleneği yaşatır ve güzel bir işe başlayacaksa Perşembe gününü seçer. Eskiden kız istemeye o gün gidilir (Dünürcülük) düğünler o gün başlardı. Dolayısıyla çocuğun geleceğini şekillendirecek olan eğitim gibi kutsal bir işe de Pazartesi veya Perşembe günü başlanırdı. Modern dünyada pazartesinin hafta başına denk gelmesi de güzel bir tevafuk.
Okula başlayacak çocuğu olan aile, evini baştan aşağı temizler; temizlikten sonra da evin önünde kendisini bekleyen süslenmiş ata bindirilir, böylece tören başlardı. İlahiciler hep bir ağızdan ilahiler okur, onları âmincilerin “Âmin, âmin” sözleri takip ederdi.
Âmin Alayı okulun önüne gelince, okuldaki görevlilerden biri, çocuğu elinden tutarak okula götürürdü. Çocuk, hocasının elini öptükten sonra hocanın karşısında bulunan minderine otururdu. Besmele çeken hoca cüzde alfabenin ilk harfi olan ‘Elif’i göstererek harfin adını yüksek sesle söylerdi. Ardından da, Besmele-i şerif’i takiben ilk dersini verirdi. ( Âmin Alayları’yla ilgili yazılara kaynak teşkil edecek nitelikteki çalışmalarından dolayı Ahmet Ürgüplü, İsmail Kara, Ali Birinci ve Vehbi Tülek’i vefa gereği anmamız gerekiyor.)
Tanzimat fermanıyla birlikte mahalle mekteplerinin ıslahı gündeme geldi ve hayatımızın diğer alanlarındaki değişmelerle birlikte bu güzel merasimimiz de yavaş yavaş unutulmaya başlandı.
Bu satırların yazarı, çocuklarımıza okulu sevdirmek isteyen anne babaların, öğretmenlerin, eğitim uzmanlarının ve yetkililerin “Âmin Alayları”ndan öğrenecekleri çok şey var diye düşünür. Siz ne dersiniz?
Hayrettin DURMUŞ