Müslüman olanların her hangi bir durum karşısında hak ve hukukunun ne olduğunu Allah tayin eder. Buna hak ya da kul hakkı denir. Allah’a inanmayanlar Paris’te, Cenevre’de kadın hakları adı altında kendi dinlerini yazmış, icat etmişler. “İnsan insanın kurdudur” diyenler de kendileri… Kadın hakları esasen kadın tuzaklarıdır ve bunlar kurt kanunundan başka bir şey değildir. Bunlar birer tanım ve tasniftir. Tanım ve tasnif ne üzerinden ise din onun üzerinden oluşur özlü sözümüzü anlamayanlar canı yanınca kâfirlere şöyle diyorlar: “Sizin demokrasiden, insan haklarından anladığınız bu mu?” İşine geldiği gibi anlar, yersen; demokrasi, insan/kadın hakları, batının kavramlarıdır.
1800’den itibaren peyderpey Osmanlının kafası kavramlar üzerinden resetlendi. Kuran, yabancı kavramlara “sefil kelimeler” (Muhammed-40) diyor; atalarımız buna “kefere lisanı” diyor. Sefil kelimeler (yani kadın hakları vs.) üzerinden amel edip, İslam üzerinden sonuç almak isteyenler sefilleri oynuyor. Sefil kelimeler önce lafız olarak sizi yakalar; sonra düşünce, fiil, itikat olarak ‘yerleşir.’ Bu yerleşme ömrün bir çeyreğinde gerçekleşir. Bundan sonrası kadın haklarına iman etmektir. Türkiye sefil kelimeleri altıncı kuşak olarak kullanıyor. İşte bu sebepten dolayı her gelen nesil öncekini aratıyor. Mürtetlik kelimelerde başlar. Allah ısrarla “illa benim kelimelerim” (Kehf-27) diyor. Kuran’a, ayete, inanmak yetmiyor; bu ikisinin temeli olan “teke tek” Allah’ın kelimelerine de iman etmek gerekiyor. Bugün iman etmek, duvarda asılı duran Kuran’dan ibaret değil; günlük kullandığın kavramlardan ibarettir. Kuran üzerinden iman edip, sefil kelimeler (joker kavramlar) üzerinden amel edenler, “illa ki benim kelimelerim” diyen Allah’a savaş açmıştır. Bu müfsit anlayış şöyle vaki oluyor: İslam’a ait olmayan sefil kelimeyi alıp, ona aklınca İslami itikadı yüklediği ‘zannı’ ile kullanıyor. “Zan, en büyük yalandır.” (Hadisi Şerif) Her kavram kesinlikle kendi dinini dikte eder. Her kavramın yazılımı, DNA’sı, MR’ı, biriciktir, sabittir; değişmez, değiştirilemez. Değiştirilebilseydi bugün Kuran diye bir kitap olmazdı. Değiştirileceğini zannedenler ağzından kesinlikle düşman sesi çıkarıyor. Çıkarmıyorum diyenler kültürel/evrensel değerlerini maddeler halinde saysın da görelim! Bir insan ya Allah’ın inzal buyurduğu haklara inanır yahut da Hıristiyan dünyanın uydurduğu kavramlara inanır. Kadın haklarının üzerini çizemeyen; Allah’ın inzal buyurduğu haklardan vazgeçmiştir. Çünkü aynı anda birisi hak, diğeri batıl iki inanç olmaz.
Kadınlara, kadın hakları sakızı cazip geliyor; ATM kartı da varsa kendi kendine yeteceğini zannediyor. Bu zannı; sefil kavramlar üzerine bina edilmiş sömürgeci eğitim modelinden ediniyor. Bu zan onu ‘özgür’ kılıyor. Özgürlük, çağdaşlık, moda, vs. böyle onlarca kavramın; kavramların diktatörlüğü olduğunu, “klişelerin diktatörlüğü” başlığı altında kâfirler bile biliyor; yazıyor. Bu özgürlük zannı onu sınır tanımayan bir davranış alanına götürüyor. Günümüzdeki özgürlük; ferdi diktatörlüğün adıdır. Diktatörlerin düşüşü dikey olur. Flört etmek bir kadın hakkıdır. Flört, aşkın test sürüşüdür. Bu sürüş esnasındaki yol kazalarına “kadın cinayeti” deniyor. Cinayetin cinsiyeti olmaz; ama kadınlara gaz vermek için erkekleri günah tekesi ilan etmek gerekiyor. Makyaj yapmak; yani olduğu gibi görünmemek, göründüğü gibi olmamak da bir kadın hakkıdır. Dünya güzellik yarışmasına girmek de bir kadın hakkıdır. Müstehcen ve albeni’li giyinip erkekleri tahrik etmek bir kadın hakkıdır. Tesettürü anlamayıp; başörtüsü takmak da kadın hakkıdır. (Başörtüsü, sera örtüsüdür; ona geleceğiz.) Medyada, ekranda, podyumda, reklamlarda, konu mankeni olmak kadın hakkıdır. Kendisi olamayan, konu mankeni olur. Mankenliği ‘yeşile boyayanlar’ duysun: Sahnedeki kadını hiçbir elbise örtemez! Kendini görünür kılmak, tedavüle sürmek için sahne almak kadın hakkıdır. Nihayet kadın hakları; eşitlik, cinsiyet eşitliği, cinsiyetsiz tür, erkeğin erkek, kadının kadınla evlilik özgürlüğü ile son bulur. Bunlar Allah’ın menettiği, lanetlediği haklardır. Bu kavramı herkes kullanıyor; itiraz eden yok! Hakikat bu! Bu değilse, hangisi? Bizi bir kâfir beldesinden ayıran yüce kelimelere sahip çıkıp, sefil kelimelerin üzerini çizmektir. Yoksa Türkiye hikâyesi burada bitmiştir.