“Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.”
demiştin...
Demek çağrı bir sonbaharda Ekim ayındaymış.
Toz bulutlarıyla utancından yüzünü gizledi dünya. Gökkubbe sarsıldı damar damar. Kopuzdan bir tel koptu. Türk şiirinin Dede Korkut’u, Ekinözü’nün, Ahîr dağının Beyaz Kartalı, Türk dünyasının aksakal akını, Türk edebiyatının coşkulu şairi Bahaettin Karakoç 17 Ekim 2018 günü kanatlanıp Hakk’a uçtu. Şiire bir ömür veren, şiirimizin gerçek manasıyla asırlık çınarı ayakta öldü. Türk şiirinin soylu bir damarıydı o. Ne söylenir, ne yazılır böylesi zamanlarda bilmiyorum.. Hep söylediği gibi onun bir sahibi vardı her zaman koruyup kollayan. O, yanına çağırdı. Demek Ihlamurlar çiçek açtıştı…
Şiire bir ömür, ömrünü şiire veren, sesini Anadolu’dan bütün dünyaya duyuran Bahaettin Karakoç’u bir yazının sınırları içinde anlatmak çok zor. Zaten o kalıplara sığmaz, dar sınırlar içinde hapsolmak istemezdi. Onun şiirlerini, şiirlerindeki imgeleri, metaforları, kitaplarını, dost sohbetini, dilinin zenginliğini, bitmek bilmeyen heyecanını, yaşadıklarını nasıl sığdırabiliriz ki bir yazının içine.
Çocuk yaşta kendisini tanımadan okudum şiirlerini ancak çeyrek asırdır yüz yüze çok görüşmemiz oldu. Ne zaman yolu Adana’ya uğrasa eşi Hatice ablayla birlikte mutlaka misafirimiz olurdu. Bundan sonra da misafirlerimiz olacak ama Bahaettin ağabey gelmeyecek artık. Sadece çocukları, torunları değil hepimiz yetim kaldık bugün. En önemlisi de Türk Milleti yetim kaldı. Onun onurlu, dimdik duruşu, hiçbir zaman yalpalamayan, ayağı tökezlemeyen, sözünü kimseden sakınmayan mü’min tavrı, yağcılığa, yalakalığa asla pirim vermeyen duruşu, mertliği, dürüstlüğü, arınmışlığı ve dostluğu unutulmayacaktır.
Salavan dağına çıkıp “Ey yüce Allah’ım! Senin rızan için şiir yazacağım. Beni mahcup etme” diye dua ettiğinde daha on iki yaşındandır. İlk şiiri Behçet Kemal Çağlar’ın yayınladığı Yurt gazetesinde yayınlanmış çocuk yaşta. Bir yurt güzellemesi. Hatta Afyonkarahisarlı şair Osman Attila’nın Memleket Şiirleri antolojisinde yer almış o zamanlar. Babası Ümmet Karakoç’un dergiyi eve at sırtında nasıl sevinçle getirdiğini anlatırken gözleri dolardı. Kendi ifadesiyle ilk şiirini 1942 de yazdığı düşünülürse tam 76 yıl aktı şiirleri çağlayan bir ırmak gibi. Bizimle konuşurken bile kıpır kıpırdı dudakları. Bir sesin, bir şiirin peşindeydi hep.
O bir Dolunay sevdalısıydı. Dergisinin adı bile Dolunay’dı. Kahramanmaraş’la özdeşleşen Dolunay şiir şöleni başta olmak üzere, Osmaniye Güneysu, Adıyaman Gölbaşı, İznik Göl Akşamları, Çınar dergisinin Ankara, Tokat, Bursa, Isparta şiir şölenleri, Afyon Bolvadin Kaymak festivali- Heybeli Şiir Akşamları gibi onlarca kültürel etkinlikte birlikte olduk. Isparta’da yaşça kendisinden küçük olan pek çok şair cesaret edememişti ama o Davraz dağının tepesine çıkmıştı bir kartal gibi. Dağlara olan sevgisi bambaşkaydı. Bir dağın tepesine çıkıp içinden akan sesi dinlemeyi çok severdi. Dağlarla konuşurdu desek yeridir.
Mevsimler ve Ötesi dediğinde yıl 1962’dir. Bu onun ilk şiir kitabıdır. Seyran, Sevgi Turnaları, Ay Şafağı Çok Çiçek, Kar sesi, Zaman Bir Beyaz Türküdür, İlkyazda, Bir Çift Beyaz Kartal, Menzil, Uzaklara Türkü, Güneşe Uçmak İstiyorum, Güneşten Öte, Beyaz Dilekçe, Leyl ü Nehar Aşk, Aşk Mektupları, Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman-Ay ışığında seranatlar- Sürgün vezirin Aşk neşideleri, Ben Senin Yusuf’un Olmuşum ve Gündemde Yine Aşk var gün ışığına çıkan, yayınlanan şiir kitapları…
Ne zaman Dolunay Şiir Şöleni için Bahaettin ağabeyden davet alsak sevinçle gider sevinçle dönerdik. Yine bizi başına topladı. Yine Kahramanmaraş’a gidiyoruz ama yol bitmek bilmiyor. Gittiğimiz gibi içimiz buruk döndük Maraş’tan. Ne çok Fatiha kanatlandı sana Bahaettin ağabey. Mezarının başında kemiklerinden “Aşığım” diye yükselen sesi duyar gibi oldum. Yüceler Yücesi Rabbimiz gani gani rahmet eylesin.
Hayrettin DURMUŞ