Atlara olan merakım birden bire başlamış değil. İçimde her zaman bir ata binmek özlemi vardı. Bu hevesim de sanıyorum anneannemin gençliğine ata binip meydan okumasının devamlı dinlediğim maceralarının hikâyesine bağlı. Anneannem ki; Seydiler’deki Hasan Basri Hazretlerinin soyundan gelen Hacı Süleyman’ın kızı.  Atları, arabaları olan bir ailede yetiştiği için delikanlılara taş çıkartırcasına ata biner, bir sıçrayışta kendini atın üzerinde bulurmuş.  Binek taşı olmaksızın, eyersiz atın üzerinde, atını şahlandırarak bahçelerinden tarlalarına, rüzgâr gibi ırgatlarına yemek götürürmüş. Bazen ata binmek için acele eder,  atlamasıyla atın diğer tarafına düşermiş. Çevik hareketle ordan kalkar yine atın üstünden atlayarak bu tarafa geçer, atın solundan binermiş. Bu güzel anılar Afyonkarahisar’ın işgal ve savaş günlerinde yerini acılara bırakıyor. Babası Hacı Süleyman’ın eşkıyalar tarafından şehit edilip soyulduktan sonra, neleri kaldıysa atları dâhil varını yoğunu ortaya koyup zafere ulaşmak için mücadele eden Afyonkarahisarlı ailelerden biridir.

At hikâyelerini duymaya devam ediyorum. Bu kez Niğde Bademdere’ye gidiyorum.  Kayınbabamın anlattığı sohbetlerinde; yeni askerden gelişini, ‘’ Tığ gibi delikanlıydım’’ diyerek,  atın üzerinde duruşunu, bahçelere gidişini anlatıyor. Muhtemelen bu gidiş gelişlerinde o sevdiği türküyü mırıldanıyordu. ‘’Şen olasın Ürgüp, dumanın gitmez/ Kıratın acemi konağı tutmaz/ Oğlunda çok küçük yerini tutmaz/ Cemal’im Cemal’im algın Cemal’im / Al kanlar içinde kaldın Cemal’im…’’ Yine bir gün bahçelerden gelirken Halil Ağa görüyor atın üstünde delikanlıyı, delikanlı saygıyla atından inip ‘’Yorulma’’ diyerek Halil Ağaya verince atını, Halil Ağanın pek hoşuna gidiyor. Daha sonrasında kızını veriyor, bu hürmetli saygılı delikanlıya.  Atla gelen mutluluğunu hiç unutmuyor, ata bir vefa borcu olduğunu dile getiriyordu.

Durup dururken bu at konusu da nerden çıktı diyeceksiniz. Elimde ‘’Niğde At Kültürü’’ kitabı var ve ilgiyle okudum. Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın Alper Lütfi Göncü  (Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne atanmadan önce) yazmış, harika bir kitap. Baştan sona tanıdık geliyor her cümlesi, bilgi ve kültür dolu her satırı. Hele ilk görev yaptığım Çamardı İlçesinin adı geçtikçe heyecanım artıyor. ‘’Çamardı Kulası ‘’ diye bir at cinsinin olduğunu buradan öğreniyorum. Nesli tükenmekte olsa da Güzel Atlar Ülkesinin (Kapadokya)  Niğde’de ki at izlerini sürmekten büyük keyif alıyorum. Bu izler aynı zamanda Anadolu’nun derin at izleri…

Kitabın girişi; ‘’Çağlar boyunca medeniyetlerin yükünü taşıyan at, günlük hayattan ordu hizmetine, sanattan edebiyata kadar asaleti ile yardımları ile insanların yanında yer kendine ayrıcalıkla yer bulmuş özel bir hayvandır.  Atlı göçebe kültürünün temsilcisi olan Türkler, hayatının her safhasında beraber oldukları ata büyük sevgi ile bağlanmış, adına destanlar, türküler, methiyeler yazmıştır. Türk kültüründe sadece binek ve yük hayvanı değil vefalı bir dost, kutsal bir varlık, özgürlük ve kahramanlık sembolü olarak görmüştür. Atı kardeş bilip kader birliği yapan atalarımızın Orta Asya’dan Anadolu’ya girişlerinde kazanılan zaferin en büyük tanığıdır atlar. Kaşgarlı Mahmut’un dediği gibi ‘’At Türk’ün kanadıdır.’’  diye başlıyor. Kitap çok iyi araştırılmış, değerli fotoğraflarla pekiştirilmiş, Niğde ve çevresinde ki at sahiplerinin anıları ile yoğrulmuş, kadın at binicilerinden ilk at arabası kullanan kadın sürücüsüne kadar en ince ayrıntıları ile ele alınmış bir kültür hizmeti.

At yaklaşık 55 milyon yıl önce ortaya çıkmış birçok evrimsel değişiklik göstererek insanlığa hizmet etmiş. İngiliz yarış atlarının atası ‘’Türk Atı’’ kitabında Jeremy James söyle diyor; ‘’Oğuzlar, Selçuklular, Türkmenler ve Kıpçaklar, hayvanlarını yeni topraklara sürüyor, otlaklara, yüksek yaylalara yerleşiyorlar. Yağlı kalın kuyruklu koyunları, develeri, sığırları, keçileri, eşekleri ve en çok da atları ile batının yeşilliklerine ulaşıyorlar. Selçuklular dini merkezleri olarak Konya şehrini kuruyorlar. Konya’da dört bir tarafa açılan yollara serin kervansaraylar inşa ediyorlar, akasya ağaçlarının altına çeşmeler yapıyorlar. Görkemli camiler ve medreselerle külliyeler oluşturuyor, kitaplar yazıyor, bilge kişiler yetiştiriyorlar. Okçu Sipahi olduklarını unutmuyorlar. Konya gelişiyor güçleniyor zenginleşiyor. Cengiz Han gözlerini bu topraklara dikiyor. Cengiz Han dünya haritasını değiştirecek olan daha çok okçu ve daha çok atlıyla yaklaşıyor. Atkuyruğundan, altı püsküllü sorguçları ve sancaklarıyla ele geçirdikleri tüm topraklarda Cengiz Han’ın atlıları, okçuları insanların kalplerine damgasını vuruyor’’

Atı da kadın gibi, silah gibi namus bilen bir millet olarak Türkler, atlara büyük sevgiyle bağlanmışlar, Oğuz boyları Asya’dan Anadolu’ya at sırtında gelmiş ve kültürlerine de beraberinde getirmişlerdir. Eski Türkler at üstünde inmeden 3-4 gün gidebilirlerdi. Bunların hayatı at üstünde geçer hatta at üstünde uyurlardı. Atları da çok dayanıklı idi. Bir zamanların meşhur Anadolu yerli atları günümüzde ufalıp kavruklaşmıştır. Ancak açlığa susuzluğa dayanıklı yüke alışkın bir tiptir.

Türklerde düğün ve sünnet törenlerinde vazgeçilmez unsurlardan biridir at. Eski gelenek ve göreneklerimizin çoğu günümüzde unutulmuş olsa da bazı yörelerde görmek hâlâ mümkün.  Pek çok ülkenin milli atları ve ciddi atçılık gelenekleri var. Kabinesinde At bakanlığı bulunan Türkmenistan her yıl At Bayramı kutluyor, dünyaca meşhur Akhal Teke atlarını özel kanunla koruyarak ülke dışına at çıkartmaya teşebbüs edenleri ciddi bir şekilde cezalandırıyorlar.

 Türk kültüründe ‘’At’’ hikâyelerinin, şiirlerinin, masallarının, atasözü ve deyimleri ile türkülerinin zengin bir yeri vardır. ‘’Yiğit yiğidin yoldaşı, at yiğidin öz kardaşı! ‘’, ‘’ Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur’’,  ‘’ At işler er öğünür’’, ‘’Ata eyer gerek, eyere er gerek’’,  ‘’El atına binen tez iner’’, ‘’ Atın iyisi rahvan, yiğidin iyisi pehlivan olur’’,  ‘’  Alma alı, satma kırı, yağızın da bin de biri, ille doru, ille doru… ‘’  Atın kıl örtüsünün gösterdiği renge ‘’Don’’ denmekte. Kadim at hikâyelerinde türkü ve bozlaklarında atın donu üzerinde durulmuş özellikle kır at ön plana çıkmıştır. Türkler eski zamanlardan beri kır atları makbul saymışlar. Beylik atları kır atları arasından seçilmiş. Köroğlu’nun kır atı ise en bilinendir. ‘’Ata bakma dona bak, içinde ki cana bak. ‘’ diyerek at seçimini iyi yapmayı öneren sözler edebiyatta yerini almıştır.  Şeyh Edebali,  Osman Bey’e nasihatinin sonunda diyor ki; ‘’ Haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler’’  

Atın özelliklerini Dadaloğlu şiirinde şöyle anlatmış;

Şu yalan dünyaya geldim geleli/ Severim kıratı bir de güzeli/ Değip on beşime kendim bildim bileli/ Severim kıratı bir de güzeli… Atın beli ince boynu uzunu/ Kuru suratlı elma gözünü/ Kızın iplik iplik süt beyazını/ Severim kıratı bir de güzeli… Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü/ Kalem kulaklısı çekiç başlısı/Güzelin dal boylu samur saçlısı,/ Severim kıratı bir de güzeli… At koşu tutmalı çıktığı zaman/ Yalı kavak gibi yıktığı zaman/ At on dört kız on beşe yettiği zaman/ Severim kıratı bir de güzeli… Dadaloğlu hile yoktur işimde/ Yiğit olan yiğit görür düşünde/ At on dördünde kız on beş yaşında / Severim kıratı bir de güzeli.

Türkler dünyaya at gibi mucizevi bir hayvanı armağan etmişlerdir. Türkler atlarını kendi karakterlerine göre; çevik, süratli, dayanıklı, cana yakın, gururlu, zeki,  cesur, güvenilir, sahibine büyük sevgi ile bağlı, sahibinin kader arkadaşı, cefakâr, fedakâr, sahibinin gerçek dostu ve adeta ailesinin bir ferdi gibi yetiştirmiştir. Eskiden at; medeniyetin, insan yaşam tarzının her şeyi iken makineleşme ile atın önemi azalmış hatta kaybolmaya yüz tutmuştur.

Tarihten gelen destanlarına Kurtuluş Mücadelesini de ekleyen Türkler, İstiklal Savasının kazanılmasında çok önemli rol oynayan süvarilerimiz, gerektiğinde at dışkısı içindeki arpaları ayıklayarak yemiş ama atlarını beslemekten kaçınmamışlardır. Kurtuluş Savaşı, Türk Milletinin tam zaferle sonuçlandırdığı son süvari savaşı olup, Dünya Savaşından yorgun ve yenik çıkmış olan halkın top yekûn karşı gelmesi, varını yoğunu ortaya koyması sonucunda kazanılmıştır. Burada atların önemini unutmamak gerekir.

Artık şehirler palancıların yerini şehir plancıları aldı. Düne kadar atlarla yaşayan, at arabaları, faytonlarla günlük hayatını sürdüren Anadolu halkı, yavaş yavaş atların sahneden çekilmesiyle koşumculuk, nalbantlık, semercilik, yaylı araba yapımı gibi mesleklerini de kaybetti.  At nalı, at kafası iskeleti uğur getiriyor diye kapılara, duvarlara asılırken, eski koşumlar, at arabası tekerleği, eski at arabaları,  süs eşyası olarak bahçelerde, müzelerde sergileniyor.

  Yılkı atları dağlarda yaylalarda başıboş dolaşırken, bugün at meraklılarının kurdukları atlı spor kulüplerinde hayata tutunmaya çalışıyor atlar. Geçenlerde Afyonkarahisar Frig Vadisinde ‘’Döğer Boyu Atlı Spor Kulüp üyelerinin atları ile birlikte kar üzerinde yaptıkları gösteriyi sosyal medyada ilgi ile izledim.  Görkemli atları gördükçe; ‘’ Hiç değilse atların kaybolup gitmemesi için ne edip etmeli bu atlı spor kulüpleri yaşatılmalı. Yaşamalı…’’ demekten kendimi alamıyorum…

(Kaynak: Niğde At Kültürü- Alper Lütfi Göncü Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü) Teşekkürlerimle…