Gazlıgöl; Afyonkarahisar’ın şifa dağıtan kaplıcalarından birisidir. Şifalı sıcak suyu, tarihi hamamı efsanesi ile birlikte Kral Midas’ın armağanı. Gazlıgöl Kaplıcalarında banyo yapılması halinde her çeşit romatizma, bağırsak spazmlarının tedavisi, kireçlenme, kemik rahatsızlığı, hemoroit (basur, mayasır), idrar yolları iltihabı ve kadın hastalıkları için etkili. Doktorlar tarafından termal tedaviye yönlendirilen hastaların şikâyetlerinde %80, 85 oranında iyileşme görüldüğü belirtilmiş. Çeşitli tıp fakülteleri tarafından yapılan araştırmalarda 514 hastalık üzerinde şifalı etkisi olduğu tespit edilmiş. Bunun için sağlık turizminde önemli yeri vardır.
Gazlıgöl ’ün Pazar yerini dolaşıyorum. Güzel bir pazarı var, kış mevsimi olmasına rağmen tezgâhlarında turuncudan kırmızıya, yeşilden sarıya renk renk sebze ve meyveler yer alıyor. Yeni yılın ilk günleri… Salgına rağmen Gazlıgöl aşırı kalabalık, termal villalar dolu. Ancak erken saatlerde olduğundan mıdır nedir? Pazar yeri tenha ve mesafeli alışveriş yapanlar geziniyor. Ankara’ya gideceğiz, giderken mutlaka alışverişimizi yapar, memleketime ait ürünleri almadan gitmeyiz. Gelmişken yoğurt ve peynir almak için yoğurt ve peynirlerin satıldığı kapalı özel satış yerine uğruyoruz. Girmeden kapısının önüne sıralanmış kazları görüyorum. Kimi kesilmiş temizlenmiş, kimi canlı alıcı bekliyor. Civar köylerden gelen satıcılar bizi kaz almaya davet ediyor.
Kazlar beni geçmişe sürüklüyor, kaplıcaya yatıya geldiğimiz günlere... Henüz oteller, termal villalar yok. Tarihi hamamın yanındaki tepelerde birer odalı evler, yol üstünde de küçük balkonlu sıralı odalar. Sonradan belediyenin yaptığı birkaç katlı bina ve hamam yer aldı. Banyodan arta kalan zamanlarda etrafı geziyoruz, öyle yeşillik ağaçlık bir yer değil. Demiryolunun hemzemin geçidini atlayıp kıraç topraklara doğru yürüdüğümüzde, kendiliğinden yerden sızan, muhtemelen sıcak su birikintilerinin oluşturduğu çamur ve yosunla karışık öbekleri görüyoruz. Bu birikintilerin etrafında kümelenmiş iğne uçlu sazlıkları koparıp külah şeklinde şapka örenler, küçük sepet yapanlar kendilerini oyalayacak bir şeyler bulurlardı. Yürüyüşler kimi zaman Kızılay Maden suyunun şişelendiği fabrikaya kadar uzardı. Şişelerin dolduruluşu, kapaklanışı sistematik bir şekilde yürüyen bantlar üzerinde ilerleyişi biraz merak biraz şaşkınlık içinde izlenirdi. Daha yakınları gezeceksek Gazlıgöl Tren İstasyonuna gidilir, soğuk maden suyu akan çeşmesinden su doldurulurdu. Sıcak içilen suyu da hamamdan doldurulurdu, o da maden suyu idi.
İşte bütün bunların arasında buraların sahibi biziz dercesine kazlar dolaşırdı. Uzun boyunlarını uzata uzata efelenerek dayı dayı yürürlerdi. Suda yüzen, bazen uçan, çoğu beyaz kanatlı bu kazların ne zaman ne yapacağı hiç belli olmazdı. Kanatlarını açarak, kendine has çiğ sesiyle bağıra bağıra düşerlerdi peşimize. Korkup çil yavrusu gibi kaçtığımızı hatırlarım. Kazları Frig vadisine giderken; yol üstündeki köylerde sürüler halinde gezerlerken arabamızın önüne çıkıp meydan okuduklarını çok gördüm.
Daha sonra Kars’ta karşıma çıktı kazlar. Yaklaşık 36 saatlik Turistik Doğu Ekspresi ile ta ‘’Kars’a kaz eti yemeye mi gittiniz?’’ diye sormayın. Çok güzel yerleri gezip, sanki sadece Kars’ta yenir algısı bırakan bir turizm heveslendirmesi ile karşı karşıyayız. Özellikle turistlere, yörenin en meşhur yemeği olarak kaz eti beğenilerine sunuluyor. Sırf kaz eti pişirip satan kadın girişimciler bu yoldan ekonomik gelir elde etmişler. Kurutulup, haşlanan kaz etleri, daha sonra kendi yağıyla kızartılıyor, bulgur pilavı eşliğinde porsiyonlar halinde oldukça yüksek bir rakama servis ediliyor. Kazlar, tavukla kıyaslanamayacak derecede kaliteli, ömürlü, lezzetli eti, tüyü ve ciğeri ile kazançlı…
Kapalı alanlarda yaşamlarını sürdüremeyen kazlar açık alanlarda yayılarak beslendiklerinden diğer kümes hayvanlarına göre daha sağlıklı ve besleyicidirler. Aynı zamanda etinin afrodizyak olduğu söylenen bir canlıdır. Mayıs’ta doğup, Kasım’da ilk karla kesiliyor.
Bir yerin coğrafyasında ne yetişiyorsa sofrasında da o vardır. Kazlar da bizim coğrafyamızda var. Zaten zengin ve Unesco tescilli olan Afyonkarahisar mutfağına; köy(mahalle) fırınında kendi yağı ile pişmiş kazlar, şepit üstü bulgur (haşhaşlı ya da mercimekli ) pilavı ile servis edilirse yakışacağına inanıyorum.
Ben, Gazlıgöl ’de ki pazarda kazlarla uğraşırken; Valimiz ve ekibi, Frig Vadisi, Ayazini taraflarının tozunu attırıyordu o kış ve salgın günlerinde, peşinde de Afyonkarahisarlı yerel gazetecilerle…
Memleketimin turizmini artırmak için çabalayan çalışkan Valimiz ve ekibi; Frig Vadisi’ni turizme kazandırmak için durmadan dağ, tepe geziyorlar, harıl harıl çalışıyorlar. Fırtına gibi esen bir vali, gelir gelmez 7 ay gibi kısa sürede; kayaları canlandırıyor, tarihi konuşturmaya başlıyor, Kral Midas’ı uyandırıyordu 3000 yıllık uykusundan. Tabi biz de hayran oluyorduk girişimlere, çalışmalara. Şimdiden turistler gelmeye başladı bile. Kışın (hele bir de karla kaplandığında) başka güzel, yazın başka güzel… Tarihi ve doğa ile dört mevsim baş başa huzur bulunabilecek gizemine hayran kalınacak yerler turistler tarafından keşfedilmeyi bekliyor. Yörenin belediyeleri ile birlikte yeni bir görünüm kazandırıyor. Köylü kadınlarla birlikte hem turizme hem ekonomiye katkı sağlamak için uğraşıyorlar. Temizliği, sadeliği, misafirperverliği ile hoşgörü, güvenle gezilecek yerler olarak hayal ediyorum her şeye rağmen… Adının geçtiği her yer çiçekler açsın, huzur dolsun…
Seviniyorum memleketimde güzel şeyler oluyor diye. Yola çıkıyoruz, yönümüz Ankara. Dilime dolanan bir türkü, nerden takıldıysa kendi kendime mırıldanıyorum.
Ördeğime kaz diyorlar,/ Şu feleğe yaz diyorlar,
Kime derdimi söylesem/ Bu dert sana az diyorlar.
Gurbet gurbet gez diyorlar…