Eğer dünyaya, paraya, makama bağlanırsanız, biriktirme ve sahip olma çabanız hiç tükenmez. Zira daha fazlası ve yükseği daima birilerinde olacaktır. Bunlarla meşgulken de gerçek mutluluğun-huzurun ne olduğunu hiç bir zaman anlayamazsınız. Bu yüzden içiniz sürekli buruktur. Elde eder ancak kaybederseniz de kendinizi kötü hissedersiniz. Elinizden çıkmıştır çünkü… Üstelik sizin isteğiniz dışında… Ayrıca da etrafınızı gözetmeden biriktirdiğiniz bu sermayeyi bir gün kıymetini bilmeyenlere bırakarak göçüp gidersiniz. Ya da makamın hakkını vermez milletin ensesinde boza pişirirseniz o şehirde bile yaşayamazsınız. İnsanlar yüzünüze bakmaz çünkü… Siz de onlara bakamazsınız… Kimsecikler de dua etmez arkanızdan...

 

Bunun yerine; dünyayı, parayı ya da makamı (doğrudan ya da dolaylı) elde etme çabanız olmazsa; evet gerçekten de bunlara sahip olamazsınız. Bu yüzden daha az paranız olur, size daha az insan itibar eder, daha sade bir hayatınız olur, kimi (görünür) mahrumiyetler yaşarsınız ama; etrafı gözettiğiniz ve sahip olduklarınızı paylaştığınız için Allah (hadisi şerifin bir gereği olarak) sizi kaza-beladan korur, hayatınıza bereket katar... Geride bıraktıklarınız da sizi hayırla yad eder. "Bir şey istersen insandan isteme! Zira; verirse minnettir, vermezse zillet... Allah'tan iste ki; verirse nimettir, vermezse hikmet..." demiş Şemsi Tebrizi... Ne kadar güzel özetlemiş… Şiir gibi, ‘darasını almış…’

 

Eğer bir yerde menfaatle bağlantılı bir durum varsa, oradaki 'kardeşlik' Allah'ı bu menfaate alet etmekten farksızdır. Zira kurumda kardeşlik olmaz-olmamalı... El-etek de öptürülmez-öpülmez… ‘Kardeşliği’ işin içine katarsanız; işinize Allah’ı alet etmiş olursunuz zira… Bugün yaygınlıkla yapıldığı gibi… İşinize-menfaatinize Allah’ı alet etmenin onun ‘seri’ul-hisab’ını, yani gazabını celbedebileceğini düşünebilseniz, aklınızdan geçerken bile ürperirsiniz, uykunuz kaçar. Ama merak etmeyin böyle de yapsanız hemen ölmezsiniz. Allah size tevbe için uzun bir hayat da verebilir. Acele etmez çünkü… Aceleci olan Allah değil, insandır zira…

 

Hak söz de; para ya da makam veya rant ya da ünvan beklentisi ile ertelenemez... Ama bir menfaat beklentiniz varsa ya da bir şeylere talipseniz sessiz kalmayı tercih edersiniz; bu küçük bir menfaat karşılığında İblis’in kardeşi olmayı göze alarak…

 

Bu tesbitler karşısında şöyle düşünmek de öylesine cahilce ki; 'ya bu parayı biriktirmemiş olsaydım ne olacaktı şimdi... İşte ihtiyacım oldu ve kullanıyorum.' Öncelikle bilmelisiniz ki; para sizi hiç bir şekilde kurtaramaz. Sinsice gelen bir hastalık dünyayı da verseniz alır götürür sizi... İkinci olarak mü'minler gayba inanırlar. Firavun Musa’nın (AS) tebliğine gördüğünde inandı ama kurtulamadı… Sekerat hali de böyledir. Gözünüzden perde kalktığında kapılar kapanır size... Mal varlığınızdaki tasarruflarınız da kalkar. Efendimiz demişse ki; (mealen) 'sadaka vererek başınıza gelecek kaza ve belaları ortadan kaldırın, hastalıkları tedavi edin...' sana gereğini yapmak düşer.

 

Sen kendini Allah'a teslim ettin ama güvenmiyor musun ona... Ya da diyelim ki; sizi yanına aldı, yani korktuğunuz şey başınıza geldi ve hasta olup öldünüz... Bu o kadar korkunç bir şey mi... Yanına alan kim, bir düşünsene... İçinizdeki para-mal sevgisi, makam beklentisi ne kadar aldatıyor sizi... Ayrıca da hastalığı tedavi eden ne doktordur ne ilaç ne de para... Para biriktirerek, dünyaya talip olarak makam elde etme çabasıyla hiç bir zaman anlayamazsınız bunu...

 

En ahmakçası da bütün bunları; peygamberinin tacir olduğu bir dini, en ileri gelen sahabelerden Ebu Bekir ve Osman Efendilerimizin aynı zamanda en zengin ama ellerindekini paylaştıklarından dolayı bu yakınlığı elde ettiklerini görememenizdir. Bir de "biriktiren-talip olan" vardı değil mi onların arasında; Salebe... İsterseniz ikisi arasındaki ilişkiyi bir araştırın… Makama talip olan da Muaviye ve Yezid... Bunlarla da isterseniz Hz. Ali ve Hüseyin Efendilerimizi karşılaştırın...

 

Paylaşmanın gücü nedir bilir misiniz... Öyle etrafınızda fırıl fırıl dolaşmaz insanlar... Siz de istemezsiniz bunu zaten... Görünür olma çabanız yoktur zira… İstanbul'u siz fethetseniz bile insanlar bilsin istemezsiniz... Düz mantıkla, beş duyu ile, sadece zahire bakarak da bunu anlayamazsınız...

 

Renkli hayat sürekli yanılttı insanları... Yaşınız da tam ölecek, dolayısıyla her birinden hesap verecek yaşta... Zira aldığınız nefesi verme, verdiğiniz nefesi alma gücünüz yok... Bırakın artık şu Allah'ı (elbette kendinizi) kandırma seanslarını...