Düşünüyorum da eskiden yaşı kırkın üzerinde olanlar bana hep yaşlı görünürdü. Artık ben mi öyle görürdüm yoksa öyle mi görünürlerdi bilemiyorum? Kadınlar gelin, damat, torun sahibi olur, nine diye başköşede gelinlerinden hizmet görürlerdi. Erkekler de dede unvanını alır, bunun gerektiği gibi davranırlardı. Bu davranışlarının dışına çıkanlar ‘’Kırkından sonra saz çalmak’’ deyimi ile karşı karşıya kalırlardı.

Hiç unutmuyorum: bir bayramda, büyük bir yakınımızı ziyarete gittiğimizde evlerinde başka misafirleri de vardı, kalabalıktık.  Bayramlarını kutladık, hoş beşten sonra eşimin telefonu çaldı. Çalıştığı iş yerinden bir arkadaşının babası vefat etmiş onu bildiriyordu arayan arkadaşı. Kısa bir sessizlikten sonra herkes Allah’tan rahmet diledi. Ve sordular, ‘’Yaşlı mıydı?’’ eşimde ‘’Yaşlıydı!  Altmış, altmış beş vardı’’ deyince neredeyse hepsi fırladı yerinden ‘’Altmış, altmış beş yaşlı mı?’’ diye itiraz ettiler.  Orada bulunan misafirlerin ve ev sahibinin yaşları altmış beşin üzerindeymiş ve yaşlılığı kabul etmemişlerdi. Gerçekten de yaşlılık yakışmıyordu hiç birine…

Dünya Sağlık Örgütünün yaş dilimine göre genç sayılıyor. Öyle ki; kırklı yaşlarda artık dede, nine değil anne, baba oluyorlar. Bunda tıp alanındaki ilerlemeler, insanların sağlık konusunda bilinçli, duyarlı davranmaları ömürleri uzatmış görünüyor. Yaşlılık kaçınılmaz bir sonuç. Kimin ne kadar ömrü var bilemeyiz? Unutmamalı ki her genç birer yaşlı adayıdır. Ama yaşıyorsak iyi bir yaşlılık geçirmek için uzmanların önerileri var.

‘’Özellikle kırklı yaşları geçtiyseniz yaşlılık döneminde en çok ihtiyaç duyacağınız iki şey hatıra ve umuttur. Erdemin hoş görüyle, güvenin dostluk ve bilgelikle iç içe olduğu güzel bir yaşlılığın anahtarı beyninizi de tıpkı kaslarınız gibi çalıştırmak, ona da duygusal antrenmanlar yaptırmak, yani okutmak, öğretmek, düşünmeye, sevmeye, gülmeye, eğlenmeye yöneltmek, geleceğe yönelik iyi umutlar besleyip geçmişle ilgili güzel hatıralar biriktirmek olsun.

İyi yaşlanmanın önemli kurallarından biri de sizi üzüp bunaltan, yıpratıp yük olan kötümserlik, gerginlik, umutsuzluk yükleyen faydasız ilişkilerden kurtulmak, yapıcı ve keyifli ilişkiler kurmaktır.

Huzur yeni bin yılın en mühim eksiği. Huzur bu âlemin en etkin, en güçlü, bulunması en zor ilacı, serveti, güzel yaşlanmanın anahtarı veya şifresidir.  Eğer “yaşlanma yolculuğunuzu sürdürürken” bedeniniz kadar ruhunuza da iyi bakar, yaşlanmanın zenginleşme değil, hafifleme, büyüme değil basitleşme olduğunu anlarsanız huzuru daha kolay yakalarsınız. Huzurun inanç ve maneviyatla kardeş olduğunu da lütfen unutmayınız.’’ Diyorlar.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN YENİ YAŞ DİLİMLERİ

0-17 yaş arası: ERGEN

18-65 yaş arası: GENÇ

66-79 yaş arası: ORTA YAŞ

80-99 yaş arası: YAŞLI sayılıyor artık.

Aslında yaşlı; yaşı ilerlemiş, ihtiyarlamış kişilere denilse de, deneyimli ya da tecrübeli kişi anlamında da kullanılır. Acaba toplumumuzda yaşlılara ne derece önem veriyoruz? Onların deneyimlerinden yeterince yararlanabiliyor muyuz? Yaşlı insanların toplumumuzda verilen değer nedir?

Çağlara ve toplumlara göre yaşlılık tanımı değişmiştir. Bazen, yaşlılar sakatlarla eşdeğer sayılmış, toplum tarafından istenmeyen, acınmaya muhtaç kişiler olarak algılanmış, böylece yaşlıların birikim ve deneyimleri göz ardı edilmiştir.

Eski Roma toplumunda ailenin reisi olan erkek babadır, mal ve mülkün tek sahibi olarak kabul edilmiştir. Köleleri de aile reisinin soyadını almış, nüfuzunu genişletmiştir. Baba yaşadıkça erkek çocuk hiçbir söz hakkına sahip olamamış ancak babasının ölümünden sonra Roma vatandaşı sayılabilmiştir.  Bu tür baskıcı ve zoraki bir itaatin var olduğu aile ortamında ise yaşlı insana saygı sadece göstermelik bir davranıştan öteye geçememişti.

 

Bazı ilkel toplumlarda ise zor şartlar nedeniyle yaşlı insanın aile içinde tüketen ve bakımı oldukça zorlaşan bir birey olarak görülmesi, onun ölüme itilmesine neden olmuştur.

 

Sibirya'da yaşayan bazı kabilelerde bir yük haline gelen yaşlı insanın aile meclisi tarafından ölümüne karar verilmesi ilginçtir. Aile meclisi yaşlı kişinin nerede, nasıl ve ne şekilde öldürüleceğinin kararını alır, eğer aile yaşlıyı öldürmek istemezse onu kendi başına uzak ve ıssız bir yere bırakarak ölüme terk ederdi.

 

Hemen aklıma bir Letonya hikâyesi geldi.

 

‘’Çok eski zamanlardan birinde kötü bir âdet varmış. Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış. Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış. 



İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış.



İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş. Kış mevsimiymiş. İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş. Babasına dönüp almalarını söylemiş. Babası umursamayınca da :



Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım” demiş.



Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak. Dönüp babasının ellerini çözmüş. Alıp eve geri getirmiş. Samanlıkta saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış.



Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış. Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş. İhtiyar oğluna şöyle demiş:



Hastaları iyilerden ayır. Onlara şu, şu otlardan ilaç hazırla. Sağlıklılara da şöyle şöyle yap.



Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış. Gerçekten de onun hayvanları arasında ölüm azalmış. Çoğu kurtulmuş.



Bayram geldiğinde her sene olduğu gibi, o sene de köy halkı kurbanlar kesmeye başlamış. İhtiyar oğluna şu öğüdü vermiş:



Köyde hayvan çok azaldı. Senin de fazla hayvanın yok. Bu sene kurban kesme.



Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı çekmeye başlamış. Ama ihtiyarın öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış.



İlkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış. Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış. Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsulünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış. İhtiyar bu konuda da oğluna öğüt vermiş: 



Yavrum, ahırın çatısı samanla doldurulmuştur. Onları çıkar, yeniden döv. Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin.



Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış. Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş. Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış. Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş. Evi gözlemeye başlamışlar. Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış.



Köylüler genci krala şikâyet etmiş.



Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış. Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış.



Bundan böyle çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacaklar. Onların gönlünü hoş tutacaklar. Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler vardır ‘’


 

Geçen yüzyıla kadar bizim toplumuzda geniş aile olarak, evlenen erkek çocuklar aile içinde baba ocağında kalırlar ve evin reisi babadır. Baba veya büyükbabanın yanında, anne veya büyükannenin de öncelikli rolü söz konusuydu. Baba ölünce yerine evin en büyük oğlu geçerdi.

 Ancak; sanayileşmeye başlayan şehirleşme hayatı ile sosyal, ekonomik ve psikolojik olarak sorunlar ortaya çıkmış, köyden kente göç sonucunda büyük aileler, çekirdek ailelere dönüşmüştür. Yaşlılar köyden, akrabalarından kopmuş yalnızlaşmıştır. Modern dediğimiz yaşam tarzında yaşlılar aileye ekonomik katkı sağlıyorsa veya emek gücü açısından yararlı oluyorsa sevilen, tersi oluyorsa sevilmeyen bir yük olarak görülen yaşlı oluyor.

Çevremde pek çok örneğini gördüğüm yaşlı anne ve/veya babalar, çocuklarına yük olmamak için kendi evlerinde yalnız kalıyorlar. Eli ayağı tuttuğu sürece evinden ayrılmak istemiyor. Kaç tane çocuğu olursa olsun hiç birinin yanına sığınamıyorlar.

Bence yaşlıları ikiye ayırmak gerekir. Tatlı yaşlılar, aksi yaşlılar. Yaşlanmanın bilincine varmış, deneyimleri ile etrafını aydınlatan, manevi olgunluğa erişmiş yüzleri pamuk gibi yumuşak, nurlu yaşlılar;  tatlı yaşlılar oluyor. Aksi yaşlılar ise; boşuna yaşadıklarını hissedip, hayatının hiçbir döneminde mutlu olmamış, çevresine sevgi saçamamış geçen ömürlerine kahreden yaşlılar da aksi yaşlılar oluyor. Yüzleri hep asık, her şeye öfkelenen hoşgörüsüz, çevresinden ve çocuklarından beklentisi yüksek, memnuniyetsiz yaşlılar… Bir de ‘’İşte geldik gidiyoruz’’ diyen ne tatlı, ne aksi ya da hem tatlı hem aksi ihtiyarlar var.

Sağlık sorunları ortaya çıkmış, duyma, görme, algılama kayıpları meydana gelmiş olabilir. Ne olursa olsun, sevdiklerimizin yaşlandığını fark ederek onlara sevgi, hoşgörü ile yaklaşmalı, hayatlarını kolaylaştırmak için gerekli önlemleri almaya çalışmalıyız. İmkânlar ölçüsünde beraber yaşanmalı, yaşlılığın ileri devrelerinde yalnız bırakılmamalıdır.

 

Yapılan araştırmalara göre, ‘’Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması” (2011), çekirdek aile oranının beş yıl içinde yüzde 80,7’den yüzde 75,3’e düştüğünü; geniş aile oranının ise yüzde 13’ten yüzde 14,4’e yükseldiğini göstermiştir.

 Geniş aile olmanın avantajları:

Aile büyüklerinin evde varlığı, karı-koca ilişkilerinde denge, çocuk yetiştirme ve terbiyesinde ise önemli bir unsurdur.  Zaman zaman eşler arasındaki anlaşmazlığın, çocuklar için bazı olumsuz davranışların sebebi olsalar da, bakıldığında, artılarının eksilerinin yanında sayılamayacak kadar çok olduğu görülecektir.

Çocuk bakımı ve terbiyesinde büyük rol oynarlar. Daha ilk çocuklarında ne yapacaklarını bilemeyen ve bocalayan yeni anne-babalar, kendileri de dâhil olmak üzere, aile büyüklerinin bu kadar çocuğu nasıl büyüttüklerini bir kez daha hayret ve hayranlıkla anar ve onların tecrübelerine başvururlar. Hatta eşlerin ikisi de çalışıyorsa, aile büyükleri kaçırılmaması gereken muazzam çocuk bakıcıları olurlar. Hem candan birisidirler hem de zevkle yaparlar bu işi… Özlerinden, içlerinden gele gele ve bedelsiz…

Evde varlıkları tek başına güven sebebidir. Aile büyüklerinin evde bulunması, evdekiler için büyük bir güven probleminin de çözülmesi demektir. Onların evde varlıkları tek başına bir güven sebebidir. Hırsızın-haydudun cirit attığı ve gündüz gözüne hırsızlık yapılan günümüzde, onlar ev için elbette bir güven teminatıdırlar.

Nakdin ve vaktin yetmediği zamanlarda altın fırsatlardır. Son olarak gelirleri varsa, aile büyükleri yük olmak bir tarafa, tam aksine aile için gelir kaynağı bile olurlar. Evlatları ve torunları için her şeyin en iyisini layık görür, az çok demeden emekli maaşlarını da yine onlar için harcarlar. Kadın kıdemli, evlatları için kışlık yiyecekler hazırlar( Turşuları, reçelleri, tarhana, kurutulmuş sebzeler), giyecekler örer, yemekler yapar; erkek kıdemli evle ilgili daha teknik diğer kimi işleri takip eder. Aslında nakdin ve vaktin yetmediğinden dert yanan günümüz eşleri için bunlar, bulunmaz birer altın fırsattır ama bilene.

 

Bir gün bizde yaşlanacağız, büyüklerimizin hayır duaları almak büyük erdemdir. Unutmadığım anılardan biri de gençliğimde yürüyemeyecek kadar çok yaşlı bir teyzeyi kolundan tutup tuvalete kadar götürürken ettiği duaların sonu gelmiyor.  En son aklımda kalanı ‘’İnşallah düğününde kalburla hoşaf taşıyayım!’’   Biliyorum düğünümü göremeyecek, hepsi hepsi de kalburla hoşaf taşınamayacak ama o duaların bende yarattığı huzur, iyi bir şey yapmış olmanın hazzı anlatılmaz. O gün işlerimin rast gitmesi, ters bir şey olmayacağı inancı ile doluyor içim.

Bence bol bol yaşlılarımızın hayır dualarını alalım. Yaşlılar Haftası Kutlu olsun…