BİRKAÇ GÖZLEM-4
Şahsen çevre konusunda duyarlı olduğumu
düşünüyorum. Lisans bitirme tezim çevreye ilişkindi. Halen bir çevre derneğinin
de gönüllüsüyüm. Çevre konusunda Türkiye'de gerçekten bilinçli bir şekilde
faaliyet gösteren kurumlar var. Bu konuda ilk ve kapsamlı sivil toplum
inisiyatifi, Türkiye çöl olmasın sloganıyla 1992'de Hayrettin KARACA
liderliğinde kurulan TEMA Vakfıdır. KARACA gömleklerini de üreten firmanın
sahibi olan Hayrettin Karaca’yı hep kırmızı ve yırtık kazağı ve bembeyaz
sakallarıyla hatırlarız. Toprak Dede olarak bilinir. 90 yaşını aşmış haliyle
(1923 doğumludur) hala onursal başkan olarak mücadelesini sürdürüyor.
Karaca ülkemizin özlediği işadamlarından… Zira,
toplumdan aldığını yine herhangi bir karşılık beklemeksizin topluma geri
veriyor. (...) “nedir benim ihtiyacım, doymam, sağlığım barınmam, kuşanmam;
bunun dışında hiç bir şey tüketmeye hakkım yok. Gömleklerim var yakası
çevrilmiştir, ayakkabılarıma bakarsanız altı yamalıdır, Dokuz senedir bu paltoyu
giyerim. Paltom yırtıktır. Param var ama tüketmeye hakkım yok! Bunu herkes
yapabilir” (….). sözleri onunla yapılan röportajdan…
Aynı elbise ile iki ayrı ortamda gözükmekten utanan
kişilerin yaşadığı bir sosyolojik ortamda, tekstil işletmecisi bir işadamının
yıllar yılı hem de bütün Türkiye’nin hatta dünyanın gözü önünde aynı elbiseyi
giymesi, yırtık ayakkabısını tamir ettirmesi kendisinin “gerçek” bir çevreci
olduğunun en büyük ispatıdır. Hangi iş olursa olsun yüreğinizin derinliklerinden
gelmedikçe başarıya ulaşamazsınız. Gezi eylemlerine verdiği desteği belki, çevre
konusundaki yüksek duyarlılığına, siyasi duruşuna bağlayabiliriz. Rahmetli Sakıp
Sabancı’nın da böyle bir hassasiyetinin olduğunu hatırlıyorum. Onca zenginliğine
rağmen,kravatı eskidiğinde terzisine tersini çevirtip tekrar kullanmaya devam
ettiği yönündeki ifadelerini hatırlıyorum. Cimriliğinden olmasa gerek…
Bir de gezi zihniyeti var tabii… Bu çevreler
yüzlercesi yapılan ve özel sektöre ihale edilen hidro elektrik santrallerin
çevreye hangi zararları vereceğini akla ziyan gerekçelerle anlatıp, bu konuda
bilgi altyapısı zayıf olan halkın kafasını çelmekteler. Aynı gerekçelerle,
nükleer enerjiye, üçüncü havaalanına, üçüncü köprüye, kanal İstanbul’a da karşı
çıkmaktalar.
Elbette çevre ihmal edilmemelidir. Ancak bir
ülkenin kalkınması da gözardı edilemez. Sanayii altyapısı oluşturulurken doğal
çevre elbette bundan etkilenecektir. Örneğin bir altyapı yatırımı olan yolların
yapılmasına çevreye zarar veriyor diye karşı çıkabilir misiniz? Zira yol
yapılırken ister-istemez güzergâhtaki bazı alanlar doğallığını yitirmektedir.
Hidro-elektrik santral de öyle… Bir taraftan kurulumu esnasında çevrenin doğal
yapısı üzerinde bir değişime yol açarken, diğer taraftan ülke kalkınmasının en
temel ve stratejik ihtiyacı olan enerji yerli kaynaklardan karşılanmaktadır.
Tatlı su balığı çevreciler, sizi bir kez daha
hatırladım nedense... Neden tatlı su balığısınız biliyor
musunuz?..İşiniz-gücünüz, bilginiz-beceriniz olmadığı, aklınız uzağa ermediği,
vizyondan-basiretten yoksun olduğunuz, zengin bebeleri olduğunuz, dünyadan
haberinizin olmadığı, kendinizi entellektüel zannettiğiniz, fildişi kulelerinde
yaşadığınız için... Aslında tatlı su balığı tabiri de fazla size… Akvaryum
balığı demek lazım. Akvaryumdaki piranalar gibisiniz. Akvaryumda gayet sakin
olan piranalar, bir araya geldiklerinde tam bir canavara dönüşüyor ve koca bir
camızı birkaç dakikada kemikten ibaret hale getiriyorlar. Gezi eylemlerinde
olduğu gibi…
*********
"Ön yargılardan arınmış akıl ürünleri, insanlar için vahiy değerindedir"
(alıntı)
Epeyce iddialı bir yargı... Sıradan insan için neredeyse Hallac-ı Mansur'un Enel-Hak
demesi gibi bir şey.... Ama akılla zeka arasındaki ayırımı bilirsek cümleyi
kavramak kolaylaşır diye düşünüyorum: Herkes zeki olabilir ama herkes akıllı
olamaz... Akıl Allah'ı tanıma durumudur. Allah'ı tanımayan kimse ne kadar zeki
olursa olsun akıllı kabul edilmez. Allah'ı tanıdığınızda da sorun çözülmüştür.
Bu manada akıl yanılmaz. Bizim yanıldığını düşündüğümüz şey, akıl değil,
zekadır. (sadece bir yorum)
Hüsnü
niyet önemlidir; ama istismara açık tutmamak gerek... Bakın bu yüzden
atalarımız, iyilikten maraz doğar diyerek, sanki kimseye iyilik yapmamak
gerekirmiş gibi bir kanaate varmışlar... Demek ki iyilik yaparken, maraza yol
açmamasına dikkat edeceğiz... Bunun yolu da duygusal değil "akıllı" karar
vermektir.
Müslüman görünüşlü menfaatperestlerin davranışları insanların Müslümanlara
bakışını da değiştirdi: Kaç insandan duydum; artık benim için kişinin namazı
orucu ölçü değil diye... Oysa bunlar insanı kötülükten alıkoyar. Ama öyle
görünüyor ki, menfaat güdüsü baskın gelmiş ve itikadı yeterince güçlü olmayanlar
arasında dinden uzaklaşmaya yol açmış... Bu sadece malum cemaate de mal
edilemez...