Bir yılı daha geride bırakırken,

Çocukluğuma dönüyorum birden.

Kaç yıl geçerse geçsin, çıkmıyor içimden,

Bir türlü kopamıyorum eski günlerden.

 

Elime el kadar defteri tutuşturup,

Bakkala yollardı annem hep.

Ekmek, yumurta, bir kâse de yoğurt,

Toz şekeri de unutma; aklında iyi tut…

 

Bazen çıkın yapar, sımsıkı bağlardı paraları,

Kaybolması diye delikli kuruşları.

Hep koşardım, bazen de seyrederdim dağları.

Gönüllü olmazdım bazen afralı tafralı.

 

Okumayı yeni söktüm, en büyük başarım

Atmış kuruştu, ekmek iyi hatırlarım,

‘’Bıdık Fırın ‘’yazardı ekmekte, kâğıt basım,

Her zaman tazeydi ekmeği, Şükrü bakkalın.

 

Sallanma yollarda fil gibi git, gel! Seğirt,

Ne demekse fil gibi; anlamazdım hiç, derdi hep beş vakit.

Tekrarlatırdı siparişleri ekmek, yumurta, yoğurt,

Toz şekeri de sakın unutma aklında iyi tut!

 

En büyük çocuk benim, yaşım belki yedi, belki sekiz, o aralar…

Yolum, Marulcu mahallesinden başlar, bomboştu arsalar,

Sanat okulu tek kat, alçak duvarında yürürdüm, boyu yarım kadar,

Gedik Ahmet Paşa İlkokulunun karşısında sıralanmıştı dükkânlar.

 

Bazen gelirken bakkaldan, çoğu zaman giderken,

Çocukları görürdüm sokaklarda oynarken,

Her şeyi unutup oyuna dalardım. Şimdi ebe ben!

Saklambaç, kovalamaca, bir görseniz seksek sekerken…

 

Biri biter biri başlar doyumsuz oyunların,

Çok yorulunca aklıma gelirdi yolu bakkalın,

Veresiye defteri sunulurken önüne bakkal amcanın,

Ne alacaktım, düşün bir hatırla bakalım…

 

Eşit kollu terazide tartılanlar, kese kâğıdına konulur,

Naylon poşet yoktu, çoğu zaman elimde bir file bulunur,

Bağrıma bastığım ekmek sıcaksa kime sorulur,

Bölünüp ucundan, katıksız karında doyurulur.

 

Geç kalınca yerdim, dayaklı fırçayı evden,

Yüz göz, toz toprak içinde görünmez kirden,

Acaba mikrop, hastalık yok muydu eskiden?

Temizlenirdi el yüz, suyu da içerdik çeşmeden.

 

Bir ay demeden doldukça dolardı veresiye defteri,

Bakkal amca yazar da yazar alınan her şeyi.

Tezgâhın önüne de sıralardı, çikolataları, şekerleri,

Aklına gelmezdi bu çocuğun canı çeker öteyi beriyi.

 

Çocukça heves işte; oyuncaklar hele renkli lastik top,

Mızmızlanırdık almak için, aslında gözüm, gönlüm tok,

Paran varmış, yokmuş hükmü yok, al defteri bakkala koş.

Gözyaşı kurumadan mutlu olunurdu, hem de pek çok…

 

Topum olunca dünyalar benim, hemen oynanırdı istop,

Fırlatılırdı göklere, bütün gücünle; dert yok, tasa yok,

Bütün dünyam göklerden, yere düşen lastik top,

Hele bir de havada yakalarsam benden mutlusu yok…

 

Bütün sokaklar benim, ailemden başka yok keyfimin kâhyası,

Hıdırlık oyalar gün boyu; her akşam saklar güneşi, kalenin arkası,

Bereketliydi tarlalar, yarısı afyon tarlası, yarısı marul ovası,

Oynardık içinde; ne kaybolma korkusu, ne kaçırılma, ne organ mafyası…

 

Langarların servisleriymiş askeri araçlar, düşerdik peşine,

Resmigeçitten geçer gibi yavaş yavaş, giderdi süzüne süzüne,

Saati şaşmaz sabahları erkenden; iş çıkışı akşamları, peşi peşine.

Langarlar, hangarlar tekerleme gibi, takılırdı dilime.

 

Koşardık var gücümüzle, belediye otobüslerinin arkasından

‘’Kırmızı gelin, kırmızı gelin’’ tempoyla bağırarak hiç aksamadan.

Kapının önünde oynağımı sanırlardı, arandığımda bulunmayan,

Kış günü bendim, babaannemin mahallesinde kızak kayan…

 

Kar yağardı inceden inceye, kartopu oynardık doyumsuz,

Bembeyaz kaplardı her yeri, damlardan kılıç gibi, sarkardı buz,

Hiç haberim yok; meğer veresiyeymiş çocukluğumuz,

Geri istedim o günleri, verin yıllarımı, dediler depozitosuz…

 

Kayboldu hepsi de ne bakkal amca, ne tozlu yollar,

Nerelerde veresiye defteri, nerde çocukluk? Yılların adı var,

Büyümeye onca çabalar, bilseydim o kadar olmazdım heveskâr,

Çocukluğumu nerelere sakladın, söyle, Afyonkarahisar?

 

Mürşide OKLU AYHAN