Mutluluk ile ilgili iki teori vardır; ilki, mutluluk dış kaynaklıdır der. Yani dışarıdaki şartlar uygunsa insan mutlu olabilir der. Diğeri dışarıdaki şartlardan bağımsız olarak insan kendi içinde mutlu olmayı başarabilir der. Mutlulukla aramızdaki duvarın her bir tuğlasını aslında insan kendi örer der.
Gerçekten böyle midir sizce?
İnsan sadece düşünceleriyle, sadece alacağı kararlarla mutlu olmayı başarabilir mi?
Her iki ihtimalle de yani bizden kaynaklı sebepler ya da dışarıdaki şartların doğurduğu sebeplerden dolayı mutlu olmakla ilgili yapabileceğimiz şeyler var mı?
Değişmek mümkün mü?
Değişmek mümkündür. İnsan istediği insana gerçekten dönüşebilir. Coğrafya kader midir ? konusuna girmeyelim burada, tabii ki doğduğumuz yerde kısıtlamalar olabilir ama unutmayalım ki bizler de ağaç değiliz. Ekildiğimiz yerde kuruyana kadar duracağız anlamına gelmez. Yer değiştirebiliriz, çevremizi, düşüncelerimizi, alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı ve gidişatımızı değiştirebiliriz. Yani şuan mutsuzluk ortamımız her ne ise onu gerçekten değiştirebiliriz.
Hindistan’da filleri yetiştirme metodlarını duymuşsunuzdur. Filler dünyaya geldiklerinde daha miniciklerken ayaklarından bir zincirle kazıklara bağlanırlar. Filler mücadele eder çalışırlar oradan kurtulma ama küçücük bünyeleri, küçücük güçleri o kazığı kopartmaya o zincirlerden kurtulmaya yetmez. Yıllar geçer yavru filler dev yetişkin fillere dönüşür, tabii ki o kazığın ve zincirin üstesinden gelecek güçleri vardır artık ama denemezler bile. Çünkü değişemeyeceklerine, özgür olamayacaklarına inanmışlardır. Fillerin artık kıramadığı şey zincirler değil inançlarıdır. Bilim bize şunu söylüyor; her yıl insanın vücudundaki atomların %98’i değişir. 5 yılda birde vücudumuzdaki sahip olduğumuz atomların tamamı değişir. Elim geçen yıl %98 oranda farklı atomlardan oluşuyordu. Her şeyimiz tamamen değişiyorsa, vücudumuzdaki atomlar 5 yılda bir tamamen yenileniyorsa bizi biz yapan şey nedir? Metafizik. Bunun bir kısmı da geçmişte kurduğumuz düşünce ve alışkanlıklardır. Hayata eğer böyle derinlemesine bakmazsak bir ömür boyunca biz insanız diye yaşar gideriz. Ama aslında olan şey geçmişteki alışkanlık ve gidişatı sürdüren bir organizma olmaktır. Geçmişimizin kaderimiz olmasına müsaade etmemeliyiz. Geçmiş tarafından programlanan değil geleceği programlayan olduğumuzun farkına varırsak eğer hayatımızın en büyük devrimini gerçekleştirmiş olacağız.
Doğru insan ilişkileri
Sosyal canlılarız ve insanın doğasında baskın olan özelliklerden birisi de kendini karşı tarafa kabul ettirme isteğidir. Yani karşı tarafın ne düşündüğü ne söylediği bizim için çok önemlidir. Fakat insanlarla olan iletişimimiz bilgi alışverişi, yardımlaşma, iyilik, güzellik, iyi sohbet, güzel vakit geçirme üzerine olmalıdır. Baskı, gerginlik, stres, kıyas, arkadan iş çevirme, dedikodu böyle şeyler kaostur ve kaos herkese zarar verir. Kaosun içindeki her insan mutsuz olur. Ayrıca mutsuz olmaktan daha kötü bir şey varsa oda birilerini mutsuz etmektir. Bu konuyla ilgili Stanford üniversitesinin bir araştırması şöyle; insanın yaşam süresi ve hayat ortalama sağlığı çevresindeki mutsuz insanların sayısı ile çok alakalıymış. Aslında çok mantıklı geliyor çünkü insan toplumdan, yakın arkadaşlarından beslenir. Bu maddede iki sonuç çıkartabiliriz. İlki kimseyi mutsuz etmeyelim. İkincisi de bizimle mutsuzluk üzerine bir iletişim kurmaya çalışan yani gerginlik, stres, kaygı, kıyas, münakaşa, iş çevirme, dedikodu üzerine iletişim kurmaya çalışan insanlardan da uzak durduğumuzda bence hayatımızda çok iyi bir adım atmış olacağız. İnsanlara yak uydurmaya çalışmak yerine üzerinde yürüdüğümüz yaşam yolunda doğru adımlar atmayı öğrenebiliriz.
Toplum ortalamasından kurtul
Yaşamımızı iyileştirmeye, mutluluk seviyemizi yukarılara çekmeye çalışırken unutmamamız gereken noktalardan birisi de toplumsal mutsuzluktan sıyrılmak. Kültürlerin bazı default ayarları vardır. Yani toplumların sevgi, saygı, endişe, stres, insana olan saygı oranları bellidir. Toplumların içindeki insanlar da birbirine benzer. Neden öyledir? Çünkü benzer şekilde düşünürüz, benzer yerlere gideriz, benzer şeyleri izleriz, benzer cümleleri kurar, benzer hedeflere sahip oluruz. Şuan hangi ülkede yaşıyorsanız o ülkedeki kaygılarla sizin şuan özel hayatınızdaki kaygılar birbirine çok yakındır. Sadece çok düşük bir yüzde keşfe çıkar, kendi hayatını keşfeder, dışarıdaki kaygılardan kurtulup kendi mutluluğu için çalışmaya ve yaşamaya başlar. Herkes kendisini mutsuz eden sebepleri şöyle bir kağıda yazsa eminim ki herkes için geçerli bu, içinden bazıları doğrudan bizim hayatımızla ilgili olmayan şeyler. Yaşamlarımızla, hayatımızla, doğrudan alakası olmayan şeyleri kafaya takmaktan, onlarla meşgul olmaktan kurtulursak belki mutluluk seviyemizi aşağıya çeken şeylerin bazılarından da kurtulmuş oluruz. Bu basit bir karar gibi gözüküyor ama bence çok cesur bir karar.
Hem bizi ilgilendirmeyen şeylerden uzaklaştığımızda kalan zaman ve mental vakitte hayatımızda doğrudan etkisi olan şeyleri çözmeye, onlarla ilgilenmeye, hayatımızı iyileştirmeye daha çok fırsat bulabileceğiz. Şöyle düşünebiliriz; birkaç kitap bulmak için dev bir kütüphaneye gittik ve kütüphanede milyonlarca kitap var ve biz bunun derdini, sıkıntısını, stresini yaşıyoruz. Sakin olalım. Hayatımızda çok sorun olabilir. O kütüphanede de çok fazla kitap olabilir. Ne yapabiliriz? İlgilendiğimiz rafın önüne gidersek eğer en azından çözmemiz gereken sorunları aza indirgemiş oluruz.
Etkilenmemek için derinleş
Denize gittiğinizde mutlaka gözlemlemişsinizdir. Rüzgarlı havalarda yani dalgalı havalarda özellikle denizlerin kıyı kısımları biraz bulanık olur. 5-10 metre derine gittiğinizde o derinlerin suyunun daha berrak olduğunu görürsünüz. Bana öyle geliyor ki karşılaştığımız olayların büyüklüğü değil bizim sığ olmamız bizim mutsuzluğumuza sebep oluyor. Zaten bir karış suysak kim üflese bulanırız. Basit bir laf, bir kıskançlık, bir gol, bir oy, bir bakış, bir unvan hayatlarımızı altüst edebiliyor. Okyanuslarda ters giden şeyler yok mu? Orada hava her zaman güzel mi? Hayır. Hemde nasıl ters giden şeyler var orada. Ama bir okyanusu bir fırtına karıştıramaz. Yüzeyinde dalgalar, köpükler, şimşekler, şiddetli fırtınalar görebilirsiniz ama derinler her zaman dingin ve sakindir. Bir fırtına anında eğer okyanusa sorarsak nasıl gidiyor diye her şey yolunda diyecektir. Çünkü okyanusların yüzeyleri toplam okyanus hacminin %1’i bile değildir. Burada derinleşmekten bahsediyorum. Yani hayatımızda karşımıza çıkan sorunlara öğretilegelen açılarla değil orijinal daha gerçek pencerelerden bakmaktan, daha derinleşmekten bahsediyorum. Bu yazıda buluşarak bunu bir miktar gerçekleştiriyoruz. Aslında hepimiz derinlerde daha önemli şeylerin peşindeyiz. Bu tür içerikleri, yazıları takip etmek de derinleşmeye antrenman gibi oluyor. Yani sanki bir tas suyun okyanuslaşma yolculuğunda tas suyu besleyen kaynaklar ırmaklar yerine geçiyor.
Bir umuttur yaşatan insanı
Bu mutluluk için de geçerlidir. Farkındaysanız genelde mutluluğumuzu da hep erteleriz. Şunu yapayım, şunu gerçekleştireyim, şu yıl gelsin tam olacak işte o zaman mutlu olacağım hayatım tamamlanmış olacak deriz. Şartlarımızı tabii ki iyileştireceğiz ama farkındaysanız mutluluğu beklettiğimiz o planlar asla tamamlanmıyor. Her tamamlanan hedefte mutluluğu bir sonraki hedefe erteliyoruz. Hadi bu sefer tersini yapalım. Hedeflere varınca değil hedefe ulaşma yolculuğunda mutlu olmayı deneyelim. Yani farkındalık ile yaşayalım. Yıllar ilerledikçe sadece yaşımızı arttırmasın farkındalığımızı da arttırsın.
Şartlara değil sana bağlı
Bir araştırma sonucu bize şunu söylüyor, mutluluğun sahip olduğumuz yaşam şartları ile sandığımız kadar alakası yok. Tabii ki ay sonu kiramı ödeyebilecek miyim? Geçinebilecek miyim? Mutsuzluk sebebidir. Eğer zaten bir toplumda tek bir insan bile gece yatağa yatarken geçim derdi ile yatıyorsa ertesi gün kiramı ödeyebilecek miyim? Derdi ile yatıyorsa o toplumun ayıbıdır. Bundan bahsetmiyorum. Burada bahsettiğim şey temel barınma ve yeme ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyorsak ve toplumun ortalama bir insanı gibi de hayat standartlarımız varsa bu çizginin üzerinde çok da fazla fark olmadığı. Bu araştırma İllinois üniversitesi tarafından yapılmış. Çok zengin insanların yani yılda 10 milyon dolardan fazla kazanan insanların mutluluk seviyesinin iyi durumdaki çalışanlarının mutluluk seviyesinden çok da farklı olmadığı ortaya çıkmış. Şimdi diyeceksiniz ki bir yerden para geldi, piyango çıktı bu beni mutlu etmeyecek mi? Edecek tabii ki ama burada insanın her ortama çok hızlı adapte olabilme psikolojisi devreye giriyor. Yani bu araştırma bize şunu söylüyor. Kısa süreli mutluluklar, gelen anlık haberler ve değişen hızlı yaşam koşulları ile çok alakalı ama uzun süreli mutluluklar sahip olunan şartlarla değil kişinin tamamen kendisi ile alakalı.
‘Alıcının pişmanlığı’ terimini daha önce duymuş olabilirsiniz. Bazen anlık streslerimizi ya da anlık mutsuzluklarımızı bir şeye sığınarak ya da bir şeylere sahip olarak geçiştirmeye çalışırız. Bu yüzden de bu psikolojide satın aldığımız şeyler çok kısa süre sonra işe yaramamaya başlar. Egzersizler, okumalar, araştırmalar, kısa süreli seyahatler, kendimiz ile doğru vakit geçirmeler bunlar bir şey satın almadan mutluluğu yakalayabileceğimiz şeyler. Belki bunları deneyebiliriz. Hem mutluluğu dışarıda aramak yerine kendi içimizde keşfetmiş oluruz. Bunların her biri bizi mutluluğa götürebilecek küçük adımlar küçük fikirlerdir. Aldığımız her karar bizim için her karar insan için ve bunları gerçekleştirirken kendimize karşı biraz daha anlayışlı, sabırlı ve nazik olursak bence üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok ve tabii ki hayal kurmayı kendimizi gerçekleştirme heyecanını asla bırakmamalıyız.
Eğer mutlu olmakla ilgili bir sorun yaşıyorsanız 0544 724 36 50 den arayarak profesyonel destek alabilirsiniz.