Çoğu zaman hayatın telaşından, karışıklığından günlerin nasıl geçtiğinin farkına varamayız. Yaşam mücadelesi içinde bir koşturmaca sürer gider. Hep ileriye odaklanmışızdır. Büyüyünce, okulu bitirince, bir işe girince, evlenince, emekli olunca… Beklentiler devam eder gider. Bazen görmeyiz ne baharı, ne yazı. Oysa bu günler baharın en güzel günleri. Üstelik bereketli Nisan yağmurlarının yağdığı, günler... Eskilerin yağmur sularını biriktirdiği günler… Sevgi yağdığı günler…
Babaannemi hatırlıyorum. Evinin uzunca bahçesinin bir köşesine; el ayak değmeyen yerine büyükçe bir kapla, yağmur suyu biriktirmeye çalışırdı. Dualarla, zemzem suyudur bu, şifadır diyerek saklardı. Yoğurt yapardı bu yağmurun çiy taneleri ile. Saçlara, cilde iyi gelir diyerek yağmurda dolaşmamızı isterdi. Vücudun demir ihtiyacını karşılar, zindelik verir diye.
O zaman küçüktüm, belki pek anlamazdım. Şimdi şimdi aklıma geliyor, yaptıkları, söyledikleri…
Hele bir de Konya’daki Mevlana Müzesinde Nisan tasını gördükten sonra… Önce anlam verememiştim nişan tası diye yorumladım kendimce. Detayını öğrendikten sonra anladım ki Nisan ayında yağan yağmur sularının biriktirildiği koca bir kap…
Kabın görevi şifalı su biriktirmek ama kabın kendi de başlı başına sanat eseri. Gümüş, bronz, bakır karışımı 43 kg ağırlığında 14.yy da İlhanlı Sultanı Ebu Said Bahadır Han tarafından dergâha hediye gelmiş. Çok şık bir görünüşü var. Üzerinde geometrik desenler, kabartma hayvan figürleri ve döneminin sosyal olaylarını anlatan şiirler yer alıyor. Nisan tası 4 parçadan oluşuyor. Kapak, gövde bilezik kaide, kapağında kuyruğu kırılmış horoz figürü var. Gövdesinde yer alan kuş resimleri; Bakara süresinin 260. Âyetini hatırlatıyor şöyle ki; Hz. İbrahim: “
Ya Rabbi! Ölüyü nasıl diriltirsin bana da göster” diye yalvarınca “
Dört kuş al, onları parça parça et, sonra çağır, sana koşarak gelirler. Bil ki Allah aziz ve hakîmdir” cevabını almıştır. Dört kuştan anlatılmak istenen, Mesnevî-i Şerif’te kaz, tavus kuşu, karga ve horozdur. Kaz hırsa, horoz şehvete, tavus kuşu dünya mertebelerine, karga da tûl-i emele ( Hırs, açgözlülük, tama, bitmez tükenmez hırs ve arzu ) işaret etmiştir. Bu sanat eserini ibdâ eden sanatkârların bu dört kuş hikâyesinden esinlendiği sanılmaktadır Yapıldığı dönemi düşünüyorum. O şartlarda nasıl da sabırla ve anlamlınca işlemişler…
Zamanında toplanan nisan yağmuru suları; Hazreti Mevlana’nın sandukası üzerindeki yeşil kubbe (Kubbe-i Hadra) üzerine yağan yağmur sularını biriktirerek doldurulurmuş. Bugün giriş kapısı olarak kullanılan Bab-ı Şerif’in önünde, Mevlevilerin başlarına giydikleri sikke üzerine sarılan sarığın uçlarına batırılarak şifa bulmak isteyenlere verilirmiş. Bu suya
'’Destar suyu' denirmiş. Nisan tası dört parçadan oluşuyor. Aynı yerde, Müzeye giriş kapısında sergileniyor Nisan tası…
“Nisan yağmuru, Rûmî takvime göre Nisan ayında yağan yağmurlara verilen isimdir. Milâdî 13 Nisan’da başlayıp 12 Mayıs’ta sona erer.
Bugün Nisan suyunu biriktirebileceğimiz yerler vardır mutlaka, şehirlerimizin kiri, tozu, kimyasal artıkları, bozulan ahlakı; iyi niyetlerimizi ve havayı çok kirletti. Kirlenen dünyamızın, temizlenmesi, kalplerimizin sevgi dolması, bozulan ahlakların düzelmesi dileği ile yağsın şifalı sular… Yağsın ve yıkasın bütün pislikleri. Temiz günler için, sevgi için, bereket için gani gani yağsın… Nisan yağmurları ile sen sıkı sarıl bahara…
Selam ver, dağlara taşlara, bahara,
Gülümse börtü böcek kuşlara,
Ateşini yak! Alev alev umutlara,
Ben kışı oyalarım, sen sıkı sarıl bahara…
Papatyalardan taç yap iki üç sıra,
Bırak! Saçların, karışsın bulutlara,
Olumsuz her şeye inat, uzat elini doğaya,
Ben kışı oyalarım, sen sıkı sarıl bahara…
Islat yüreğini sırılsıklam Nisan yağmurlarıyla,
Gürlesin gökler, bereket düşsün sevgi damlacıklarıyla,
Fark etmezsin tez geçer; göz açıp kapayıncaya,
Ben kışı oyalarım sen sıkı sarıl bahara…
Saklambaç oyna güneşle, o saklansın sen ara,
Koş! Rüzgârın peşinden, yol ver karamsarlıklara
Sevda türkülerini söyle var gücünle bağıra çağıra
Ben kışı oyalarım, sen sıkı sarıl bahara…
Mürşide AYHAN